23 Ağustos 2012 Perşembe

İBRAHİMİN KURBANI - İHSAN ELİAÇIK



KURBAN AYETLERİ HARİTASI

Aşağıda Kur’an’da ‘kurban’ ile ilgili ayetlerin bir haritasını çıkardım. En çok bilinen meal (Diyanet) ile Kur’an’ın Arapçasını karşılaştırdım. Doğrular ve yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir.
Bizim işimizin “gönüller fethetmek” değil; “zihinler açmak” olduğunu hatırlatırım. Malum bu işin bedeli ağır, sabrı zor ve fakat meyvesi tatlıdır.
Bakın ortaya nasıl bir sonuç çıktı.
***
 

YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)


DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).

Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil.
***
YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)

DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).

Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da ‘sana söyleneni yap’ dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor.
***
YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allahın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)

DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allahın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)

Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.
***
YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allahın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)

DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).

Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir.  Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.
***
YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)

DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).

Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl),   formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur.
***
YANLIŞ: “Her ümmet için, Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)

DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).

Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki menseknusuk kökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.”(menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor.
***
YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allahın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde)üzerlerine Allahın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)

DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allahın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allahın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).

Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25).
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan  ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek,“adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)

“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.

Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!

***
Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır.“Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti”(Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…


ELİAÇIK 


Bundan dört bin yıl önce, yani Hz. İbrahim’in yaşadığı çağda “Tanrı’ya” insan kurban etme adetleri vardı. Mezopotamya’nın pagan milletleri tanrıya insan kurbanı sunarlardı.

Fotoğraf şu: Yerde bir adam, gözleri bağlı çocuğunu yatırarak boynuna bıçağı dayamış beklerken, gökten kanatlı melek kınalı bir koç getiriyor…

Çocukluğumuzdan beri zihnimize kazınan bu fotoğrafın, benim gibi, size de tuhaf duygular yaşattığından eminim.

Hani o bayram sabahı kurban kesilirken etrafta dolanan biz “İsmail” yaşındaki devrin çocukları arasında…

Hele de bıçağını bileyleyerek “Senden de iyi koç olurdu, dua et Allah İsmail yerine koyunu indirdi” diye takılan “mahalle kasabının” takılmaları arasında…

O çocuk zihnimde Allah’a karşı şükran hissinin ilk uyandığı yerlerden birisidir bu sahne; “Allahım iyi ki koç indirdin, yoksa…”

Aslında bu milyonlarca çocuğun hissiyatıdır.

Öyle ya her çocuk İsmail değil ki “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, beni sabredenlerden bulacaksın” desin. Çocukluk işte; ürküyor, korkuyor insan…

Ama bu olaya kadar, eski çağların tapınakları önünde Tanrı’ya kurban sunmak için boğazlanan milyonlarca çocuğun bu şansı bile olmadı…

Buna yazının sonunda döneceğiz ama önce bu olay Kur’an’da nasıl ele alınıyor bir bakalım;

“Bir gün “Rabbim, bana iyilik, güzellik, doğruluk timsali olacak bir çocuk ihsan eyle” diye dua etti. Biz de ona halim selim bir oğul müjdeledik.

Oğlu yanında koşma çağına gelince “Yavrum, ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Bilmem ne dersin?” dedi. Çocuk da “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap. Beni Allah’ın izni ile sabredenlerden bulacaksın” dedi.

Her ikisi de teslimiyet gösterip onu alnı üzerine yatırınca “Ey İbrahim!” diye seslendik “Rüyaya gerçekten sadakat gösterdin. İşte Biz güzel ahlâk sahiplerine böyle karşılık veririz. Bu gerçekten çok zor bir durumdu” dedik.

Ona bunun yerine büyük bir kurbanlık verdik.

Çağlar boyu anılmasını sağladık.

Selâm olsun İbrahim’e!” (Saffat; 37/100-109)

Kur’an’da “İbrahim’in kurbanı” olayının geçtiği yer burasıdır ve görüldüğü gibi olay bu şekilde anlatılmaktadır.

Pasajın sonunda “Ve onu sonrakilere bıraktık” (ve tereknâ aleyhi fi’l-âhirîn) dendiğine göre, Yani: “Bu olayın çağlar boyu anılmasını sağladık, onun için Kur’an’da yer ver verdik. Çünkü gelecek nesiller bundan mesaj çıkarsın istiyoruz.” demeye getirildiğine göre, biz sonraki kuşaklar için bir şeyler anlatmaya çalışılıyor.

Peki, nedir anlatılmak istenen?

Burada üç tür tefsir mümkün görünüyor:

1- Allah, Hz. İbrahim’i sınamak için oğlu İsmail’i kurban etmesini emretti. O da bu emri yerine getirmek için harekete geçti. Allah, İbrahim’in imtihanı başarıyla geçtiğini görünce tam kesecekken bir koç indirdi… Burada, bize, İbrahim gibi Allah’a kendi öz oğlunu kurban edecek kadar ve İsmail gibi de Allah’a kendi canını kurban verecek kadar teslimiyet göstermemiz gerektiği mesajı verilmektir…

2- Hz. İbrahim, uyurken bir rüya gördü. Rüyasında oğlunu kurban ediyordu. Bunu oğlu İsmail’e açtı, İsmail de rüyayı Allah’ın emri böyle diyerek teslimiyet gösterip yerine getirmesini istedi. Rüya tam yerine getirilecekken Allah olaya müdahale etti ve mani oldu. Onun yerine bir koyun kurban etmesini istedi, İbrahim de bir koyun satın alarak onu kurban etti… Burada, bize, üç mesaj; eski çağlardan beri Tanrılara sunulan çocuk kurbanlarının yanlış bir uygulama olduğu, her rüyanın vahiy olmadığı ve Allah’a safi “aşk” ile değil; aşka bir damla akıl, akla da bir damla aşk katarak inanmak gerektiği İbrahim’in rüyası vesile kılınarak verilmek istenmektedir…

3- İbrahim’in ayette geçen uyurken gördüğü rüya (erâ fi’l-menâm) tıpkı Yusuf’un veya kralın gördüğü rüya gibidir. Yusuf’un gördüğü rüyayı Yakup’un yada kralın gördüğü rüyayı Yusuf’un yorumlaması gibi İbrahim’in rüyasının da yorumlanması gerekir. Zira rüyalar aynen görüldüğü gibi yapılsın diye anlatılmaz, rüyalar yorumlanır… Burada, bize, rüyaların nasıl yorumlanacağına dair mesaj verilmektedir.

Bu tefsirleri değerlendirirsek;

Birinci tefsirde Allah, Hz. İbrahim’e oğlunu kurban etmesini emretmektedir. Allah insanlara böyle bir şeyi emreder mi? Bu, güç yetirilemeyenin emredilmeyeceği (teklif-i ma la yutak) ve ancak insanların faydasına olan şeyin emredileceği (aslah) ilkesine aykırıdır. Bu ilkeleri bizzat Kur’an’ın kendisinden çıkarıyoruz: “Kaldıramayacağımız şeyle bizi mükellef tutma” (Bakara; 2/286) veya “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk çekmenizi istemez” (Bakara; 2/185) gibi…Buradan “Allah’ın çocuk kurbanı diye bir emri yoktur, böyle bir emir verilmemiştir” sonucuna varıyoruz. Demek ki olay İbrahim’in uyurken gördüğü bir rüyaydı…

Hemen ikince tefsire geçiyoruz: Peki bir peygamber böyle bir rüya görebilir mi? Evet görebilir. Adı üzerinde uykuda görülen rüya…Rüyalara gem vurulabilir mi? Peygamber de bir insandır ve Allah’a duyduğu aşırı sevgi (aşk) halinden veya devrin yaygın uygulamasından kalan iz ve etki ile böyle bir rüya görebilir. Ve bu rüyayı uygulamaya geçirmek için harekete geçmiş olabilir. Önemli olan Allah’ın buna müdahale edip izin vermemiş olmasıdır. Şeriat, rüyadan veya rüyayı hayata geçirmeye çalışmış olmaktan değil; rüyanın sonucunun ne olduğundan çıkar. Sonuca kadar olan ise İbrahim’in kendi iç dünyasında olup bitmektedir. Biz sonuca bakarız.

Üçüncü tefsire gelince, burada tıpkı Yusuf’un rüyası gibi bir durum varsa, rüya yorumsuz kalmış oluyor. Yusuf’un rüyasını Yakup, kralın rüyasını da Yusuf yorumlamışken, İbrahim’in rüyasını kimin yorumladığını bulamıyoruz. Eğer bu bize bırakılıyorsa bundan maksat nedir? Çünkü herkes rüyayı kendine göre yorumlayabilir ve farklı sonuçlara varılabilir. Biz sonraki nesiller için rüyadan bir mesaj çıkarmamız isteniyorsa, bunun bizzat Yakup veya Yusuf örneğinde olduğu gibi yorumlanmış haliyle bize gelmesi gerekirdi. Aksi halde Hz. İbrahim’in gördüğü rüyayı tıpkı Hz. Yusuf gibi yorumlaması gerekiyorken gördüğü şekliyle uygulamaya geçirmeye çalışmış oluyor ki oluyor ki zaten ikinci tefsirde söylenen de bu. Yani Hz. İbrahim gördüğü rüyayı yorumlanması gereken bir şey olarak anlamamıştır. Önce Allah’ın emri sanmış, Allah’ın böyle bir emri olmadığını da yerine koç kurban etmesi istenince anlamıştır. Bizi ilgilendiren de olayın sonucudur. Sonuca gelene kadar ki haller İbrahim’in iç dünyasında olup bitmektedir…

***

Görülüyor ki ikinci tefsir bağlama uygun düşmekte ve günümüze yönelik mesajlar da buradan çıkabilmektedir.

