19 Eylül 2020 Cumartesi

İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim ESAT ARSLAN


İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (I)

ESAT ARSLAN · 24 OCAK 2020

“74 – İbrahim, babası Âzer’e demişti ki: “sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum”. 75 – Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. 76 – Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü:”Rabb’im budur” dedi. Yıldız batınca da:” Ben batanları sevmem” dedi. 77 – Ay’ı doğarken gördü: “Rabb’im budur” dedi. O da batınca: “Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum” dedi. 78 – Güneş’i doğarken görünce: “Rabb’im budur, bu hepsinden büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım”. 79 – “Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim”.” Enam Suresi

Bir süredir hak din ile batıl din arasındaki mukayeseleri yapıyoruz.

Kuran’da gerçek Müslüman’a örnek kişilik olarak İbrahim gösterildiği için birkaç yazı boyunca bu tartışmayı İbrahim’in düşünce dünyası üzerinden sürdüreceğim.

Kuran’ı genellikle Bakara Suresi’nden başlayarak okuyoruz. Ve Bakara Suresi’nde İbrahim Allah’a tam manasıyla teslim olmuş olduğu için İbrahim gibi Müslüman olmayı sorgulamadan sual etmeden Allah’a teslim olmakmış zannediyoruz.

Oysa Kuran’ı iniş sırasına göre okuyunca İbrahim’in Müslümanlığının Allah’a mutlak teslim olmaktan bambaşka bir ruh hali olduğunu görüyoruz.

Yukarıdaki ayet bu düşünce dünyasının tezahürlerinden biri.

Yukarıdaki ayete göre İbrahim Allah’a varmadan önce kavminin putlarıyla bir hesaplaşmaya girişmiş.

Putlarla, yani kavminin hakikati ve adaleti açıkladığı söylenen kuramlarıyla.

İbrahim önce yıldıza tapmış. Sonra yıldızı sorgulayıp onun gerçek tanrı olmadığını anlamış. Sonra aynı şeyi aya yapmış. Sonra da güneşe. Ve sorgulamaları sonucunda bunların Allah olmadığını anladıktan sonra gerçek Allah’a varmış.

Biz dini geleneğimiz itibariyle Müslümanları sorgulamadan uzak tutuyoruz ve onların kör bir imana girmesini istiyoruz.

Oysa eğer İbrahim gibi birer Müslüman olacaksak Allah bizlere kavmimizin, yani bugün için yeryüzünün bütün putlarıyla ve kuramlarıyla bir hesaplaşma içine girmemizi istiyor. Ve ima ediyor ki: “ancak bu sorgulamadan sonra gerçek Allah’ı bulabilirsin.”

Eskiden kelam alimlerimiz taklidi imanın bir hükmü olmadığını, kişinin sorgulayarak ve tahkik ederek Müslüman olmasının şart olduğunu söylemişler. Fakat sonra bu düşünce unutulmuş ve taklidi imanı yeterli görmüşler.

Oysa çağımızda bu sorgulama ruhunun yeniden diriltilmesi gerekiyor.

Kişisel bir not olarak söyleyeyim: Batılı büyük düşünürleri okudukça, onların hakikatlerini kavradıkça ve onların kısıtlarını gördükçe Allah’a olan imanım çok ama çok fazla güçlendi. Bu süreçten korkmamız için aslında bir sebep yok.

Kişi bu sürece girdiğinde bir süre sarsıntı yaşasa da sorgulamayı bırakmadığında Allah temiz bir imanı kişinin kalbine ilka ediyor.

Örneğin Nietzsche önce ‘Tanrı öldü’ dedi. Fakat son kitabında tüm evreni sorguladıktan sonra “işte bu noktada evreni yöneten bir bilincin varlığını kabul etmek zorunda kalıyoruz. Muharref Hıristiyanlığın tanrısını reddediyoruz. Fakat sorgulamamızla ulaştığımız bu tanrıyı kabul ediyoruz.”

Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (II)

ESAT ARSLAN · 31 OCAK 2020

“83 – Şüphesiz ki İbrahim de onun kolundandı. 84 – Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalb ile gelmişti. 85 – O babasına ve kavmine şöyle demişti: “Siz nelere tapıyorsunuz?” 86 – “Yalancılık etmek için mi Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?” 87 – “Siz âlemlerin Rabbini ne zannediyorsunuz?” 88-89 – Derken yıldızlara bir baktı da: “Ben gerçekten hastayım” dedi. 90 – O zaman arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler. 91 – Derken bir kurnazlıkla onların ilâhlarına vardı da, “Buyursanıza, yemez misiniz?” dedi. 92 – (Cevap vermediklerini görünce de): “Neyiniz var da konuşmuyorsunuz?” (dedi). 93 – Nihayet bir yolunu bulup onlara kuvvetli bir darbe indirdi. 94 – Bunun üzerine birbirlerine girerek ona yürüdüler. 95 – İbrahim dedi ki: “A, siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” 96 – “Halbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” 97 – Onlar: “Haydin onun için bir yapı yapın da onu ateşe atın.” dediler. 98 – Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de kendilerini daha alçak düşürdük. 99 – Bir de dedi ki: “Ben Rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir.”” Saffat Suresi

Bizler ideal Müslümanı, toplumunu sorgulamayan, toplumuyla barış içinde yaşayan, otoriteye itaatkar bir figür olarak kavrıyoruz. Dini tartışan Marx, Freud gibiler de dindarı böyle kabul ediyor.

Oysa yukarıdaki ayeti temel alacaksak İbrahim kendi kavmiyle, onun gelenekleriyle, ideolojisiyle ve düşünce sistemiyle kavga içinde bir figürdü.

Eğer Kuran bizlere bir Müslüman olarak örnek kişilik diye İbrahim’i gösteriyorsa O bizden kavmimizle bir kavga içine girmemizi de istiyor demektir.

İdeal Müslüman, ülkesinin düşünce sistemiyle tartışır. Çünkü bu düşünce sistemi yanlış olabilir. Ya da bu sistem hak kaynaklara dayanıyor olsa bile zaman içinde çürümüş olabilir. Ya da bu sistem hak bile olsa, gerçekten yaşaması için tahkik edilmesi, yani yeniden sorgulanması gerekiyordur.

Toplum ne durumda olursa olsun Müslüman kendi toplumunun düşünce sistemini sorgulamadan kabul etmemeli, onu ancak ve ancak muhakeme ettikten ve tahkik ettikten sonra kabul etmelidir. Yukarıdaki ayetlerin imasına göre ideal Müslüman budur. Hak dinle batıl dini ayıran da budur.

Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (III)

ESAT ARSLAN · 7 ŞUBAT 2020

“Bir zamanlar İbrahim de: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. Allah: “İnanmadın mı ki?” buyurdu. İbrahim: “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum.” dedi. Allah buyurdu ki: “Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”” Bakara Suresi, 260. ayet.

