22 Ağustos 2012 Çarşamba

kuşlar BAKARA 260 HAKKI YILMAZ TEFSİRİ


260.        Bir zamanlar İbrâhîm de, “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. O [Allah], “İnanmadın mı ki?” dedi. O [İbrâhîm], “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye” dedi. O [Allah], “Hemen kuşlardan dördünü tut da onları kendine alıştır. Sonra her dağın üzerine onlardan bir parça kıl [bırak]. Sonra da onları [kuşları] çağır, koşa koşa sana gelecekler. Ve bil ki, Allah, azîz'dir, hakîm'dir” dedi.
Bu âyette insanlara, yeniden dirilmenin kanıtlarından biri, İbrâhîm peygamber aracılığıyla gösterilmektedir. Şöyle ki: ‘Kuşların İbrâhîm'e alışması ve çağırdığında gelmesi’ ile ‘ölünün dirilmesi’ arasında bir benzerlik kurulmuştur.
Âyetten anlaşıldığına göre İbrâhîm peygamber ölülerin diriltileceğine inanıyor, fakat kalbinin mutmain olmasını istiyordu. Bu âyetle insanlığa, tam bir imana sahip olabilmeleri için eksik bilgilerini tamamlamaları, sorgulamadan çekinmemeleri gerektiği mesajı verilmektedir. Özellikle de toplumun önüne çıkan kimselerin bilgili, becerili ve toplumu ikna edecek ölçüde zihinsel donanıma sahip olmaları gerekir. Aynı hususa Hûd sûresi'nde de dikkat çekilmişti:
Artık onlar [dünyayı isteyenler], hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini O'ndan [Rabbinden] bir şâhidin takip ettiği ve de kendinden önce [önünde] bir önder ve rahmet olarak Mûsâ'nın kitabı bulunan kimse gibi midir? İşte onlar [böyle olanlar], ona [Kur’ân'a] inanırlar. Hangi hizibden olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaad edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de bundan [Kur’ân'dan] şüphe içinde olma. Kesinlikle o, Rabbinden bir hakktır/gerçektir. Fakat insanların çoğu iman etmiyorlar. (Hûd/17)