Şu halde ikinci tefsiri biraz daha açalım;

Bundan dört bin yıl önce, yani Hz. İbrahim’in yaşadığı çağda “Tanrı’ya” insan kurban etme adetleri vardı. Mezopotamya’nın pagan milletleri tanrıya insan kurbanı sunarlardı. Genellikle genç kız ve oğlanlardan oluşan bu kurbanlar tapınağın önünde kurbanın boynunu kesmek suretiyle olurdu. Hindu geleneğinde ise et yemek günah kabul edilirdi. Onlara göre değil insan herhangi bir canlıyı öldürmek veya kesmek bile doğru değildi. Hz. İbrahim’in zihin dünyasının tabiî olarak hayli yaygın olan bu insan kurban etme olayının izlerini taşıdığı anlaşılıyor.

Bu doğrultuda Allah’a olan sevgisinden dolayı, eğer oğlu olursa onu Allah’a adayacağına dair “rüyasında” oğlunu kurban ettiğini gördü. Bunu oğlu İsmail’e söyleyerek rüyasını gerçekleştirmek istedi. Buna benzer bir durum yine çağının yaygın inançlarından olan güneşe, aya, yıldızlara tapma olayını kendi kendine sorguladığı, tartıştığı diyalogda da görülebilir. İbrahim “Acaba tanrı bu güneş mi” diye sorabilmektedir. “Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster, inanıyorum, ama tatmin olmak istiyorum” diyebilmektedir. Keza Hz. Muhammed’in iman nedir kitap nedir bilmediği yıllarda, Kâbe’deki tanrılara kurban edilen etlerden yemekten Zeyd bin Amr adındaki Hanif’in uyarısıyla vazgeçtiği malûmdur (İbn Habib; Muhabber, İbn Hişam; Siret).

Yani bir peygamberin böyle rüyalar görmesi normaldir, o da bir insandır demek istiyorum. Kaldı ki insan rüyasından sorumlu değildir çünkü elinde değildir. İşte tam bu sırada insanlığa kurban konusunda bir mesaj vermek isteyen Allah, İbrahim’in rüyasını “vesile” kılarak evrensel mesajlar verdi. Zira bu konuda bir mesaj vermenin tam zamanıydı; Tanrı için insanlar kurban edilmemeli, öte yandan hiç bir hayvanın etinin yenmemesi anlayışının da düzeltilmesi gerekiyordu…

Şunu demek istedi: “Tamam, kurban keserek Allah’a olan sevginizi göstermeye çalışıyorsunuz. Bunun yanlış olduğunu defalarca söylememe rağmen hala bu işe davam ediyorsunuz. (Çünkü İbrahim’den önceki peygamberler yoluyla insan kesmek, leş, kan, domuz, ölmüş hayvan eti yemek Nuh kanunları olarak tarihe geçen yedi ilke de yasaklanmıştı ve İbrahim’in de Nuh’un yolunda yürümesi gerekiyordu) Bakın Allah tekrar söylüyor: Bu işten vazgeçin. Önce İbrahim’den başlayalım, gördüğü rüyayı uygulamaya geçirmesini yasaklıyoruz. Kurban kesecekseniz Allah’ın yarattığı koyunlar, sığırlar ne güne duruyor? Hindular gibi onları dahi kesip etini yemekten çekinmeniz gerekmez. Üstelik kestiğiniz eti tapınakların önünde bırakmanıza da gerek de yok. Bunların eti ve kanı Allah’a ulaşacak değildir. Kestiğiniz hayvanların etini fakir fukaraya dağıtın…”

İşte böylece İbrahim’in rüyası vesilesiyle insanlığın bu konudaki muhayyilesi ilerletilmiş oluyor. Bir anlamda İbrahim’in rüyasının “şeriat” yani hukuk haline gelmesine mani olunuyor.

Çünkü her rüya vahiy değildir. İbrahim rüya gördü diye Allah’ın ona bunu vahyettiği anlamı çıkmaz. Bazen Allah böylesi rüyaları ve kişisel tecrübeleri vesile kılarak insanlığa evrensel mesajlarını verir. Hz. Muhammed’de de böyle şeyler olmuştur. Bunları vahyin bir olaya binaen, onu vesile kılarak insanlığa evrensel mesaj vermesinin yolları olarak görmek icap eder…

Keza bu olayla aşk ve akıl arasındaki kopmaz ilişkiye dair de mesaj veriliyor. Adeta denmek isteniyor ki: Bana içinde akıl olmayan aşkla veya içinde aşk olmayan akılla gelmeyin. Bunları meczederek gelin. İlahî olan da dahil sakın aşk gözünüzü kör etmesin. Akıl ile onu denetleyin, yoksa hayatta perişan olursunuz. Akıl da sizi kuru bir mekanizmaya dönüştürmesin. Kurbanın eti ve derisi Allah’a ulaşmaz, içinizdeki aşk ve akıl ile meczedilmiş imandır Allah’a ulaşacak olan. Allah’a iman ise içinde duygu ve düşüncenin, akıl ve aşkın birlikte olduğu, kıvama erip dengesini bulduğu haldir…

İşte budur teslimiyetin özü…

Bize bu ölümsüz dersi bırakan İbrahim’e selam olsun!

Mesajı çağlar boyu yankılansın dursun.

İkbal’i dinleyin, “İbrahim’in kurbanından” o mesajı nasıl çağa taşıyor;

Batıda hayatın mahareti akıldır.

Doğuda ise kainatın sırrı aşktır.

Akıl ile aşk elele verirse yepyeni bir alem vucuda gelebilir.

Ey Müslüman!

Akıl ile aşkı meczedip yepyeni bir alem kurmak için

Ayağa kalk!









İlahiyatçı İhsan Eliaçık hoca, dinler tarihinin ilk ritüeli kurbanla ilgili yine çarpıcı bir izaha imza attı

İlkçağlardan beri var olan Tanrı’ya kurban sunma ritüeli, hoşgörü dini olarak tanımlanan İslam dini için fazla gelenekselci değil mi?

Kurban, dinler tarihinde ilk ortaya çıkan ritüel. Yani namazdan, oruçtan, bir mabedi ziyaretten de önce kurban ortaya çıkmış. Dinler tarihinde dinler nasıl ortaya çıktı diye tartışmalar var. Hatta Allah fikrinden önce kurban fikri ortaya çıkmış. İnsanların ne olduğunu bilmedikleri şeyler var, onlardan korkuyorlar önce. Rüzgârdan korkuyorlar, depremden, yıldırımdan korkuyorlar. Hani, daha zihninde Allah fikri doğmamış ama onları memnun etmek için kurban kesiyor. Kurban da sadece hayvanlardan olmuyor, kendi çocuklarını da kurban ediyorlar. Organlarını kurban ediyor, kolunu kesiyor… Dolayısıyla dinler tarihindeki inanç, ritüel din namına kurbandır; Allah fikrinden de öncedir.

Yaptığım araştırmalara göre insanların dininde Allah düşüncesi, 50–60 bin yıl öncesindeki insanlarda yok. Görünmeyen, tek bir gücün her şeyi idare ettiği fikri doğuyor. Bu, dinler tarihinden geliyor; İslam’a baktığımız zaman Kuran–ı Kerim’de Hz. İbrahim kıssası anlatılır. Bu kıssada kurbana engel olunmak istenir. Yani insanlar zaten kurban kesmektedir, üstelik kendi çocuklarını da kurban etmektedir. İbrahim’in rüyası vesile kılınarak buna engel olunmak istenir ve Allah orada der ki “Ben sizden kurban istemiyorum. İbrahim’i büyük bir hata yapmaktan kurtarın.” İbrahim oğlunu kurban ettiğini görür rüyasında. Rüyasını gerçekleştirmeye kalkar. Onu Allah’ın emri zanneder. Fakat son dakika içinde bir his uyandırılarak kurban kesmesine engel olunur. Orada geçen ayette “Biz onu büyük bir hatadan kurtardık” denilir; oysa “Biz ona büyük bir kurban verdik” diye çevriliyor. Dolayısıyla insan kurbanına engel olundu ama onun yerine de koç verildi deniyor. Hâlbuki Kuran–ı Kerim’de koç verdik falan demiyor. “Biz onu büyük bir hata yapmaktan kurtardık” diyor. Oradaki zebih kelimesi büyük hata yapmak anlamına geldiği gibi bir hayvanı kurban etmek anlamına da geliyor. Dolayısıyla bunu yanlış yorumladıkları için İbrahim’e koç verildiği mitolojisi oluşmuş.

Peygamber zamanında da haccın etrafında müşrikler kurban kesiyorlar. Allah, “Bu kestiğiniz kurbanlar Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sizin takvanızdır. Yani ben sizden birbirinize karşı dürüst olmanızı, birbirinize karşı yanlış hareketlerden sakınmanızı istiyorum. Bunun dışında kestiğiniz hayvanların ne etleri, ne kanları bana ulaşıyor” diyerek bu kesimin durmasını istiyor. Fakat o kültür de devam ediyor ve sanki İslam’da kurban kesmek farzmış gibi her Müslüman’ın kurban bayramında Tanrı için kurban kesmesi gerekiyormuş gibi bir farza dönüştürdüler.