Yukarıdaki ayete göre İbrahim’in imanı körükörüne bir iman değil.

Allah da bu ayeti Kuran’a koyarken bizden İbrahim gibi olmamızı, yani bir kez Allah’a vardıktan sonra Allah’ın dinini körükörüne kabul etmememiz gerektiğini söylüyor.

Yani örneğin Kuran’ın Allah’ın kesin kelamı olduğunu bildikten sonra bile Kuran’a körükörüne teslim olmamalıyız. Bu ayetin imasına göre O’nun hakikatlerini sorgulamalı ve bu tahkikten sonra Kuran’ı nefsimize mal etmeliyiz.

Zira İbrahim Allah’ın var olduğunu bildiği halde kalbi ve aklı mutmain olsun diye Allah’tan yeniden dirilişin kanıtlarını istiyor.

Buradan baktığımızda bu aşamada İbrahim’in imanı bir çeşit Hegelci iman. Yani akılcı, aklın gereği olan bir iman. Buradan bakınca Hegelci iman Allah katında makbul bir iman oluyor.

Yıllardır biriktirdiğim deneyimlerime göre Kuran’ın hakikatleri körükörüne kabul edilmeyip de tahkik edildiğinde, yani Kuran’ın derin mantığına ulaşıldığında insan Allah’ın kitabının tüm beşeri düşüncelerden daha üstün bir felsefeye sahip olduğu görülebiliyor.

Bu düşüncenin bir uygulaması Bediüzzaman’ın kelam ilmidir. Bu eserler yoluyla Bediüzzaman Kuran’ın doğa felsefesinin nasıl olup da beşeri metafiziklerden daha üstün olduğunu gösterebilmiştir okuduğum kadarıyla. Bunu tahkik etmek için onun Kuran felsefesinden mülhem yazdığı Haşir Risalesine bakabilirsiniz. Bu eserinde Bediüzzaman Kuran’ın öğrettiği ilahi isimlerin doğada nasıl tezahür ettiğini etüt ederek yeniden dirilişin nasıl olup da basit bir inanç meselesi olmadığını, haşrin aklın gereği olduğunu tartışabilmiştir.

Ben de yazdıklarımla Kuran fıkhının ve şeriatının nasıl olup da aklı doyurduğunu anlatmaya çalışıyorum. Kuran’ın ekonomide, siyasette, kadın haklarında vs. getirdiği o kadar mantıklı bir yaklaşım vardır ki bağımsız akıl bu düşünce sistemiyle kavga etmek değil, Kuran’ın toplumsal düşüncesini kabullenmek ister.

Bu ayetten hareketle kısaca şöyle söyleyeyim: İslam’ın hükümlerini Hegelci bir akli iman seviyesinde sorguladığımızda sanıyorum sorgulamanın sonunda aklımızın fazlasıyla mutmain olacağını göreceğiz. Korkmaya gerek bir şey yok yani.

Ama bunu görebilmemiz için geleneğimizin bizlere İslam namına öğrettiğini, bu öğreti bazı çağlarda hak dini temsil etmiş olsa da- bugün için paranteze almamız ve Kuran’ı taze bakışlarla çağımızla buluşturmamız gerekiyor.

Kuran’da Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (IV)

ESAT ARSLAN · 14 ŞUBAT 2020

“Allah, İbrahim’i çok yakın bir dost edinmişti.” Nisa Suresi 125. ayet

“74 – İbrahim’den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizimle Lut kavmi hakkında tartışmaya girişti. 75 – Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.” Hud Suresi

Bir süredir hak dinle batıl din arasındaki mukayeseleri yapıyoruz. Ve bu mukayeseyi Allah’ın Müslümana örnek kişilik olarak gösterdiği İbrahim üzerinden yapıyoruz.

Batıl bir dinde kişi tanrının kölesidir. Kişinin tanrı katında bir değeri yoktur. Ve kişi hiçbir sebeple Tanrı’nın iradesiyle kavga içine giremez.

Oysa yukarıdaki ayetlere baktığımızda İslam’da ideal Allah-kul ilişkisinin bambaşka bir mahiyette olduğunu görüyoruz.

Yukarıdaki ilk ayete göre İbrahim Allah’ın çok yakın bir dostu olmuş. Bu seride anlattığımız tüm o düşünce süreçlerinden sonra İbrahim Allah’a yaklaştıkça yaklaşmış ve iki varlık arasında sımsıkı bir dostluk bağı kurulmuş. Kuran’ın Müslümandan istediği de müminin Allah’la böylesi bir yakın dostluk kurmasıdır.

Şimdi ikinci ayete bakalım. Yakın dostlar bazen birbiriyle tartışır da… Ve bu ayete göre Allah ile İbrahim arasındaki dostluk o kadar yakın ki İbrahim bir kararı hususunda Allah’la tartışmakta bir beis görmüyor.

Bu makam sufilerin ‘naz’ makamı dediği makam. Ya da Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlakı’nda dediği gibi kişinin kemal mertebesinden önceki bir adımı olan Allah’a isyan makamı. Yani Allah’a sürekli niyaz etmeliyiz. Ama bir süre sonra Allah’la öyle bir ilişki kuruluyor ki kişi Allah’la tartışmaya da başlayabiliyor.

Eğer bu ayetleri ciddiye aldığımızda, Allah’ın, kişinin kendini Allah’a bu kadar yakın görmesini hoş gördüğünü söyleyebiliriz. Allah İbrahim’e “sen kimsin ki benimle tartışmaya cüret edersin” demiyor ve bu tartışmayı Kuran’a taşıyor. Böylelikle bu olayı Müslümanlık idealinin bir merhalesi olarak önümüze çıkarıyor.

Sanıyorum hala modern zaman seslenen Batılı düşünürler, Kuran’daki bu İbrahim portresinin ideal Müslümana örnek olarak gösterildiğini bilselerdi, din konusundaki düşünceleri daha farklı olurdu. Onların söyledikleri muharref dini yorumları için bir aydınlatma sağlasa da Kuran’da öğretilen ideal din için söylediklerinin pek bir geçerliliği yok.

Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (V)

ESAT ARSLAN · 21 ŞUBAT 2020

“Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim’i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, “Ben seni bütün insanlara önder (imam) yapacağım.” Bakara Suresi, 124. ayet.

“Şüphesiz İbrahim Allah’a itaat eden, hanif bir ümmetti. Ve hiçbir zaman müşriklerden olmadı.” Nahl Suresi, 120. ayet.

Bize geleneksel olarak öğretilen İslam’da kişiden beklenen, sıradanlığının bilincinde olmasıdır, kişinin kendini küçük ve değersiz görmesidir.