Bu hâdiseyle ilgili hayal mahsulü birçok hikaye icat edilmiştir ki bunlardan bir kısmını aktarıyoruz:
Hz. İbrâhîm'i böyle bir talepte bulunmaya itenin ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Denildi ki: “Yüce Allah o'na kendisini halil edineceğine dair vaadde bulunmuştu. O da buna dair bir alamet istedi.” Bu açıklama es-Saib b. Yezid'e aittir. Bir diğer görüşe göre de Numruz'un, “Ben diriltir ve öldürürüm” demesi üzerine Allah'tan böyle bir istekte bulunmuştur. el-Hasen der ki: O bir leş görmüştü. Bunun yarısı karada yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanıyordu. Diğer yarısı ise denizde idi. Deniz hayvanları tarafından darmadağın ediliyordu. Hz. İbrâhîm bu leşin darmadağın olduğunu görünce bunun bir araya gelişini görmek istedi. Ne şekilde darmadağın olduğunu gördüğü gibi, ne şekilde bir araya getirildiğini görmekle kalbinin mutmain olması istediğinde bulundu. Bunun üzerine o'na, “Dört kuş al” buyurdu. Bu dört kuşun horoz, tavus, güvercin ve karga olduğu söylenmiştir. Bunu İbn İshâk ilim ehli birisinden nakletmektedir. Mücâhid, İbn Cüreyc, Atâ b. Yesar ve İbn Zeyd de böyle demiştir.
İbn Abbâs ise, karga yerine turna kuşunu zikreder. Yine İbn Abbâs'tan güvercin yerine kartal dediği de nakledilmiştir.
Hz. İbrâhîm emrolunduğu şekilde bu kuşları aldı. Bunların kafalarını kesti, sonra küçük parçalara böldü. Daha bir hayret verici olsun diye kanlarını ve tüylerini de katarak hepsinin etlerini birbirine karıştırdı. Daha sonra bu toplu karışımdan her bir dağın tepesine bir parça koydu, o da bu parçaları göreceği bir yerde durdu. Kestiği kuşların kafasını da elinde tuttu, sonra da, “Yüce Allah'ın izniyle geliniz!” dedi. Bu parçalar, kanlar, tüyler her birisi kendi bedenine doğru uçuştu, sonunda önceki hâli gibi bir araya geldi ve başsız kaldılar. Hz. İbrâhîm bir daha seslenince ayakları üzerine koşarak ona geldiler.[1]
İbrâhîm (a.s) kuşları kesip, onları parçalayarak, her dağın tepesine onların karışımından birer parça koyup da, sonra da onları çağırdığında, karışım içerisindeki her bir cüz kendi parçasına doğru uçmaya başladı. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm'e, “Her parça kendi parçasına doğru koştuğu gibi, kıyâmet gününde de, her parça kendi parçasına doğru uçar. Böylece de bedenler teşekkül eder ve rûhlar onlarla birleşir” denildi.
Bu dört kuş, canlıların ve bitkilerin bedenlerinin kendisinden meydana geldiği dört esas rükne, asla işarettir. Bu işaret ise şöyledir: Sen, bu dört kuşu birbirinden ayırdedemediğin sürece senin rûhun rubûbiyyet göklerine ve kudsiyyet âleminin safalarına uçamaz, yükselemez.
İbrâhîm (a.s), özellikle bu dört kuşu seçip aldı. Çünkü tavus kuşu insanın kalbindeki zînet, makam ve yükselme sevgisine işarettir. Nitekim Hakk Teâlâ, Nefsin isteklerini sevme insanlara süstü gösterildi (Âl-i İmrân/14) buyurmuştur. Kerkenez kuşu da, yemeye çok düşkün olmaya işarettir; horoz, şehvetperestliğe işarettir; karga da, derleyip toplamaya olan ihtiras ve tutkuya işarettir. Çünkü karganın, gece-gündüz uçup, çok soğuk günlerde bile bir şeyler toplama arzusu içinde olması, onun bu hırsından ileri gelmektedir. Burada şuna işaret edilmektedir: İnsan, nefsinin ve tercihinin şehvetini kırma; hırsını alt edip onu yenme ve başkaları için süslenmeyi terketme hususunda çaba sarfetmediği müddetçe, kalbinde Allah'ın celâlinin nûrlarından feyezan eden bir rahatlık duyamaz.[2]
Nakillerde görüldüğü üzere, İbrâhîm peygamber dört kuş alıp keserek tüylerini yolar ve onları parçalar, parçaları da birbirine karıştırır ve o karışımdan da bir kavle göre dört, diğer kavle göre yedi dağın başına birer parça koyar. Sonra çağırır, o kuşlar birleşmiş ve canlanmış olarak koşa koşa İbrâhîm peygambere gelirler. Oysa âyette böyle bir şeyden bahsedilmez. Eğer böyle olsaydı, 159. âyetin tahlilinde açıkladığımız gibi hâdise iman meselesi olmaktan çıkar, deneysel bilgi meselesi olurdu.
Burada kuşlar ile İbrâhîm arasında oluşan bağa dikkat çekilerek, Allah ile yarattıkları arasında da öyle bir bağın bulunduğu, bunun da ölümden sonra dirilmeye kanıt olduğu beyân ediliyor. Dirilmeye kanıt olarak birçok örnek verilmiştir:
Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? Sonra bir alak [embriyon] idi de sonra onu yaratmış, sonra da düzene koymuştur; ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyâmet/36-40)
Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah'ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir. (Ahkâf/33)
Gerçekten Biz, evet Biz, hayat veririz ve öldürürüz. Dönüş de yalnız Bizedir. (Kaf/43)
Öyleyse Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir. (Rûm/50)
Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir (ölmüş çürümüş insanlara) hayat vermek. (Fâtır/9)



[1]              Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
[2]              Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

3 yorum:

  1. 260. Bir zamanlar İbrâhîm de, “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. O [Allah], “İnanmadın mı ki?” dedi. O [İbrâhîm], “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye” dedi. O [Allah], “Hemen kuşlardan dördünü tut da onları kendine alıştır. Sonra her dağın üzerine onlardan bir parça kıl [bırak]. Sonra da onları [kuşları] çağır, koşa koşa sana gelecekler. Ve bil ki, Allah, azîz'dir, hakîm'dir” dedi.
    Bu âyette insanlara, yeniden dirilmenin kanıtlarından biri, İbrâhîm peygamber aracılığıyla gösterilmektedir. Şöyle ki: ‘Kuşların İbrâhîm'e alışması ve çağırdığında gelmesi’ ile ‘ölünün dirilmesi’ arasında bir benzerlik kurulmuştur.
    Âyetten anlaşıldığına göre İbrâhîm peygamber ölülerin diriltileceğine inanıyor, fakat kalbinin mutmain olmasını istiyordu. Bu âyetle insanlığa, tam bir imana sahip olabilmeleri için eksik bilgilerini tamamlamaları, sorgulamadan çekinmemeleri gerektiği mesajı verilmektedir. Özellikle de toplumun önüne çıkan kimselerin bilgili, becerili ve toplumu ikna edecek ölçüde zihinsel donanıma sahip olmaları gerekir. Aynı hususa Hûd sûresi'nde de dikkat çekilmişti:

    anlamakta zorluk çektiğim inanan bir peygamber allaha öldükten sonra tekrar nasıl dirilceğini sorma ihtiyacı hisseder inanmayan bir insan bu soruyu sormazmı inanan insan için bu soru mantıksız değilmidir ibrahim peygamber olmuş ve kalbi kanaat getirmiyor yuce allahta inanmadınmı diye karşılık veriyor ne dersiniz hocam siz peygamber olsanız öldükten sonra dirilme olayını kabul edip rıza göstermezmisiniz inandığınız için bu soruyu allaha sorma ihtiyacı içerisinde olmazsınız. kim açıklayabilir bu sorunun cevabını

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayette zaten iman etmediği için sormuyor, daha detaylı bilmek anlamak için soruyor. İnsan daima evreni daha iyi anlamaya çalışmalıdır. Kur'anda 3 peygamber sorusu var; Nuh'un "oğlum neden öldü?" sorusu, Musa'nın Allah'ı görmek için sorduğu soru ve İbrahim'in, yaratılışın detayını anlama sorusu. bu sorulardan sadece İbrahimin sorusu olumlu karşılanmış, ayetteki gibi yanıtlanmıştır. Galiba Enam suresinde, "biz ibrahime göklerin ve yerin melekutunu gösterdik" diyor. İşte İbrahim, göklerin yerin sırlarına ermiş, bunun sebebi de sorgulaması, daha iyi anlamak istemesi. PEygamber bile olsanız bu merak doğaldır, sorgulamak kötü bir şey değildir,daha iyi anlamanızı sağlar. anladıkça daha çok iman edersiniz. Mesela bir müslüman iman eder, ama DNA 'nın sırlarını öğrenirse imanı daha da parlar, cilalanır, allah'a saygısı tekrar tazelenir....

      Sil
    2. 2 çeşit sorgulama vardır: Yapıcı sorgulama, yıkıcı sorgulama. Mesela kafirlerin sorgulaması yıkıcıdır, imanı yıkar yok eder. Mesela "Hadi göster Allah'ı neredeymiş!" Bunlar inkar ettikleri için böyle soruyor. Gizli niyetleri "Zaten Allah yok ki nasıl göstereceksin!" Yapıcı sorgulama da aynı soruyu sorar. Gizli niyeti, daha iyi anlamak ve imanını derinleştirmektir. mesela Musa peygamber gibi, "Allah'ım göster kendini göreyim seni". dedi o. Musa burada kafirler gibi sormuyor, tam tersine inandığı için soruyor. Allah onunla ateşten konuştu, kendisiyle sürekli konuşan allah'ın görünüşünü de merak ediyor, bu gayet doğal bir istektir. Telefonda biriyle tanışsanız, bir ay boyunca konuşup dost olsanız, o kişinin görünüşünü de merak edersiniz.

      Sil