“Kuran’da kurban ayetleri haritası” diye bir yazım var. Kuran’da kurban kesin dendiği yerleri tek tek çıkardım; hiçbirinde kurban kes demiyor. Benim için kurban kesin, diye bir emir Kuran’da yok. İnsanlar zaten kurban kesmekte fakat bu kesilen kurbanların Allah’a falan ulaştığı yok. “Kesiyorsanız yoksullara dağıtın, kesmenize de gerek yok. Ben sizden böyle bir şey de istemiyorum” diyor.

Tek tek baktığımızda bizim Türkçe meallerde kurban diye okuduğumuza, Kuran–ı Kerim’de kurban demiyor. Zaten kurban, yakınlaşmak demek. Garip gureba demek. Gurban. Kurban bayramı aslında, garip gureba bayramı demek. Yani kimsesizler, yoksullar, çaresizler, evsizlere armağan edilmiş bayramdemektir. Bunun hayvan kesmekle doğrudan alakası yoktur. Kuran’da et yemek için, gıda tüketmek için sınırlı sayıda hayvan kesimi var. “Allah size sınırı sayıda şunları şunları yemeniz için izin vermiştir” diyor, ama Allah için ibadet amacıyla kurban kesme diye bir şey yok.

EKŞİ SÖZLÜKTEN İTİRAZ

şurada veya şurada okuyabileceğiniz bir ihsan eliaçık iddiası. oysa:

1. hz. muhammed et yiyordu. hatta yediği kuzu buduna koyulan zehir yüzünden ölüm tehlikesi atlattı. olaydan iki yıl sonraki ölümünü bu zehirlenme vakasından sonra kendisini toplayamamasına bağlayan rivayetler çoktur.

2. kuran'da kurban kesmek vardır. açık ve nettir.

http://www.kuranmeali.com/

aksini söyleyenler, sadece eliaçık gibi kuran ayetlerini 21nci yy. akıl ve ahlakına uydurmak çabası ile yine açık açık tahrif etmekte olanlardır.

metnin tamamı kurban etmekle ilgili iken kendince bir anlam çıkarıp: <<orada geçen ayette ; “biz ona büyük bir kurban verdik” diye çevriliyor oysa doğrusu “biz onu büyük bir hatadan kurtardık” olacaktı> diyor.

şimdi hiçbir ek aramaya gerek olmaksızın eliaçık mantığını kendi kendisine çürütelim:

eliaçık, isteyenin söz konusu ayetten “biz ona büyük bir kurban verdik” anlamı çıkarabilecek olduğunu inkar edemiyor. dolayısı ile ayette dual bir anlam var. bu ise ''biz kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik'' şeklindeki (hacc/17) tanrı sözü ile çelişir.

kuran'da çelişki olamayacağını kabul edersek ise eliaçık saçmalıyor olacaktır.

kaldı ki kurban'dan bahseden tek ayet saffat 107 de değildir:

maide sûresi:27

"(ey muhammed!) onlara, âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. kurbanı kabul edilmeyen, “andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. öteki, “allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti."

kevser sûresi:2

öyleyse rabbin için namaz kıl, kurban kes.

hacc sûresi:37

"bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları allah'a ulaşacaktır. allah'a ulaşacak olan ancak sizin o'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. size doğru yolu gösterdiğinden, allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. iyilik yapanlara müjde et." kurbandan bahseden ilk akla gelen ayetlerdendir.

basit bir arama ile kuran'da kurban konusunun pek çok ayette bir ibadet şekli olarak ele alındığını görürsünüz:

http://www.kuranmeali.org/…rama.aspx?searchq=kurban

3. on emir içinde et yemeyi yasaklar bir kural yoktur.

https://tr.wikipedia.org/wiki/on_emir?wprov=sfla1

4. nuh'un yedi emrinin içindeki kural bir uzvu canlı iken koparılan ve yenen bir hayvana ilişkindir. bunun da kurbanla ilgisi yoktur.

EKŞİ SÖZLÜK İTİRAZA İTİRAZ YAZISI

çoğunluk dogmatik olarak kurban kesmeyi normal hatta gereklilik olarak görüyor diye yabana atılmaması gereken iddia.

bir adım daha ileri götürüyorum, asıl ispatlanması gereken kurban kesmenin kuranda emredildiği iddiası. bunu çok basit bir şekilde birkaç ayeti geleneksel çevirileriyle kopyalayıp yapıştırarak yapabileceğini düşünenler var ama bu işin o kadar kolay olmadığının artık farkına varmamız gerek.

peygamber ölür ölmez birbirine giren bir islam dünyası, kısa sürede hegamonyasını ilan eden, müslümanlar mekkeyi geri alana kadar islamın en büyük düşmanı olan ebu süfyan ın devamı olan emeviler kontrolünde bugünkü şekline kavuşturulmuş bir din var elimizde. 1000 yıl özünü koruyup sonra yavaş yavaş deforme olan değil, 15-20 yıldan sonra hızla ve bilinçli olarak özünden uzaklaştırılan bir dinden bahsediyoruz.

elimizde böyle bir bilgi varken din adına kemikleşmiş herşeyden şüphe etmemek aklıma mantığıma ve vicdanıma sığmıyor benim.

işe şuradan başlayabiliriz, hadi diyelim kurban kesmek var, bunu her sene yapmak gerektiği kuranda nerede geçiyor? boşuna aratmayayım sizi geçmiyor. kurban anlamı verilmiş pek çok kelime var, bunları çok derinlemesine araştırmış değilim henüz ama bu kelimelerin kuranda başka ne şekilde kullanıldıkları çok önemli doğru anlamak açısından, çarpıtma varsa en iyi bu şekilde ortaya çıkıyor. demin saffat 107'de geçen zibhin kelimesini ararken rastladığım ilginç bir yazı. 

Ve İsmail (a.s.) hem dünyadan, hem dünyalıklardan hem de canından geçmiştir. Bu yüzden kendisinin yerine en az kendisi kadar kıymetli olan bir “zıbh-in azim” seçilmiştir. Ki bu seçilen kurban da hem kurbanlar vermiş hem de kurban olmuştur.

Aslında “kurban olmadan” “kurban verme” ihtimali de bulunmamaktadır. Tarih bize göstermiştir ki İbrahim (a.s.) gibi olmak isteyenlerin tümü önce Nemrutların ateşlerinde sınanmakta ve kurban olma deneyimini yaşamaktadır, sonra kurban verme aşamasına geçmektedir. Kendinden geçemeyenin dünyalıklardan geçme ihtimali yoktur çünkü. Canının sağ olması için çırpınanın canandan bahsetmesinin değeri yoktur. Canından geçemeyenlerin, başkalarının canlarını feda etmelerinin de ihlasla ilgisi yoktur. Bu yüzden “kurban olma” bilinci, kurban vermeden önce gelir demekteyiz. Bu imtihan bütün peygamberlerin (a.s.) ve Allah (c.c.) dostu olanların ilk imtihanıdır. İbrahim (a.s.) gibi yaşayanların tümü İsmail’lerden önce İbrahim’lerini kurban etmişlerdir. Çok çetin imtihanlardan sonra olgunlaşan ve kemale eren ruhlar İsmail olduktan sonra İbrahim olmuşlardır. Her iki hali de Allah (c.c.) için fedakarlığa ve ihlasa dayanan bu durumun ilk aşaması İsmail olmaktır. 

kevser 2'de geçen venhar kelimesi için birkaç yoruma üzerine tıklayarak bir bakın. ayet içerisindeki anlam bütünlüğü de sorunlu kurban anlamı verildiğinde.

müfessirler "venhar" emrinden neyin kasdedildiği hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a "sağ elini sol elinin üzerine koyup göğsünün üstünde el bağla." demektir.
bu izah tarzı hz. ali ve ebul kamus´tan rivayet edilmiştir.

b "namaza başlarken iftitah tekbirinde ellerini göğsüne kaldır." demektir.
bu görüş ebu cafer´den nakledilmiştir.

c "kurban kes" demektir.
bu görüş, mücahid, ata, ibni abbas, said b. cübeyr ve hakem´den nakledifmektedir. ata, hakem, said b. cübeyr ve haccac, buradaki namazın, sabah namazı olduğunu söylemişlerdir.

d "kurban kes" demektir.
bu görüş, enes b. malik, ebu cafer, iklime, rebi´ b. enes, ata b. yesar, hasanı ba.sri, kaîade ve diğer âlimlerden nakledilmiştir.

e "sadece allah için kurban kes" demektir.
bu görüş, muhammed b. ka´b el-kurezi´den nakledilmektedir. o, kevser suresini izah ederken şöyle demiştir: "bir kısım insanlar, allahtan başka şeyler için namaz kılıyor ve ondan başka şeyler için kurban kesiyorlardı. allah teala bu sureyi indirerek buyurdu ki: "madem ki biz sana kevser´i verdik, o halde ey muhammed, namazın ve kurbanın ancak benim için olsun." taberi de bu görüşü tercih etmiş, âyeti kerimenin, resulullaha verilen nimetlerden sonra zikredildiğini bu itibarla verilen nimetler karşılığında allaha şükrederek sadece onun rızası için namaz kılması ve onun rızası için kurban kesmesi emredilmiştir. âyeti genel manada alıp namazı belli bir namaza, kurbanı da belli bir kurbana tahsis etmenin uygun olmadığını zikretmiştir.

f "hudeybiyede kurban kes." demektir.
bu görüş, said b. cübeyr´den nakledilmiştir. said b. cübeyr bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "hudeybiye gününde cebrail resulullaha geldi ve "kurban kes geri dön" dedi. bunun üzerine resulullah kalkıp ramazan ve kurban bayram hutbesini okudu. sonra iki rekat namaz kıldı, daha sonra da kurbanlarını kesti.

g "allahtan iste" demektir. bu görüş, dehhak´tan nakledilmiştir.

h "göğsünü kıbleye çevir" demektir. bu görüş, de bir kısım lügat âlimlerinden nakledilmiştir.

bakara 196'da hem hedyu(hediye?) hem nusukin (nüsük) kelimelerine kurban anlamı verilmiş. nüsük enam 162'de de var ve çoğu kişi ibadet olarak çevirmiş bunu. maide 27'de kullanılan kelime kurbanen.

hac suresi kurbandan en çok bahsedilen yer kuranda. kalıplaşmış düşüncelerle yaklaşmadan, bütün parantez içlerini silip de okuyun ilgili yerleri, bakalım kurban kesmekle, hayvan öldürmekle ilgili tek bir ayet bulabilecek misiniz?