Pek çok muharref din yorumunda da böyle olduğu için Bakunin Tanrı ve Devlet kitabında insana hak ettiği değeri verebilmek için Tanrı’nın reddedilmesi gerektiğini söyler.

Oysa Kuran’a baktığımızda ideal Müslüman tam da öyle sıradanlığı ve küçüklüğü kabul etmesi istenen bir figür değildir, tam tersidir.

Yukarıdaki ilk ayete de her Müslüman bireye ayrı ayrı örnek gösterilen İbrahim’in bir önder oluşu vurgulanıyor.

Yani Allah bu ayet yoluyla bize “İbrahim gibi ol. Ve kendini bir önder olarak yetiştir.” Diyor.

İkinci ayetse İbrahim’in tek başına bir ümmet oluşunu öne çıkarıyor.

Yani Allah, İbrahim örnekliğiyle Müslümanlara, kendini tek başına bir ümmet, bir millet ve bir toplum olacak seviyede güçlü, çok boyutlu ve bütünlüklü bir insan olarak yetiştirmelerini salık veriyor.

Bu mertebe, Hazret-i Ali’nin “Sen kendini küçük bir cirm sanıyorsun. Oysa tüm alemler sende saklıdır. Kendi değerini bil” dediği makamdır.

O halde çağımızda ideal Müslüman bireyleri, önder kişilikler olarak ve tek başına bir toplummuş gibi güçlü varlıklar olarak düşünmemiz ve çocuklarımıza böyle hayaller aşılamamız gerekiyor. Elbette ki mezmum bir vasıf olan kibirden arındırılarak…

Özetle son derece güçlü kişilik sahibi bireyler olmalıyız, İbrahim gibi toplumunun güçlülerine meydan okuyacak bir cesarete sahip olmalıyız. İbrahim gibi çağımızın tüm bilgi birikimini kucaklamalıyız, ama zayıfları hor görmemeli, Kuran’ın emri üzere zayıfların hakları için mücadele eden ideal ve mefkure insanları olmalıyız.

Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (VI)

ESAT ARSLAN · 28 ŞUBAT 2020

“Rabbi ona, “İslâm ol!” emrini verince, o “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.” Bakara Suresi, 131. ayet

“100 – “Ey Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et!” 101 – Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. 102 – Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: “Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?” dedi. Çocuk da: “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. 103 – Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah’a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı. 104 – Biz de ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim! ” 105 – “Rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.” 106 – “Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı.” (dedik) 107 – Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. 108 – Kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm bıraktık. 109 – Selam olsun İbrahim’e… 110 – İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız. 111 – Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı. 112 – Ona bir de salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik. 113 – Hem ona hem İshak’a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de hem iyilik yapanlar var, hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.” Saffat Suresi

Hak din ve batıl din arasındaki mukayeselerimizi beş yazıdır İbrahim örneği üzerinden yapıyorduk. Bu yazı İbrahim’in kişiliğinin son yazısı olacak. Ve bu yazıyla beraber İbrahim’in düşünsel macerasını da tamamlamış olacağız.

Yukarıdaki iki ayet bizlere geleneğimiz tarafından İbrahim’in örnekliğinin özü olarak okutulur. Yani İbrahim gibi olmak Allah’a sorgulamadan sual etmeden mutlak manada teslim olmak olarak öğretilir.

Oysa İbrahim’in eriştiği mutlak teslimiyet hali onun Müslümanlığının özü değil, onun hikayesinin son merhalesidir. Yani sufilerin deyimiyle ‘rıza makamı’na varmıştır artık İbrahim.

Daha önceki yazılarda İbrahim’in Allah’a doğru yolculuğunda hangi merhalelerden geçtiğini anlattık. İbrahim her şeyi sorguladıktan sonra Allah’a vardı. Kavmiyle bu uğurda kavga etti. Allah’a vardıktan sonra O’nun dinini sorguladı. Ve sonra Allah’la tartıştı. Allah’la çok yakın dost oldu, vs.

İşte tüm bu süreçlerden sonradır ki İbrahim Allah’tan her şeyiyle razı oldu. Yani ona çok yakın bir dost olarak ancak bundan sonra kendini Allah’a tam manasıyla teslim etti.

Ve Allah’tan o kadar razı oldu ki Allah ona “oğlunu benim için kurban et” dediğinde hiç ama hiç sorgulama gereği duymadan bu emri yerine getirdi.

İşte bu makam İbrahim’in Hegelci imanı bir kez tattıktan ve o makamı aştıktan sonra erdiği Kierkegaardcı iman merhalesidir. Yoksa körü körüne bir iman değildir.

Yani İbrahim Hegelci akli imanın gereğini yerine getirmiş, o merhaleyi aşmış ve artık imanda daha üst bir mertebeye, tam bir teslimiyet mertebesine erişmiştir. Körü körüne bir itaat değil, tüm sorgulamalarının sonunda Allah’ın onu kendisinden daha çok sevdiğini ve ona kendisinin verdiği değerden çok daha fazla değer verdiğini gören bir insanın Allah’ın iradesiyle tam bir barış içinde olma durumudur bu.

İşte eğer biz de çağımızda gerçek Müslümanlığı yeniden hayata dahil edeceksek İbrahim’in hikayesindeki son aşamayı İbrahim’in özü olarak görmemeliyiz. İbrahim’in yaşam hikayesindeki merhaleleri bir bir yaşayarak, tadarak ancak ondan sonra bu rıza makamına ulaşmamız gerekiyor.

Bu körü körüne itaatten çok farklı bir iman ve İslam şuurudur.


Bir Filozof ve Toplum Düşünürü Olarak Hazret-i İbrahim ESAT ARSLAN

 

Kuran’dan Notlar – Bir Filozof ve Toplum Düşünürü Olarak Hazret-i İbrahim

21 Mayıs 2017 Pazar

TEBYİNÜL KUR’AN” DAN TAHRİFÜL KUR’AN ÖRNEKLERİ 9 (İBRAHİMİN MİSAFİRLERİ) \ İsmail Hakkı BAŞDAĞ

“TEBYİNÜL KUR’AN” DAN TAHRİFÜL KUR’AN ÖRNEKLERİ 9 (İBRAHİMİN MİSAFİRLERİ) \ İsmail Hakkı BAŞDAĞ

Yayınlandı: 25 Ekim 2015 / İktibaslarİsmail Hakkı Başdağ
0

Rate This

“Tebyinül Kur’an’dan Tahrifül Kur’an örnekleri” adlı yazı serimize adı geçen eserdeki Hud ve Zariyat surelerinde geçen “İbrahim’in misafirleri” kıssası ile ilgili yapılan yorumları yine adı geçen eserden yaptığımız alıntılarla tahrif olduğunu iddia etiğimiz düşünceleri sayın yazarın eserindeki Kur’an bütünlüğünü hesaba katmadan yaptığı çelişkiler ile ortaya koymak istiyoruz. Önce Hud Suresi 69. ayetinden itibaren başlayan “İbrahim’in misafirleri” kıssası ile ilgili verilen mealleri ve yorumları sayın yazarın internette yayınlanan eserinden yaptığımız alıntılar ile görelim.
—–69- Ve andolsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz müjde ile geldiler; “Selâm!” dediler. O; “Selâm!” dedi, sonra da saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmekte gecikmedi.
Sayın yazar 69. ayet ile ilgili yorumunda, önce “elçilerimiz” (rusuluna) kelimesi hakkındaki düşüncelerini açıklayarak şunları söylemektedir.
“Elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen klâsik kaynaklarda bu elçilerin “melek” olduğu dayatılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise; bu elçiler İbrahim peygamberin o güne kadar tanımadığı, varlıklarından haberdar olmadığı, o yöredeki beşer elçilerdir [peygamberlerdir]. Sayılarının “bir” den fazla olması bu konuda tereddüde mahal vermemelidir; çünkü Yasin Süresinde de bir kente art arda üç elçi gönderildiği bildirilmiştir
Daha önceki yazılarımızda ele aldığımız üzere “melek” kavramı hakkında Kur’an’ı bir düşünce sahibi olmayan sayın yazar “klasik kaynaklardaki dayatma” olarak düşündüğü bu kavrama kendi ön kabulleri doğrultusunda ayrı bir anlam yükleyerek İbrahim (as) a gelen elçilerin “beşer” olduğu dayatmasını yapmaktadır. Bu dayatmayı Yasin Suresinden konu ile alakası olmayan verdiği bir örnekle destekleme yoluna gitmektedir. Sayın yazarın Hacc Suresi 75. ayetine kendi sitesinde verdiği meal çelişkisini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Bu ayete “75-76. Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah’a döndürülür.” şeklinde bir meal veren sayın yazar Hacc Suresi 75. ayetine verdiği meal ile Hud Suresi 69. ayetine verdiği anlam arasındaki çelişkiyi fark ederek tutarlı olmak!! açısından kitap haline getirilmiş mealinin 2011 baskısında o ayeti de tahrif etmek gerektiğini fark ederek Hacc Suresi 75. ayetine, “Allah haberci ayetlerden de elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer” şeklinde bir meal vererek aradaki tutarsızlığı gidermiştir!!.
69. ayetteki “biiclin hanizin” kızartılmış buzağı kelimesi ile ilgili olarak da şu yorumu yapmaktadır
“İbrahim peygamberin misafirlerine sunduğu buzağı, bu Ayette hanîz sözcüğüyle, Zariyat Süresinin 26. ayetindeki semîn sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi –sırasıyla– “kızartılmış” ve “semiz” olarak aktarmışlardır. Ne var ki, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen “kızartılmış” ifadesi ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan “semiz” ifadesi arasındaki çelişkiyi hiç dikkate almayarak bariz bir hata içine düşmüşlerdir. Çünkü misafire tavuk hatta kuzu kızartılıp ikram edilmesi makul olmakla beraber bir buzağının kızartılıp bütünüyle ikram edilmesi akıllardan uzak bir durumdur. Ayrıca gelenekçilerin nitelemelerine göre, konumuz olan Ayetteki buzağı “kızartılmış” yani ölü bir buzağıdır. Zariyat Süresinin 26. ayetinde ise aynı buzağı “semiz” yani canlı bir buzağıdır. Bu durumda iki Ayet arasında bir çelişki söz konusu olmaktadır ki, bu asla mümkün değildir.
Bize göre, bu olaydaki “buzağı” ile kastedilen anlamın teviline o buzağının sıfatları olarak bildirilen “hanîz” ve “semîn” sözcüklerinin gerçek anlamlarından yola çıkarak ulaşmak gerekmektedir. “
Sayın yazar burada kendi ön kabulleri ve vahye tabi olmayan aklını devreye sokarak buzağının kocaman olduğunu dolayısı ile tavuk veya kuzu kızartmasının daha makul!! olduğunu iddia etmektedir. Hâlbuki “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” atasözü gereği İbrahim (as) da misafirlerine evinde olan bir yiyeceği ikram etmeye kalkmıştır. Ayrıca Zariyat Suresi 26. ayetindeki “biiclin seminin” semiz buzağı tabiri ile Hud Suresi 69. ayetindeki “biiclin hanizin” kızartılmış buzağı tabirini çelişki olarak görüp kızartılan bir buzağının ölü, semiz bir buzağının diri olması gerektiğini iddia ederek arada bir çelişki olduğunu iddia etmektedir. Sayın yazar, buzağının kocaman bir hayvan olduğunu ve onun kızartmanın zor olduğunu düşünüp, İbrahim (as) ın misafirleri için “semiz bir buzağıyı” kızartmış olabileceğini düşünmemesi dikkat çekicidir. Madem aklı öne çıkarıyorsun burada da şöyle bir mantık yürütüp de, İbrahim (as) ın” kızartılmış semiz bir buzağıyı” gelebilecek olan misafirleri için her zaman hazır tuttuğu ve gelen Resullere de bu hazır olan “kızartılmış semiz buzağıyı” onlara ikram ettiğini neden hesap etmiyorsun diye biri çıkıp sormaz mı acaba?
“Haniz” kelimesine “lisanul Arap” ta verilen “arıtılmış, içindeki fazlalıklar atılmış” anlamından hareketle bir hayvanı kızartmak için içinin temizlenmesi gerektiği, dolayısı ile İbrahim (as) ın gelen misafirlerine” içi temizlenmiş taze bir buzağı kızartması” sunmuş olacağı anlamını kendi ön kabulleri açısından yanlış olduğunu düşünen yazar” semin” kelimesi içinde” güç veren anlamını kullanmıştır. Ancak Yusuf Suresinde 43. ve 46. ayetlerinde “simanin” olarak geçen bu kelimeye yine kendi yaptığı mealde “semiz” anlamı vermiştir.
Yazar 69. ayet ile gerekli tahrifatları yaptıktan sonra bomba haberi patlatarak şunları yazar.
“Buzağının sıfatları olarak verilen her iki sözcüğün yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının “saf hâlde bulunan” ve “güç veren” bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, biz bu buzağının Araf Süresindeki “aldatıcı sesi olan ceset buzağı” gibi “altın” olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu tevilimize göre, İbrahim peygamber müjdeci elçilere müjdelik olarak “altın” vermiştir.”
“Haniz” kelimesini “saf halde bulunan”, “semin” kelimesini de “güç veren” olarak tahrif eden yazarımız, bomba haberinde, İbrahim (as) ın gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında “altın buzağı hediye ettiği iftirasını pişkinlikle yazmaktadır. Artık burada tahrifi bile şirazesinden çıkarmıştır. Yazarın iddia ettiği gibi İbrahim (as) gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında altın vermesini bir an için kabul ettiğimiz düşünecek olursak hediye edilen altın buzağı müjde verilmeden öncedir. Hangi gelenekte müjde verilmeden önce hediye verildiğini sayın yazar burada belirtmemiştir. Sayın yazar konuya şu şekilde devam etmektedir.
“Ayetten anlaşıldığına göre, İbrahim peygamberin ikram olarak takdim ettiğine [‘altın’a], misafirleri [elçiler] el sürmemişler, daha doğrusu sürememişlerdir. Çünkü onlar elçidir ve daha evvel birçok Ayette bildirildiği gibi, görevleri gereği yaptıklarına karşılık herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir.