şimdi çok açık ve anlaşılır olduğu kendisinde yazan kurandaki bu karmaşa haşa allah'ın hatası mı yoksa biz mi yanlış anlıyor ve anlatıyoruz? başka sorum yok.







KUTSAL METİNLERDE İSMAİL VE İSHAK Ömer PAKIŞ

http://www.dinbilimleri.com/DergiPdfDetay.aspx?ID=438 dosyasının html sürümüdür.
G o o g l e taradığı belgelerin otomatik olarak html sürümlerini oluşturur.
Page 1
KUTSAL METİNLERDE İSMAİL VE İSHAK
Ömer PAKIŞ*
ÖZET
Ne kuran ne de tevrat metninde babası tarafından kurban edilmek is-
tenenin ismail mi yoksa ishak mı olduğu açık bir şekilde belirtilme-
mektedir. Ancak buna rağmen zayıf olma ihtimali yüksek bazı haber-
lerden hareketle bir kısım, bunun ishak olduğu görüşünü savunması
dikkat çekicidir. Fakat kuran ve tevrat metni bir bütün olarak incelen-
diğinde kurban edilmek istenenin ismail olduğu sonucuna ulaşılabile-
ceği kanaatini taşıdığımızı belirmek istiyoruz. Bu konuda tevrat metni-
ne göre kuran metninin daha net olduğu da söylenebilir. Fakat kuran
metnini bir bütün olarak değerlendirmeyerek zayıf hadisleri öne çıka-
ran bazı bilginler islamın önemli esaslarından olan ve kurban edilmek
istenenin ismail olduğu temeline dayanan hac ibadetini de göz ardı e-
derek bunun isak olduğunu ileri sürmüşlerdir. Aslında tevrat metninin
de kuran metninden çok da farklı olmadığı görülür. Fakat ehli kitab
bilginlerinin, tevrat metninde tahrife giderek bazı yerlerde isim değişik-
liği yaptıkları görülmektedir
Anahtar Kelimeler: 1.İsmail 2. İshak 3. Kutsal Metin 4. Kur’an
İsmail And İshak In The Narratives Of The Sacred Texts
ABSTRACT
The person who intended to be sacrificed by his father is clearly indi-
cated neither in Qur’an nor in Old Testament. Despite that, it is inter-
esting to note that some scholars, fallowing the narratives, likely to be
weak, suggest that the person mentioned was İshak. But taking
Qur’an and Old Testament as a whole we are in a position to claim
that he was not İshak but İsmail. In this regard, it can be argued that
the Qur’anic text is much clearer than Old Testament on the issue.
But some scholars, who overlooked the meaning of Qur’an and that of
the ritual of Hac based on the narrative indicating the name of İsmail,
claimed that he was İshak, a claim based on some weak hadiths. In
fact, the meaning of Old Testament is no different from that of Qur’an.
But the scholars of Old Testament seems to distort text of Old Testa-
ment by changing the name of İsmail to that of İshak.
Key Words: 1.Ismail 2.Ishak 3.Sacret Text 4.Quran
*
Arş.Gör. Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı
Page 2
Hasan ATSIZ
76
GİRİŞ
Kutsal metinler ibaresiyle Tevrat ve Kuran-ı Kerim ifade edil-
mektedir ve bu iki kitabın bağlamında da İsmail ve İshak peygamber
kıssalarına ilişkin bir değerlendirmede bulunulacaktır. Aslında bu iki
metinde bir çok peygamber kıssası anlatılmaktadır. Tevrat’ta pey-
gamber kıssaları, daha detaylı bilgiler içeren metinler olarak karşımı-
za çıkarken, Kur’ân metni peygamber kıssalarında genellikle detay
bilgi vermeksizin konunun bağlamı çerçevesinde söz konusu kıssa-
dan bir pasaj sunar1. Bunun doğal bir sonucu olarak Kur’an’da bir
kıssanın farklı bağlamlarda değişik yönlerinin işlendiği sık sık görü-
lür. Bu yüzden tefsir bilginleri peygamber kıssalarının geçtiği ayetleri
yorumlarken hikayeyi bütüncül bir biçimde ortaya koymak, ayetle-
rin sunduğu kısmi bilgileri bütünlemek ve olaylar arasındaki bağlan-
tıyı sağlamak maksadıyla, detay bilgileri Kur’ân’dan önceki kutsal
metinlerden alma yönüne gitmişlerdir. Bu bağlamda Kur’an müfes-
sirleri genelde iki farklı yöntem izlemişlerdir. Birinci gurup,
“isrâîliyyât” olarak bilinen bu nakilleri dayandıkları kutsal metnin
bizzat kendisinden almayı tercih ederken, diğer bir gurup ise –bu
daha çok sahabe ve tabiûn dönemi için geçerlidir- söz konusu riva-
yetleri Müslüman olan kitap ehli bilginler aracılığı ile alma yönüne
gitmişlerdir.
Tevrat ve Kur’ân metninde geçen peygamber kıssaları arasında
genel anlamda benzerlikler mevcuttur. Ama bu kıssaların ayrıntıları-
na inildikçe, Tevrat’ta verilen bilgilerle Kur’an’da verilen bilgiler ara-
sında niteliksel farklılıklar görülür. Örneğin Kur’ân’ın peygamberler
için tasvir ettiği ahlaki nitelikler ile Tevratın betimlediği peygamber
kişiliği örtüşmez. Her iki metnin peygamber tasviri arasındaki bu
farklılık, Kuran yorumcularını, Tevrat'ın metin sıhhatine ilişkin araş-
tırmalarda bulunmaya ve bunun sonucunda da onun nüzulünden
sonraki zamanlarda tahrifata uğradığına ilişkin bulgulara götürmüş-
tür. Aslında Kur’an metninin konteksinden rahatlıkla elde edileceği
gibi, ilahi dinin peygamberlerinde olması gereken niteliklerin anlam
ve muhteva kaybına uğraması, Kuran yorumcularının Tevrat'ın tah-
rif edilmesine yönelik iddialarını meşrulaştırmaktadır. Bunun yanın-
1
Yusuf ve Musa kıssaları bu genel kuralın dışında kalır. Kur’ân’da bu iki kıssanın
nispeten detay bilgilerle sunuluşu, özellikle Yusuf kıssasının Tevrat’takiyle büyük
ölçüde örtüşmesinin farklı gerekçeleri bulunmaktadır. Yusuf kıssasının iniş gerek-
çesi olarak, sahabenin Hz. Peygamber’den bu konuda istekte bulunduğu ve bu
kıssanın anlatıldığı Yusuf süresinin inmesiyle de arzulananın gerçekleştiği belir-
tilmektedir. (İmaduddin Ebu’l-Fida İsmail b. Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Çağrı
Yayınları, İst., 1986/1406, II, 467). Yusuf kıssasının aksine Kur’ân’da farklı sure-
lerde geçen Musa kıssası ile de İsrailoğullarının muhtemelen iç dünyası insanlığın
bilgisine sunulmak istenmektedir.
Page 3
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
77
da Tevrat'ın tahrifatına yönelik iddianın kanıtlanmasına ilişkin tarihi
materyaller de oldukça boldur2. Üzülerek ifade edelim ki tefsir litera-
türümüzde açıklama mahiyetinde Tevrat’tan aktarılan nakillerin bü-
yük kısmında bu problemli bilgiler bulunmaktadır3. Bu problemli
bilgiler Kur’anın açıklaması bağlamında kullanılsa da, bu anlamlan-
dırma girişimleri, metni şarii tarafından garanti altına alınmış olan
asıl kitabın konteksine uymamaktadır. Bu bakımdan, asli hüviyeti-
nin korunacağı taahhüt edilmiş Kur’ân metninin önemi büyüktür4.
Kur’ân metninin kendisi, kendinden önceki kutsal metinleri doğrula-
yıcı ve onların tahrifatından kaynaklanan yanlışları düzeltici olduğu-
nu bizzat vurgulamaktadır5. Bu yüzden her iki metinde geçen ortak
konuların karşılaştırılarak ele alınması, konu hakkında daha doğru
bir bilginin elde edilmesini sağlayacaktır. Kur’ân metni kendisinden
önceki kutsal metinlerdeki tahrifattan bahsederken, onlardaki doğru
bilgileri de tasdik edici olduğunu ifade eder.
İnceleme konusu yaptığımız peygamberler, kutsal metinlerde e-
sas olarak kurban edilme olayı ile öne çıkarlar. Bu hikayenin ise an-
latılmasında babaları İbrahim ile anılırlar. Bu bağlamda kutsal me-
tinlerde her iki peygamberin kişiliklerine ilişkin benzer ve olumlayıcı
niteliklerden bahsedilir. Ancak Kurban edilme vakasında kurban e-