Verilen hediyeyi almamaları üzerine İbrahim peygamberin korkuya kapılmasından, verilen hediyenin veya yapılan ikramın reddedilmesinin o günün geleneğinde husumet ve düşmanlık belirtisi sayıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim peygamber gaybı bilmediği, kendileri açıklayıncaya kadar misafirlerin elçi olduğunu anlamadığı için geleneğe göre düşmanca sayılan bu davranıştan dolayı korkuya kapılmıştır.
Bu durumdan çıkan bir diğer sonuç da Allah bildirmediği sürece peygamberlerin gaybı bilmesinin mümkün olmadığıdır.”
“İbrahim’in misafirleri” kıssası Kur’an’da 3 yerde geçmektedir. Hud Suresindeki kısmında, yazarın iddia ettiği verilen müjde karşılığında altın buzağının!! hediye edilmesi İbrahim (as) a çocuk müjdesi verilmeden önce, Hicr Suresindeki kısmında altın buzağı!! hediye edilmeden müjde verilmektedir, Zariyat Suresindeki kısmında ise altın buzağı!! hediye edilmesi verilen müjdeden öncedir. Kıssanın Hicr ve Zariyat Surelerinde geçen bölümlerinden görüldüğü üzere İbrahim (as) gelenekleri ters yüz ederek müjde verilmeden önce gelen müjdecilerin hediyesini takdim etmeye kalkmıştır!!. Hâlbuki Kur’an dışı ön kabuller ile kıssaya bakmak yerine Kur’an’ı bir gözle bakmayı deneseydi böyle saçma ve iftira dolu bir çıkarımda bulunup kendini tirajı-komik bir duruma düşürmeyebilirdi.
Kıssaya baktığımız zaman, gelen misafirlerin insan şeklinde gelmeleri hasebiyle onların tanımayan İbrahim (as) onlara diğer misafirlerine ikram ettiği gibi ikramda bulunmuştur. Zariyat Suresi 27. ayetinde gördüğümüz üzere onlar “ele te’kulun” diye yemelerini teklif etmiştir. İkram edilen “kızartılmış semiz buzağı” eğer sayın yazarın iddia ettiği gibi “altın buzağı” olsaydı misafirler bunu nasıl yiyeceklerdi? Ya da eğer bu yenmesi gereken bir şey olmasaydı İbrahim (as) neden “yemez misiniz” diye sormuştur? Yazar Zariyat Suresi 27. ayetindeki “ele te’kulun” yemez misiniz? Kelimesini de “nasiplenmez misiniz” şeklinde çevirerek bunu da halletme! yoluna gitmiştir.
71. ayetteki karısının ayakta olması ile ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır yazarımız.
“Ayette İbrahim peygamberin karısının gâime olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade mealciler tarafından genellikle “ayakta dikiliyordu” şeklinde çevrilmiştir. Hâlbuki kıssadaki anlatıma göre olayların gelişiminde İbrahim peygamberin karısının ayakta durmasının veya oturmasının yahut da yatmasının hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla buradaki gâime ifadesinin başka bir anlamı olmalıdır.
Bize göre, buradaki gâimelik “ayaklanmışlığı, başkaldırmışlığı” ifade etmektedir. Buna göre, İbrahim peygamberin karısının gâime oluşu, onun kocası ile arasının açık olduğunu ifade etmektedir. Bu durum, İbrahim peygamber ile karısının ayrılma, boşanma safhasında olduklarını göstermektedir. Nitekim gıyâm sözcüğü “siyasî başkaldırma” anlamında olup sözcüğün Kur’an’da bu anlamda kullanıldığı birçok Ayet vardır:
Ayetteki “gaimetün” kelimesinden İbrahim (as) ın karısının ona başkaldırdığı ve boşanma safhasında oldukları çıkarımını yapan sayın yazar gelen Resullerin İbrahim (as) ın eşine hitaben ”Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir ey ev halkı” demesi ile İbrahim (as) ın karısının ona başkaldırmış biri olduğunu ve boşanma safhasında nasıl bağdaştırdığını anlamak zordur desek bizim için pek zor değildir. Sayın yazarın bu ve bundan önceki yazılarımızda örneklerini verdiğimiz tahriflerinden çıkardığı sonuçlar bu çıkarmış olduğu sonuçlar ile aynı sayılır.
Bu tahrifini 72. ayet içine koyduğu parantez ile pekiştirmeye çalışan yazar bu ayete verdiği mealde açtığı parantez içi yorum dikkate şayandır. (O [İbrahim’in karısı] dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir “acuz” um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!) Ön kabulleri doğrultusunda yaptığı parantez içi tahrif ile İbrahim (as) ı bile incitmekten çekinmeyen yazar başkalarını mesnetsiz nakiller ile suçlayıp kendisinin mesnetli!!! nakillerini bu şekilde yapmaktan imtina etmemektedir.
Sayın yazarın eserinin birçok yerinde olduğu gibi burada da kelimelerle nasıl oynadığının örneğini “acuzun” kelimesi üzerine yazdıklarından örnekler vermek istiyoruz.
ACÛZ SÖZCÜĞÜ:
Bu sözcük “yaşlı” demek olduğu gibi, “geniş kalçalı” veya “kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım” anlamlarına da gelmektedir. [52–20]
Yukarıdaki anlamlardan ele aldığımız konuya en uygun düşeni sonuncusudur. Çünkü İbrahim peygamberin karısının 72. ayette bildirilen Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir ‘acûz’um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey şeklindeki sözleri, onun genç, doğurmaya elverişli bir kadın olduğunu göstermekte, buna karşılık İbrahim peygamberi ise yaşlı (Zariyat Süresinin 26. ayetine göre agîm, kısır) biri olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla İbrahim peygamberin karısı, verilen müjdeye kocasının yaşlılığı ve kısırlığı dolayısıyla gülmüştür. Onun bu anlayışı, içinde bulunduğu durum sebebiyle kendini nitelediği ‘acûz’ sözcüğünü “zavallı, çileli, dengini bulmamış” anlamında kullanmış olmasını gerektirmektedir. Nitekim müjdeye şaşıran İbrahim peygamber de –Hicr Suresi’nde– şaşkınlığına gerekçe olarak yaşlılığını göstermiş, karısı ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır:
Kelimeler üzerinde nasıl oynadığını görmek için A-CE-ZE kelimesinin lügat anlamını ele almak istiyoruz. Bu kelime “elmüfredat” ta şu şekilde açıklanmaktadır. “insanını arka geri kısmı tarafı(yani kaba eti). Başak şeylerin arka geri kısmı da buna benzetilmiştir (kamer S. 20 örneğinde). “aczun” sözcüğü temelde” bir şeyden geride arkada olmak ya da kalmak ve onun bir işin, meselenin “aczunda” yani arkasında meydana gelmesi demektir. Yaygın kullanımda “bir nesneyi yapmada eksik gelmenin, ona güç yetirememenin anlamı” haline gelmiştir. “kudret” sözcüğünün zıddıdır. “EL ACUZ” (kocakarı) pek çok işi yapmaktan ACİZ kaldığı için böyle adlandırılmıştır.
Yazarın bu kelimeye verdiği “geniş kalçalı” veya “kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım” “anlamları “aceze” kelimesinin esas anlamları ile bir alakası yoktur. Verdiği anlama göre İbrahim (as) ın karısı genç ve doğurgan ve kara bahtlı zavallı bir kadındır!!, Şuara S. 171. ayetinde ve Saffat S. 135. ayetinde Lut (as) ın hanımı içinde “acuzen” şeklinde kullanılan bu kelimeye de “zavallı ve bahtsız” kadın olarak meal veren yazar o kadının ve İbrahim (as) karısının acaba Resul karıları oldukları için mi zavallı ve bahtsız şeklinde bir meal vermiştir. Lut (as) ın karısının ona iman etmediği ve geri kalıp helak olanlardan olduğu malumdur. Sayın yazara göre İbrahim (as) ın karısının “acuzluğu” Lut (as) ın karısı gibi bir müşrik olması mıdır? Yoksa haşa İbrahim (as) gibi bir kocaya düşerek dengini bulmamış, zavallı, bahtsız kadın olması mıdır? Bu tarafı izaha muhtaçtır.
Parantez içi tahrif yapmadan” Vay, dedi, doğuracak mıyım? Ben bir acuz, kocam da bu bir pir iken, her halde bu çok acîb bir “şey” olan Hud S. 72. ayetinin mealine bakarsak İbrahim (as) ın karısının ah vah etme sebebi kocasının ve kendisinin çocuk sahibi olmayacak kadar yaşlı olmalarıdır. Ancak sayın yazar tahrifte şiraze tanımayıp gelen Resuller konusunda onları “beşer” yapmakla yetinmeyip İbrahim (as) ın karısı üzerinde kelime üzerinden spekülasyonlar yapıp adeta “tahrifte sınır yoktur” sloganı ile yola çıkmasının hakkını vermeye çalışmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (CC) BİLİR.

ibrahimin ateşi

İbrahim’in yakılması konusu

Bu konunun birtakım rivayetlerin etkisinden çıkarılıp Kur’an’daki ifadelerin gerçek anlamları doğrultusunda tahlil edilmesi gerekir. Bu konu Tebyin çalışmamızda (Hakkı Yılmazın tefsiri kastediliyor) yeterince incelenmiştir. Biz Teybindeki pasajı burada naklediyoruz: Konu ile ilgili ayetler üç ayrı surede yer almaktadır:



* Onlar [kavmi]: “Eğer yapanlarsanız, şunu tahrik edin [yandırın] ve tanrılarınıza yardım edin” dediler. Biz: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” dedik.Ve ona bir düzen (KEYD) kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğramışlar kıldık. (Enbiya/68- 70)

Onlar: “Şunun için bir duvar yapın da (BİNA BİNA EDİN) bunu cahimin [çılgınca yanan ateşin] içine atın!” dediler.Onlar, ona [İbrahim’e] tuzak kurmak (KEYD) istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. (Saffat/97, 98)

Sonra onun [İbrahim’in] toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya tahrik edin [yandırın]” demeleri oldu. Sonra da Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır. (Ankebut/24)

(MYNOT:
1 - NEDEN ÖLDÜRMEK İSTEDİLER,YAKMAK İSTEDİLER DEĞİL DE TUZAK KURMAK İSTEDİLER? (NEDEN? NEDEN? açıklamalar, tefsirler  bu sorunun cevabını verebilmeli, vermiyorsa veremiyorsa yanlıştır.)

2 - YAKARAK TUZAK KURULABİLİR Mİ?
3 - NASIL BİR ATEŞ Kİ, BU ATEŞ İLE TUZAK KURUYORLAR?
4 - DİKKAT TAHRİK EDEREK/KIZDIRARAK? TUZAK KURACAKLAR / DÜZEN KURACAKLAR 

VEYA
TUZAĞA DÜŞÜREREK / DÜZENLE TAHRİK EDECEKLER)


“ حرّقواHarrikû” sözcüğü “ حرقhrq” kökünden, tef’ıl babından çoğul emir kipidir. Bu sözcüğün mastarı olan “ تحريقtahriq” sözcüğü “ateşlendirme” anlamıyla Türkçeye de geçmiştir. (Bir de “hareket” kökünden gelen “harekete geçirme, kışkırtma” anlamında “ تحريكtahrik” sözcüğü vardır. Kaf ve Kef harfleri Türkçede s+adece “k” harfiyle ifade edildiğinden karıştırılabilmektedir.)

Sözcüğün kökü olan “ ح ر قhrq”, “ ateşin alevi”nden gelmektedir. Tahrik, “ateşin bir şey üzerindeki etkisi” demektir. Hastalık nedeniyle gözdeki yanma, hastalıklar nedeniyle kalpteki sızı; soğuk, sıcak ve rüzgâr etkisiyle bitkilerin yanması, acı ve tuzlu şeylerle ağızda oluşan acılar da bu sözcükle ifade edilir. (Lisanü’l Arab, c.2 , s. 404- 406)

Bu durumda bu sözcük “sıkıntı verme, eziyet çektirme, mahvetme” anlamlarında da kullanılabilir. Nitekim Türkçede belaya, sıkıntıya düşüldüğünde “ben yandım, bittim, mahvoldum” denildiği gibi, ani bir sıkıntı geldiğinde de “yandım anam!” denir.

Ankebut/24’te “Onu öldürün veya tahriq edin [yandırın]” ifadesi dikkat çekmektedir.
Bu ifadeye göre İbrahim’e iki cezadan biri verilecektir:
Ya ölüm ya da “tahriq”.
“Tahriq” eyleminde İbrahim’in öldürülmesi söz konusu değildir.
Onu öldürmeyip mahvedeceklerdir.