dilmek istenenin İsmail mi, İshak mı olduğu noktasında farklılıklar
bulunmaktadır. Tevrat metni kurban edilmesi emr edilenin İshak
olduğunu açıkça belirtirken, Kuran metni bu olayla ilgili daha müp-
hem ve yoruma açık bir ifade kullanmaktadır.
Kur’ân’da toplam 8 surenin 12 yerinde İsmail’e değinilirken,
İshak 12 surenin 17 âyetinde bahse konu olmaktadır. Söz konusu
bu âyetler bir bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde, Kur’ân met-
ninde kurban edilmesi istenenin İsmail olduğu görülebilmektedir.
2
Tevratın tahrifine ilişkin bilgiler için bkz., Baki Adam, “Kuranın Anlaşılmasında
Tevratın Rolü” İslami Araştırmalar, 1996, C:9: !.2.3.4., s. 167-176.
3
Bkz., Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyyat, D. İ. B. yayınları, Ankara, s. 14-24.
4
Hicr (15), 9.
5
“Sana da bu hak kitabı indirdik. Kitap cinsinden önünde olanı musaddık (doğru-
layıcı) ve üzerine hakim olmak üzere…” Maide (5), 48. “Ya Muhammed, o kitabı
kamil olan Kur’ân’ı da hakk ile” yani hakka mülabis olarak içeriği hakk, vasıta-ı
hak ve inzali hakk ile sana indirdik. “Kendisinden önce indirilen kitaplardan ö-
nünde bulunanı tasdik edici ve onun üzerine gözetleyici olarak …” Yani sair ki-
taplar üzerine emin bir nazır ve şahit, murakıp ve hakim olmak üzere hakkıyla in-
dirdik ki bu kitap hem müheymin olan Allah’ın bizzat kontrolü altında tağyir ve
tahriften korunacak hem de diğer kitapların vacibul amel olan hükümlerini zayi ve
tahrif olmaktan koruyacak, şehadetiyle hakikatleri tashih ve tahrifatı iptal edecek
ve ayrıca bu kitabın doğrulamasından geçmeyen veya buna muhalif olan onceki
şeriatlerin hükümleriyle amel caiz olmayacaktır. Buna göre Tevrat ve İncil ile
hükmetmek de bununla kayıtlı olacaktır. Bkz., Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur’ân Dili, Eser neş., İstanbul, 1979, III, 1696.
Page 4
Hasan ATSIZ
78
Oysa Tevratta İshakın kurban edilmesi gereken oğul olduğu bizzat
ismen belirtilmektedir. Her iki metindeki kurbanın öznesinin faklı
kişiler olması nereden kaynaklanmaktadır. Bu olayla ilgili iki metin
arasında kurban öznesinde bir çelişki görülmektedir. Bu farklılık na-
sıl tevil edilebilir? Her iki metne bakıldığında, kimi dakik yorumcula-
rın da işaret ettiği gibi, Kur’ân metni bu anlamda kendi içerisinde
çelişik değil, bilakis birbirini bütünleyen ve anlatımı doğrulayan ifa-
deler zincirini oluşturmaktayken buna mukabil Tevrat'ın metninde
hikayenin anlatılmasında problemler görülmektedir. Oysa Kuran tef-
sirlerinde kimi müfessirlerin bu hadiseyi tam hikaye edebilmek için
Kuranın bağlamından uzaklaşarak, Tevrat kaynaklı olduğu düşünü-
len zayıf ve mevzu haberlerle konuyu farklı yorumladıkları müşahede
edilmektedir. Kanımca, bunun sebebi, konu ile ilgili ayetlerin belli bir
bütünlük içerisinde değerlendirilmemesi ve doğruluğu tartışılan ha-
berlerin ise, bu tür ayetlerin anlaşılmasında merkeze alınarak değer-
lendirilmeye tabi tutulmasıdır. İmdi, bu noktada konulu çalışmalar
üzerinde yoğunlaşmanın günümüzde ne kadar önemli olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Bu bağlamda Tevrat metninde hikayenin özü Kur’anın anlatı-
mıyla uyuşmakla birlikte, hikayede geçen isimlerin işlevleri ve hikaye
mahalli gibi imler farklılık göstermektedir. Buradaki öykülemede ifa-
denin bir şekli, Kur’ân metniyle paralellik arzederken, diğer bir öykü
biçimi ise, hikayeyi farklı yere oturtmaktadır. Bununla birlikte,
Kur’ân metninin aksine Tevrat metni maalesef kurban olayında ken-
di içerisinde bir metinsel bütünlük oluşturmaktan çok uzaktır.
Biz bu araştırmamızda Tevrat ve Kur’ân metnini esas alarak
mukayeseli bir şekilde konuyu çözümlemeye çalışacağız. Bu çalış-
maya esas olan kaynaklar, öncelikle Tevrat ve Kur’ân metinleri ol-
makla birlikte, bunun yanında ayrıca Kur’an tefsirlerine de başvuru-
lacaktır. Konunun sunuluşunda Kur’ân metnindeki sıralama dikkate
alınacaktır. Yani başından itibaren Kur’ân’da İsmail ve İshak ile ilgili
ayetleri tahlil edeceğiz. Tevrat’ın da konu ile alakalı ayetlerinin ben-
zer ve farklı yönlerini; yani birleştikleri ve ayrıldıkları noktaları belir-
terek tahlil edeceğiz. Bütün bunlardan sonra Tevrat ve Kur’ân met-
ninde bulunmayan nakilleri de aktararak sonuca ulaşmaya çalışaca-
ğız.
A. İBRAHİM VE İSMAİL’İN BİRLİKTE ANILDIĞI AYETLER
Kur’ân’da yalnızca İbrahim ve İsmail’in birlikte zikredildiği iki
ayet vardır. Bunlar Bakara süresinin 125 ve 127. ayetleridir. Birinci
ayette Allah, İbrahim ve İsmail’den mabedini ziyaretçiler için maddi
ve manevi kirlerden arındırmalarını istemekte, ikincisinde ise İbra-
him ve İsmail’in mabedinin temellerini yükselttiklerini anımsatmak-
Page 5
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
79
tadır. Şimdi bu iki ayeti metinsel bağlam (siyak-sibak)ı çerçevesinde
ele alalım:
“Şunu da hatırda tutun ki bir vakit İbrahim’i Rabbi bir takım
kelimât ile imtihan etti, o onları tamamlayınca “ben seni bütün in-
sanlara imam edeceğim” dedi, “ya Rabbi zürriyetimden de” dedi, bu-
yurdu ki benim ahdime zalimler nail olamaz. O vakit beyti insanlar
için bir sevap ve bir emin yer kıldık, siz de makam-ı İbrahim’den
kendinize bir namazgah edinin. İbrahim ve İsmail’e ahd verdik: Bey-
timi hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem rüku
ve sücuda varanlar için tertemiz bulundurun… İbrahim ve İsmail
beytin temellerini yükseltirken yalvardılar: “Ey Rabbimiz! Bunu ka-
bul et; Sensin her şeyi bilen, her şeyi duyan!”6
Tabii tutulduğu imtihandan yüz akıyla çıkan İbrahim’i Allah, in-
sanlara imam olarak tayin edeceğini bildirmektedir7. İbrahim
Rabbinin kendisine yaptığı bu ihsanının sadece kendisiyle sınırlı
kalmamasını ve zürriyetinden bir kısmına da bunu vermesini dile-
mektedir. Rabbi ise zalimler benim ahdime nail olmazlar buyurmak-
tadır. İsrailoğullarının İbrahim soyundan gelmelerinin kendilerini
hesap gününde kurtaracağı şeklindeki inançları burada reddedil-
mektedir8. Peygamberliğin arka arkaya İsrailoğullarına verildiği dö-
nemlerde onlar zalim değil, mazlum idiler. Ne zaman ki konumlarını
değiştirdiler, yani zulüm edilmekten zulüm eder duruma geldiler, Al-
lah da ahdinin gereğini yaptı ve peygamberlik nimeti de İbrahim zür-
riyetinin diğer koluna geçti9.
Kabe’nin prototipinin İbrahim tarafından sadece Allah’a ibadet
etmek gayesiyle ilk mabet olarak inşa edildiği10 ve bu özelliğinden
dolayı bütün Müslümanlar için bir kıble ve hacc ibadetinin hedefi
olarak seçildiği kabul edilmektedir. İslam’dan önceki Arap düşünce
tarihinde de Kabe, İbrahim, İsmail üçlüsüyle Mekke’deki diğer kutsal
mekanların (örneğin Zemzem suyu) birlikteliği söz konusudur. Tarih
boyunca şekillenen Arap ve İslam geleneğine göre İbrahim’in muhte-
6
Bakara (2), 124-125, 127.
7
Klasik müfessirler, İbrahim’in nelerle imtihan edildiği konusunda bir çok speküla-
syona başvurmuşlardır. Ancak Kur’ân onları belirlemediği için Hz. İbrahim’in Al-
lah’tan aldığı her buyruğa tam teslimiyet içinde uyması olduğunu kabul etmemiz