Enbiya/70 ve Saffat/98’e göre, toplumu İbrahim’i tahriq’ten sonra plan kurmuşlardır. İbrahim’i yakıp yok edecek olsalar İbrahim’e tuzak kurmalarına gerek kalmazdı. Onlar “İbrahim’e nasıl eza edebiliriz, sıkıntı çektirebiliriz ve mahvedebiliriz?” diye plan kurmuş olmalıdırlar.
“Cahim” ve “Nar” sözcükleri de her zaman gerçek anlamı olan “ateş” anlamında kullanılmaz. Mecazen aşırı sıkıntı anlamlarında da kullanılır.


SAFFAT 97
(MYNOT: BİNA İFADESİ İLGİNÇ, BİR YAPI YADA YAPILANMA OLUŞTURULUYOR, İBRAHİMİ ATEŞE ATMAK İÇİN - SAFFAT 98 VE ENBİYA 70 TEKİ TUZAK İFADESİYLE AYNI ŞEY KASTEDİLİYOR İSE
BU YAPI YADA YAPILANMA TOPLUMSAL BİR BİNA/YAPILANMA OLABİLİR VE İBRAHİM BU YAPININ İÇİNDE TUZAĞA DÜŞÜRÜLMEK İSTENİYOR OLABİLİR,
TAHRİQ EDİLMİŞ TOPLUMUN İÇİNDE, YADA TOPLUMUN ÖNÜNDE TAHRİQ EDİLEREK İBRAHİM TUZAĞA DÜŞÜRÜLMEK VE ÖFKE ATEŞİNİN İÇİNDE YAKILMAK İSTENİYOR OLABİLİR,
BİNANIN BAZI MEALLERDE MANCINIK İLE MEALLENDİRİLMESİ DE İLGİNÇ, OLUŞTURULAN YAPI BİR MANCINIK/BİR TUZAK GİBİ ÇALIŞACAK VE ONU ATEŞE / TAHRİQE ATACAK
MANCINIK = HALKI TAHRİQ EDECEK/KIZDIRACAK/GALEYANA GETİRECEK/HALKI ATEŞLEYECE TUZAK SORULAR OLABİLİR Mİ?
TUZAK SORULARA VERDİĞİ
HAYDİ SEN DE GÜNEŞİ BATIDAN DOĞDUR CEVABI İLE ATEŞ SERİNLEMİŞ OLABİLİR Mİ?)


Kâl-û-bnû lehu bunyânen fe elkûhu fîl cahîm(cahîmi).
1.kâlû: dediler
2.ibnû: bina edin, inşa edin
3.lehu: ona, onun için
4.bunyânen: binalar, üst üste inşa edilen şeyler, mancınık
5.fe: sonra
6.elkû-hu: onu atın
7.fî el cahîmi: alevli yanan ateşin içine

İmam İskender Ali Mihr:"Onun için yüksek binalar (mancınık) inşa edin. Sonra da onu alevlerle yanan ateşin içine atın!" dediler.
Diyanet İşleri:Kavmi, “Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın” dedi.
Abdulbaki Gölpınarlı:Onun için bir yapı yapın da demişlerdi, atın onu ateşe.
Adem Uğur:Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.
Ahmed Hulusi:Dediler ki: "Onun için bir bina yapın da Onu, yakanın (ateşin) içine atın!"
Ahmet Tekin:Onlar: 'Büyük ocaklar çatın, derhal onu alevlerin arasına atın.' dediler.
Ahmet Varol:Dediler ki: 'Onun için bir bina yapın da kendisini (oradan) alevli ateşe atın.'
Ali Bulaç:Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın."
Ali Fikri Yavuz:(Onlar şöyle) dediler: “- İbrahim için (duvarla çevrili) bir bina yapın da, onu ateşe atın.”
Bekir Sadak:Putperestler: «Onun icin bir yapi yapin da onu oradan atesin icine atin» dediler.
Celal Yıldırım:Onlar, «bunun için bir bina yapın da (içine odun yakın ve) kendisini o Cehennem gibi ateşe atın» dediler.
Diyanet İşleri (eski):Putperestler: 'Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atın' dediler.
Diyanet Vakfi:Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.
Edip Yüksel:Dediler ki, 'Onun için bir yapı kurun ve onu ateşe atın.'
Elmalılı Hamdi Yazır:Haydin dediler, bunun için bir bina yapın ve bunu ateşe atın
Elmalılı (sadeleştirilmiş):Haydi, bunun için bir bina yapın ve bunu ateşe atın! dediler.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Onlar: «Haydin onun için bir yapı yapın da onu ateşe atın.» dediler.
Fizilal-il Kuran:Puta tapanlar: «Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın» dediler.
Gültekin Onan:Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın."
Hasan Basri Çantay:Dediler: «Onun için bir bina yapın da alevli ateşe atın onu».
Hayrat Neşriyat:(Onlar ise:) 'Onun için bir binâ yapın da, onu ateşe atın!' dediler.
İbni Kesir:Haydin; dediler, onun için bir bina yapın da onu alevli ateşe atın.
Muhammed Esed:Onlar, "Bir odun yığını hazırlayın ve o'nu yanan ateşin içine atın!" diye bağırdılar.
Ömer Nasuhi Bilmen:Dediler ki: «Bunun için bir bina yapınız da bunu bir ateş içinde bırakınız.»
Ömer Öngüt:Dediler ki: "Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın!"
Şaban Piriş:-Onun için bir bina yapın, onu ateşin içine atın! dediler.
Suat Yıldırım:Sonunda: "Haydin, dediler, onun için bir odun yığını hazırlayın da onu ateşin içine atın!."
Süleyman Ateş:"Onun için bir bina yapın da onu (o binâda) ateşe atın" dediler.
Tefhim-ul Kuran:Dediler ki: «Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın.»
Ümit Şimşek:'İbrahim için bir fırın yapın,' dediler. 'Ve onu ateşe atın.'
Yaşar Nuri Öztürk:Dediler: "Şunun için bir bina yapın da bunu ateşin ortasına fırlatın!"

SAFFAT 98
(MYNOT: İKİ SEÇENEKTEN BİRİNİ İRADE EDİYORLAR/İSTİYORLAR
ÖLÜM VEYA TAHRİQ
ÖLÜMÜ DEĞİL TUZAĞI YANİ TAHRİKİ SEÇİYORLAR)
Fe erâdû bihî keyden fe cealnâ humul esfelîn(esfelîne).
1.fe erâdû: bunun üzerine istediler, sonra istediler
2.bi-hi: ona
3.keyden: tuzak
4.fe cealnâ: bunun üzerine, sonra biz kıldık
5.hum: onları
6.el esfelîne: esfelîn (en çok sefil olanlar)



ENBİYA 68
(MYNOT: HARRİKU KELİMESİ İLE YAKIN DENMESİ İLGİNÇ, TAHRİK/HAREKET KELİMELERİ İLE AKRABA OLAN KELİME BİNA-TUZAK-HARRİKU(TAHRİK) KELİMELERİ İLE BİRLİKTE DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE TOPLUMSAL BİR BİNA, TOPLUMSAL BİR TUZAK, TAHRİK EDİLMİŞ TOPLULUĞUN İÇİNE ATILMAK GİBİ BİR SENARYOYA GÖTÜRÜYOR BİZİ)

Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).
1.kâlû: dediler
2.harrikû-hu: onu yakın
3.vansurû (ve unsurû): ve yardım edin
4.âlihete-kum: ilâhlarınıza
5.in kuntum: eğer siz iseniz
6.fâılîne: yapanlar

 ENBİYA 69
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme).
1.kulnâ: biz dedik
2.yâ nâru: ey ateş
3.kûnî: ol
4.berden: soğuk
5.ve selâmen: ve selâmet (zararsız)
6.alâ ibrâhîme: İbrâhîm'e

ENBİYA 70
(MYNOT: İLGİNÇ BİR İFADE : ONA TUZAK KURMAK İSTEDİLER DENİYOR
YANİ ÖLDÜRME SEÇENEĞİ KABUL GÖRMEMİŞ

TAHRİQ SEÇENEĞİ KABUL GÖRMÜŞ
TAHRİQ İÇİN TUZAK KURULMUŞ)


Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).
1.ve erâdû: ve istediler
2.bi-hi: ona
3.keyden: tuzak, hile
4.fe ceal-nâ: böylece yaptık, fakat kıldık
5.hum: onlar
6.el ahserîne: daha çok hüsranda olanlar

İmam İskender Ali Mihr:Ve ona tuzak kurmak istediler. Fakat Biz, onları daha çok hüsrana düşürdük.
Diyanet İşleri:Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna düşürdük.
Abdulbaki Gölpınarlı:Onlar, İbrâhim'e bir düzen kurmak istedilerse de biz, onları en büyük bir ziyâna uğrattık.
Adem Uğur:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Ahmed Hulusi:Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık!
Ahmet Tekin:Ona bir kötülük planı hazırlamak istediler. Fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Ahmet Varol:Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz asıl kendilerini hüsrana uğrattık.
Ali Bulaç:Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Ali Fikri Yavuz:İbrâhîm’e bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz, kendilerini daha ziyade hüsrana düşürdük. (üzerlerine sinek musallat ederek onları helâk ettik).
Bekir Sadak:Ona duzen kurmak istediler, fakat Biz onlari husrana ugrattik.
Celal Yıldırım:İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Biz de onları hüsrana uğrattık.
Diyanet İşleri (eski):Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları hüsrana uğrattık.
Diyanet Vakfi:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Edip Yüksel:Böylece onun için bir plan uygulamak istediler de biz onları başarısızlığa mahkum ettik.
Elmalılı Hamdi Yazır:Ona bir dolab kurmak istediler, biz de daha ziyade kendilerini husrâna düşürdük
Elmalılı (sadeleştirilmiş):O'na bir dolap kurmak istediler, fakat Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Ona düzen kurmak istediler, fakat biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.
Fizilal-il Kuran:Onlar O'nu tuzağa düşürmek istediler. Biz ise onları en ağır hüsrana uğrattık.
Gültekin Onan:Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Hasan Basri Çantay:Ona (böyle) bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini daha ziyâde hüsrana düşenler (den) kıldık.
Hayrat Neşriyat:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat kendilerini daha çok hüsrâna uğrayanlar kıldık.
İbni Kesir:Ona düzen kurmak istediler. Ama Biz, onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Muhammed Esed:Bu arada onlar İbrahim'e tuzak kurmaya çalıştılar; ama Biz onların bütün yapıp ettiklerini boşa çıkardık:
Ömer Nasuhi Bilmen:Ve O'na bir hud'ada bulunmak istediler. Biz de onları ziyâde hüsrâna uğramış kimseler kıldık.
Ömer Öngüt:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrattık.
Şaban Piriş:-Ona bir tuzak kurmak istediler. Ama onları hüsrana uğrattık.
Suat Yıldırım:Hülasa onu tuzağa düşürmek istediler ama, Biz asıl onları hüsrana uğrattık. Asıl tuzağa düşenler kendileri oldular.
Süleyman Ateş:Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de, asıl kendilerini hüsrâna uğrattık.
Tefhim-ul Kuran:Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Ümit Şimşek:Onlar İbrahim'i tuzağa düşürmek istediler; Biz ise onları hüsranın en büyüğüne attık.
Yaşar Nuri Öztürk:Ona tuzak kurmak istediler de biz onları hüsranın en beterine uğrayanlar yaptık.

 ANKEBUT 24
(ONU ÖLDÜRÜN VEYA YAKIN DENİYOR)
YAKIN/YANDIRIN KELİMESİ YİNE "HARRİQU" KELİMESİ İLE İFADE EDİLİYOR


فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrýkûhu fe encâhullâhu minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
1.fe: bunun üzerine, buna rağmen
2.mâ kâne: olmadı
3.cevâbe: cevap
4.kavmi-hi: onun kavmi
5.illâ: den başka
6.en kâlûktulû-hu: "onu öldürün" demek
7.ev: veya
8.harrıkû-hu: onu yakın
9.fe: böylece, bunun üzerine
10.encâhullâhu (encâhu allâhu): Allah onu kurtardı
11.min en nâri: ateşten
12.inne: muhakkak
13.: içinde, de vardır
14.zâlike: bu, işte bu
15.le âyâtin: elbette âyetler
16.li kavmin: bir kavim için
17.yu'minûne: mü'min olurlar

BAKARA 258
(MYNOT: AYET BİZE ŞUNU ANLATIYOR SANKİ:
MUSA İLE FİRAVNUN SİHİRBAZLARI/BİLGİNLERİ ARACILIĞI İLE HALKIN ÖNÜNDE GİRDİKLERİ TARTIŞMANIN BENZERİ, YAPILDI,
HALKIN KUTSAL DEĞERLERİNE YÖNELİK SORULAR İLE İBRAHİM TAHRİK EDİLECEK/TUZAĞA DÜŞÜRÜLECEK
VE NETİCEDE HALK TAHRİQ EDİLECEK/GALEYANA GELECEK
VE İBRAHİM ÖFKE ATEŞİNE ATILACAK İDİ,
ANCAK TARTIŞMAYI İBRAHİM KAZANDI)

258- Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: 'Benim Rabbim diriltir ve öldürür' demişti; o da: 'Ben de öldürür ve diriltirim' demişti. (O zaman) İbrahim: 'Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir' deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.............