gerekir. (İbrahim’in Allah’tan aldığı sevgili çocuğunu kurban emri de bu cümleden-
dir. İbrahim’in imtihanı başarılı bir şekilde tamamlamasının hemen akabinde, Ka-
be’nin inşasının gündeme alınması da kurban edilmesi istenenin İsmail olduğuna
işaret etmektedir.) Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı/Meal-Tefsir, İşaret yayınları,
çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İst., 1999/1420, I, 34-35.
8
Esed, Kur’ân Mesajı, I, 34.
9
Elmalılı, Hak Dini, I, 491-492.
10
Al-i İmran (3), 96.
Page 6
Hasan ATSIZ
80
melen akrabası olan Sara’ın gönlünü almak için, Mısırlı cariyesi ve
ondan olan çocuğu İsmail’i götürüp bıraktığı yer de Mekke idi11.
Tevrat-Tekvin 21’de belirtildiğine göre Sara’nın Mısırlı cariye
Hacer’den daha önce doğmuş olan İsmail’in kendi oğlu İshak’la bir-
likte İbrahim’in mirasına konmamasını temin etmek için, İbra-
him’den Hacer’le İsmail’i uzak bir bölgeye götürüp bırakmalarını is-
ter. İbrahim Allah’ın direktifi doğrultusunda bu isteğe boyun eğer ve
Hacer’le İsmail gerekli hazırlıktan sonra “Beer-Şebe” çölüne giderler.
Issız olan bu bölgede bir müddet sonra suları tükenir ve Hacer Al-
lah’a yalvarmaya başlar. Rabb, Hacer’in yalvarışını işitir ve bir kuyu-
dan su çıkartır. Devamla çocuk büyür ve “Paran” çölünde ikamet e-
der. Daha sonra annesi Hacer, onu Mısır diyarından bir kadınla ev-
lendirir12.
İsmail’in annesi tarafından evlendirildiği kadının uyruğu dışın-
daki bu bilgiler genel hatlarıyla İslami gelenekteki bilgilerle örtüş-
mektedir. Bu anlatımda geçen ve izaha gereksinim duyan “Beer-
Şebe” ve “Paran”ın hangi coğrafi bölgeyi kapsadıkları önemlidir. Tev-
rat metnindeki anlatımdan da anlaşıldığı üzere Sara, Hacer ve oğlu
İsmail’den bütünüyle kurtulmak istemekte ve bunun için mümkün
olan en uzak bölgeye gitmelerini sağlamaya çalışmaktadır. Kaynak-
larda “Beer-Şebe”nin Hicaz da dahil olmak üzere Filistin’in güneyin-
deki bütün çöl alanlarını kapsadığı13; “Paran”ın ise Mekke ve Medine
arasındaki tepelerin ismi olduğu ifade edilmektedir14. Buna göre
Hacer ve İsmail’in götürüldükleri yer konusunda Tevrat ve Kur’ân
metinlerinin örtüştüğü söylenebilir15.
Tevrat-Tekvin 22’de ise İbrahim’in, biricik sevdiği oğlu İshak’ı
kurban olarak takdim etmek üzere “Moriya” diyarına götürdüğü ifade
edilmektedir. İbrahim’in rüyasında, İsmail’i mi yoksa İshak’ı mı kur-
ban ettiğini gördüğünü, ileride genişçe ele alacağız. Bu bölümde de
kurban ile ilgili seremoniler Kur’ân metnindekinin ana fikrine benzer
11
İslam’dan önce ve sonra kabul gören hacc ibadetinin temel felsefesi; Kabe, İbra-
him, İsmail ve Mekke ile oradaki diğer kutsal mekanlarda belirli zaman dilimlerin-
de eda edilen menasikin ayrılamaz birlikteliğidir. Konuyla ilgili rivayetler için bkz.,
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Tevili Âyi’l-Kur’ân, Darul
fikr, Beyrut, 1408/1988, XXIII, 81-88; Kurtubi, Ebu Abdullih Muhammed b.
Ahmed, el-Cami li Ahkami’l-Kur’ân, Darul hadis, Kahire, 1416/1996, XV, 96-106;
İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Çağrı yayınları, İstanbul,
1406/1986, IV, 14-19.
12
Tevrat, Tekvin (21), 8-21.
13
Esed, Kur’an Mesajı, I, 35.
14
Aydemir, Abdullah, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler Tarihi, T. D. V. yayınları,
Ankara, 1992, s. 74.
15
“Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını (İsmail ve annesi Hacer’I) ekin bitmez
bir vadide Senin Beyt-I Muharrem’I(Kabe)nin yanına yerleştirdim…” İbrahim (14),
37.
Page 7
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
81
bir şekilde16 uzun uzadıya sunulduktan sonra İbrahim’in uşaklarının
yanına döndüğü, kalkıp birlikte “Beer-Şebe”ye gittikleri ve ömrünü
orada geçirdiği anlatılmaktadır17.
Tevrat metninin anlatımından açıkça anlaşıldığına göre çölde
susuz kalan ve kendilerine kuyudan su çıkartılan İsmail ve annesi
Hacer ikilisidir. Tevrat’taki bu bilgi Arap ve İslam geleneğindeki bilgi
ile örtüşmektedir. İslam öncesi Arap kültür geleneğindeki sosyolojik
yargıya göre; İbrahim, Hacer ve İsmail’e endeksli oluşan Mekke’deki
kutsal mekanlar arasında bir birliktelik ve bütünlük söz konusu-
dur18. Yani Hacer ve İsmail’e Allah’ın bağışladığı Zemzem kuyusu;
İbrahim’in oğul İsmail’i kurban etmek üzere götürdüğü yer; yolda
giderken şeytanın kendilerine musallat olması ve bu çerçevede olu-
şan sosyal ve dini yapılanma; yine İbrahim’in büyük ihtimalle kur-
ban olayından sonra oğlu İsmail ile birlikte temellerini yükselttikleri
Beyt; hep aynı yerdedir19. İslamiyet bütünüyle hac öğretisini doğru
kabul ettiği bu temel üzerine kurmuştur. Özellikle yalan üzere bir-
leşmeleri mümkün gözükmeyen büyük bir topluluğun Kabe’nin du-
varında asılı olarak gördüklerini söyledikleri İsmail’in yerine kurban
edilen koçun boynuzları ile ilgili haber, bu konuda kabul edilmesi
gereken tarihsel bir gerçek olarak öne çıkmaktadır20. Buna mukabil
kurban edilmesi emredilenin ishak olduğunu iddia edenlerin, söz
konusu boynuzların Şam’dan Mekke’ye götürülmüş olabileceği şek-
lindeki cevap inandırıcılıktan uzaktır. Yahudi din adamlarının genel-
de yaptıkları gibi kutsal metinleriyle oynadıkları ve kurban olayında,
İbrahim’e atfedilen hayattaki “biricik çocuk” kavramını da onun sev-
diği “biricik çocuk” olarak değiştirmiş olmaları kuvvetle muhtemel-
dir21. Nitekim Müslüman olan Yahudi din adamlarından da bu yönde
itiraflar mevcuttur22.
16
Kur’ân metni, İbrahim ve kurban edilmesi istenen çocuğun Rabb’lerinin iradesine
teslim olup çocuk kesilmek üzere yere yattığı anda; “biz İbrahim’in imdadına yetiş-
tik ve gördüğün rüyanın gereğini yaptın” demektedir. Bunun dışındaki “kesime ha-
zırlıktan önce muhtemelen cereyan eden bıçağın kesmemesi gibi” ek bilgiler
israiliyyat kaynaklıdır. (İslam geleneğindeki bu tür detay bilgilerin Tevrat metninde
verilenlerle çelişmediğini de belirtmemiz gerekmektedir.) Bk., Aydemir, Peygamber-
ler Tarihi, s. 74.
17
Tevrat, Tekvin (22), 1-19.
18
Esed, Kur’ân Mesajı, I, 35.
19
Harman, Ömer Faruk, “İsmail” mad., Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2001,
XXIII, 77.
20
Fahrettin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, Mektebu’l-Alami’l-İslami, XXVI, 154; Âlûsî,
Şihabuddin Mahmud, Ruhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’ân’il-Azîm ve’s-Sebi’l-Mesânî,
Dâru İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, XXIII, 136.
21
İbn Kesir, Tefsir, IV, 14.
22
Ömer b. Abdlaziz’in Yahudi din bilginlerinden olup Müslüman olan birine haber
gönderdiği ve İbrahim(as)’ın iki çocuğundan hangisinin kurban edilmekle emredil-
diğini sorduğu, onun da; “ey müminlerin emiri, kurban edilmesi istenen çocuk İs-
Page 8
Hasan ATSIZ
82
Bakara 127’de “İbrahim ve İsmail’in birlikte Beyt’in temellerini
yükselttikleri”; Sâffât 102’de ise, “uysal bir çocukla müjdelenen İbra-
him’in bu çocuğu kendisiyle beraber çabalama olgunluğuna erişti-
ğinde, babasının rüyasında kendisine onu kurban ettiğini gördüğü-
nü” söylediği belirtilmektedir.

Âyette geçen “sa’y” sözcüğü klasik tefsir literatüründe koşmak, yürümek, çalışmak şeklinde anlamlandırılırken23, günümüz tefsir araştırmacılarından bazısı da çocuğun babasının tutum ve davranışlarını anlayıp paylaşacak olgunluğa erişmesi olarak değerlendirmektedir24.

Bu iki ayet beraberce düşünüldü-
ğünde Beyt’in inşasında, İsmail’in babasının yanında çalışması, ke-
sin olarak kurban olayından sonradır denebilir.
Tevrat metninin açık ifadesine göre İbrahim; İsmail’in doğu-
munda 86, İshak’ın doğumunda ise 100 yaşındaydı25. Tefsir literatü-
ründe geçen ve Tevrat’tan alındığı açıkça söylenen rivayetlerde ise,
İsmail ve İshak’ın doğumunda İbrahim’in yaşı 86 ve 99 olarak veril-
mektedir26. Yine Tevrat’ta belirtildiğine göre İshak sütten kesildikten
sonra Sara, İbrahim’den Hacer ve İsmail’I uzaklara götürmelerini ta-
lep etmektedir27. Demek ki İbrahim hicret edip gurbet elde kendile-
riyle ünsiyet bulmak üzere Yaratıcı’sından salih zürriyet dilediğinde,
bu anlamda kendisine verdiği ilk çocuk kesin olarak İsmail’dir28. Bü-
tün bu bilgiler üst üste konulduğunda, İbrahim Beyt’in temellerini
yükseltirken İsmail de 16-17 yaşlarında bir delikanlı olarak babasına
yardım etmiştir denebilir.
Beyt’in inşaatına bu şekilde başlayan İbrahim ve İsmail
“Rabblerinden amellerini kabul etmesini ve zürriyetlerinden Müslü-
man bir ümmet yaratmasını” dilemektedirler29. Kanaatimize göre
kurban edilmek istenenin İsmail mi yoksa İshak mı olduğunu anla-
mada, yukarıdaki ayette geçen “bizim zürriyetimizden” ibaresi, anah-
tar sözcükler konumundadır. Çünkü kurban edilmesi istenenin
İshak olduğunu iddia eden tefsir otoriteleri, Sâffât 113’te geçen “on-
ların zürriyetinden” ibaresindeki tesniye zamirini İbrahim ve İshak’a
göndermektedirler30. Ancak çok iyi bilinmektedir ki baba ve oğulun
zürriyeti aynı kabul edilirken, kardeşlerin zürriyeti farklı kabul edil-
mail’dir, Yahudiler de aslında bunu bilmektedirler, fakat Araplara hasetlerinden
bunun İshak olduğunu iddia etmektedirler” dediği nakledilmektedir. Bkz., Alusi,
Ruhu’l-Meani, XXIII, 135.
23
Beyzavi, Abdullah b. Ömer, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil (Mecmau’t-Tefasir),
Çağrı yay., İst., 1984, V, 242.
24
Esere, Kur’an Mesajı, II, 915.
25
Bkz., Tevrat, Tekvin (16), 16, (21), 6.
26
Bkz., İbn Kesir, Tefsir, IV, 14.
27
Tevrat Tekvin (21), 8-10.
28 Bkz., Sâffât (37), 100-101; Harman, “İsmail”, XXIII, 77.
29
Bkz., Bakara (2), 27-28.
30
Konu hakkındaki daha geniş tartışmalar için bkz., İbn Kesir, Tefsir, IV, 19 vd.
Page 9
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
83
mektedir. İsmail ve İshak gerçeğinde de durum böyledir. Buna göre
eğer söz konusu olan baba ve oğul ise, kesin olarak tesniye zamiri
kullanılamaz31.
B. İBRAHİM VE İSHAK’IN BİRLİKTE ANILDIĞI AYETLER
Kur’ân’da üç yerde İsmail’in bahsi geçmeksizin, İbrahim ve
İshak (iki yerde Yakub’la) birlikte zikredilmektedir. Yusuf süresi(12)
ayet 6 ve 38’de Yusuf’un ataları olarak İbrahim, İshak ve Yakub’tan
söz edilmektedir. Allah’ın, atalarına nimetini sunduğu gibi Yusuf’a da
maddi ve manevi nimetini sunacağı belirtilmektedir: “Böylece (sana
rüyanda gösterildiği gibi) Rabbin seni de seçecek; sana olayların iç
yüzünü görüp yorumlamayı öğretecek; ataların İbrahim ve İshak’a
olan nimetini her bakımdan yeterli kıldığı gibi sana Yakub’un soyuna
verdiği nimeti de her bakımdan tam ve yeterli kılacak…”32
Burada Yusuf’un daha önce gördüğü ve dördüncü ayette sözü
edilen rüyaya atıfta bulunulmaktadır33. Yani rüyanda gördüğün üze-
re gök yüzünün yüksek ve parlak cisimlerinin sana secde etmelerine
benzer bir şekilde Rabbin seni seçecek ve bütün makamların üzerin-
de olan katındaki peygamberlik makamıyla seni şereflendirecektir.
Bunun sonucunda da büyük kitleler sana boyun eğecekler34. Ayetin
metninde geçen “ehâdîs” sözcüğüne gelince, müfessirlerin büyük
kısmı bunu “rüyalar” şeklinde anlamayı yeğlemişlerdir35. Buna göre
“te’vîlu’l-ehâdîs” tamlaması “rüyaları anlamlandırma” manasına gelir.
Ancak bir peygamber olarak Yusuf’a öğretilenin sadece bununla sı-
nırlandırılmaması gerektiğini ifade eden ve “te’vîlu’l-ehâdîs” tamla-
masının kapsam alanını daha geniş tutan yorumcular da vardır36.
31
Elmalılı, Hak Dini, VI, 4065.
32
Yusuf (12), 6.
33
Kur’ân kıssaları içerisinde Yusuf kıssası en geniş ve derli-toplu olanıdır.
Kur’ân’daki kıssalar genelde muhatap kitleye ulaştırılmak istenen mesaja uygun
olarak vahyin farklı iniş süreçlerinde gündeme alınmaktadır. Bazen aynı olayın
farklı ifade biçimleriyle değişik yerlerde anlatıldığı görülmektedir. Yine de kıssa an-
latımında Kur’ân detay bilgi vermez. Çünkü sözü edilen kıssada tarihsel bilgi ver-
mek Kur’ân’ın amacı değildir. Fakat Yusuf kıssasında bu genel çerçevenin dışına
çıkıldığı söylenebilir. Sürenin sebeb-I nuzülü olarak Ashab’ın Hz. Peygamber’den
bir kıssa dinlemek istemeleri de bunu göstermektedir. (Süyuti, Celalüddîn, Lüba-
bu’n-Nukûl fî Esbabi’n-Nüzûl, (Muhammed Hasan el-Humsî’nin hazırladığı
Müfredâtu’l-Kur’ân’ın kenarında), Müessesetü’l-Îmân, Beyrut, 1. baskı,
1419/1999, s. 278). Buna rağmen Kur’ân, Tevrat kadar Yusuf kıssasını detaylan-
dırmaz. Kur’ân kıssaları içerisinde Tevrat metniyle en çok örtüşen de yine bu kıs-
sadır. Yahudi din bilginlerinin tahrifinden Yusuf kıssasının bu kadar ucuz kur-
tulmuş olmasının muhtemel sebepleri arasında, burada şeri hükümlerden ziyade
ahlaki hususların merkeze alınmasıdır. Bkz., Tevrat, Tekvin (37), 7-9.
34
Elmalılı, Hak Dini, IV, 2848.
35
Esed, Kur’ân Mesajı, II, 457.
36
Fahreddin er-Razi, Tefsir, XVIII, 89-90; Elmalılı, Hak Dini, IV, 2848; Esed, Kur’ân
Mesajı, II, 457.
Page 10
Hasan ATSIZ
84
Ayetin üçüncü kısmını teşkil eden “… Daha önce iki atan İbra-
him ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi…” pasajına gelince, Allah,
burada Yusuf’a vereceğini söylediği nimet ile daha önce ataları İbra-
him ve İshak’a bağışladığı iyilikler arasında bir benzetme yapmakta-
dır. Bu noktadan hareketle kaynaklarımızın bazısında, “Allah, İbra-
him’I ateşten, İshak’ı kurban edilmekten kurtardığı gibi, seni de ey
Yusuf karşı karşıya kalacağın sıkıntılardan kurtaracaktır”, şeklinde
bir sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır37. Sâffât suresinin ilgili ayetle-
rinde, tavrını net bir şekilde kurban olarak sunulmak istenenin İs-
mail olduğu yönünde belirleyen Razi’nin, burada söz konusu değer-
lendirmeyi yapması dikkat çekicidir38. Tefsir-i Kebir’de tartışmaya
değer gördüğü bir çok rivayet ve nakle yer veren Razi’nin, burada ol-
duğu gibi, zaman zaman çelişkiye düştüğü durumlar görülebilmek-
tedir.
Bu başlık altında zikredeceğimiz üçüncü ayet ise Sâd (38),
45’tir39. Burada yine İbrahim, İshak ve Yakub halkası birlikte anılır
ve üçünün de kudret ve tefekkür sahibi oldukları vurgulanır. Sâd
(38), 48’de İsmail’den söz edilir ve onun da seçilenlerden olduğu ha-
tırlatılır40. İsmail’in; İbrahim, İshak ve Yakub zinciriyle anılmayıp ay-
rı olarak zikredilmesi dikkat çekicidir. Böyle bir sıralamayla, Kur’ân,
muhtemelen İsmail ve İshak’ın nesillerinin farklılığına işaret etmiş
olabilir.
C. İBRAHİM, İSMAİL VE İSHAK’IN BİRLİKTE ANILDIĞI
AYETLER
Kur’ân’da üçü Bakara süresinde olmak üzere toplam beş yerde,
İbrahim, İsmail ve İshak birlikte anılır. Bu beş yerde de İsmail,
İshak’tan önce sıralamadaki yerini alır41. Tevrat net olarak İsmail’in
yaşça İshak’tan büyük olduğunu ifade ettiği42 halde Kur’ân bu ko-
37
Fahreddin er-Razi, Tefsir, XVIII, 90.
38
Fahreddin er-Razi, Tefsir, XXVI, 151-155.
39
“Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim’I, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla”.
40
“İsmail, el-Yesa’ ve Zülkifl’i de an. Onların her iyi kimselerdi.”
41
“… Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha
ibadet edeceğiz…”, “… Biz Allah’a, bize indiline (Kur’ân’a), İbrahim, İsmail, İshak…
indirilene… iman ettik…”, “… İbrahim de, İsmail de, İshak da…” Bakara (2), 132-
136, 140; “… Allah’a, bize indirilene (Kur’ân’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a…
inandık…” Âl-I İmran (3), 84; “…İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a vahy etmiştik…” Nisa
(4), 163. Kur’ân’da bir yerde İbrahim, yaşlılık döneminde kendisine İsmail ve
İshak’ı verdiği için Allah’a hamdetmektedir. (İbrahim (14), 39); Allah dört yerde
İbrahim’e, İshak ve Yakub’u hibe ettiğini belirtmekte (Enam (6), 84; Meryem (19),
49; Enbiya (21) 72; Ankebut (29), 27); bir yerde ise İsmail ve İshak’ı mübarek
kıldığını söylemektedir. (Sâffât (37), 113). Kur’ân’da 4 yerde ise İsmail; İbrahim ve
İshak’tan ayrı olarak zikredilmektedir. (Enam (6), 86; Meryem (19), 54; Enbiya (21),
85; Sâd (38), 48).
42
Bkz., Tevrat, Tekvin (16), 16.
Page 11
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
85
nuda açık bir dil kullanmamaktadır. Zaten Kur’ân’ın üslubu da bu-
nu gerekli kılmamaktadır. Ancak Kur’ân’ın sıralamada İsmail’i hep
İshak’tan önce zikretmesi, yaşça da İsmail’in İshak’ın önünde olma-
sını gerektirmektedir. İbrahim’in göçten sonraki serüveni gözden ge-
çirildiğinde şöyle bir manzara ortaya çıkar: İbrahim’in yaşı epeyce
ilerlediği halde Sara çocuk doğuramamaktadır. Ancak Sara’nın gönlü
İbrahim’in çocuksuz kalmasına da razı olmaz. Bunun için İbrahim’in
cariyeleri Hacer’le beraber olması kararlaştırılır ve bu beraberlikten
İsmail doğar. Bir zaman sonra Sara’dan da İshak doğar. Ailenin hu-
zuru bundan sonra Sara’nın, cariyenin çocuğu İsmail’in kendi çocu-
ğu ile beraber İbrahim’in mirasına ortak olacağı endişesiyle bozulur.
Çözüm Hacer’in çocuğu ile birlikte başka yere naklinde bulunur43.
Kutsal metinlerden hareketle çizilen bu tabloda görüldüğü üzere
önce doğan çocuğun İsmail olduğu şüphe götürmez bir gerçek olarak
karşımıza çıkmaktadır. İsmail’in daha önce doğumunun tespitinden
sonra, İbrahim’in İshak’la müjdelenmesi daha anlamlı görülmektedir.
Çünkü İbrahim’in artık iyice yaşlandığı ve Sara’dan çocuk sahibi ol-
mayı hayal bile edemediği bir zamanda, çocuk sahibi olmakla müjde-
lenmesi dini açıdan daha bir anlam ifade etmektedir44.
D. İBRAHİM’İN DOĞACAK ÇOCUKLA MÜJDELENMESİNİ
HABER VEREN AYETLER
Kur’ân’da beş sûrede çocukla müjdeleme konusuna değinilmek-
tedir. Hûd, Hicr, Ankebut ve Zariyat sûrelerinde İbrahim ve Sara ço-
cukla müjdelenmelerinin hemen arkasında Lut kavminin helaki iş-
lenmektedir. Kur’ân’ın bu ayetlerinde çocuk doğurmakla müjdelenen
hanımın ismi açıkça geçmese de, bunun İbrahim’in birinci hanımı
Sara olduğunda tefsir bilginleri ittifak etmişlerdir. Bu ayetlerde kur-
ban konusu gündeme getirilmeksizin sadece müjdeleme konusuna
yer verilmektedir. Tevrat'ın metninde de aynı yöntemin izlendiği ol-
dukça dikkat çekicidir; yani önce müjdeleme, sonra Lut kavminin
helaki anlatılır. Şu farkla ki, Tevrat metninde çocuk doğurmakla
müjdelenenin Sara olduğu açık olarak geçmektedir45.
Tevrat ve Kur’ân metni birlikte ele alındığında, ilgili ayetlerde de
ifade edildiği üzere, İbrahim’in ikinci çocukla müjdelenmesi ve ardın-
dan Lut kavminin helak edilmesi, gerçeğe en yakın durumdur. Tevrat
ve Kur’ân’ın metinsel örgüsü bunun böyle olmasını gerekli kılmakta-
dır. Çünkü İbrahim’e hediye olarak verilen Hacer46, Tevrat’ın açık
43
Tevrat, Tekvin (16), 1-15.
44
Harman, “İsamil”, XXIII, 79.
45
Tevrat, Tekvin (18), 1-33; (19), 1-38.
46
Bkz., Alusi, Ruhu’l-Maani, XXIII, 135.
Page 12
Hasan ATSIZ
86
metni47 ve Kur’ân nassının mana delaletiyle, önce doğum yapmakta-
dır. Aradan epey zaman geçtikten ve zahiren Sara’nın çocuk doğur-
ma ihtimali kalmadıktan sonra, Sara çocukla müjdelenmektedir. Bu
sebeple İbrahim ve Sara’nın tepkileri ve hayretleri ileri boyutta ol-
maktadır48. Demek ki Sara’nın çocukla müjdelenmesi ile Lut kavmi-
nin helak edileceği haberinin İbrahim’e peşi sıra verilmiş olması ve
bunun İbrahim’in yaşlılık dönemine gelmesi en makul anlama ve yo-
rumlama biçimidir.
Sâffât sûresinde iki (ayrı) müjdelemeden söz edilmektedir. Birin-
ci müjdelemeden sonra, müjdelenen çocuğun belirtilen niteliklerine
(halim, sabırlı ve sözüne bağlı olması49) uygun olarak kurban edilme-
si istenmektedir. Kurban etme isteği, ilahi takdirin gerektirdiği şekil-
de sonuçlanmasından sonra, İbrahim ikinci çocukla müjdelenmekte-
dir. Kanaatimize göre, aynı yerde aynı kavramın iki defa kullanılmış
olması önem arz etmektedir. Bu noktada iki müjdenin farklı kişilikler
için olması gerektiğini belirtmekle yetinip, ilgili ayetleri irdelemeye
geçebiliriz.
Hud sûresinin (11) ilgili ayetlerinde Allah şöyle buyuruyor: “Elçi-
lerimiz, İbrahim’e müjde getirip: “Selam!” demişlerdi. O da “selam!”
dedi; çok geçmeden hemen (elçilere) kızarmış bir buzağı getirdi. Elle-
rinin buzağıya uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve on-
lardan ötürü içinde bir korku duydu. “Korkma, dediler, biz Lut kav-
mine gönderildik.” Ayakta durmakta olan karısı, güldü. Biz de ona
İshak’ı müjdeledik. İshak’ın ardından da Yakup’u. “Vay, dedi, ben
koca karı, bu kocam da bir pîr iken doğuracak mıyım? Bu cidden
şaşılacak bir şey!”50.
Metinde “rusül” olarak geçen “müjdeci elçilerin” nitelik ve nice-
likleri konusunda Kur’ân’ın genel üslubu çerçevesinde net bir bilgi
verilmemektedir. Ancak müteakip ayetlerde bunların insan suretine
bürünmüş melekler olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü İbrahim buzağıyı
kızartıp önlerine koyar. Yemediklerini görünce de korkuya kapılır.
Demek ki İbrahim önce onların birer insan olduğunu zannetmiş ve
yesinler diye yemek hazırlamıştır. Yememelerine bizzat kendileri
açıklama getirene kadar da bir anlam verememiştir. Muhtemelen İb-
rahim’in hanımı Sara, daha önce durumu farketmiş ve gülümse-
miştir51. Sara’nın gülümsemesini yaşlılık çağında hamile kalmasına
47
Bkz., Tevrat, Tekvin (16), 1-16.
48
Bkz., Hud (11), 71-72; Hicr (15), 54; Zariyat (51), 30.
49
Bkz., Meryem (19), 54; Enbiya (21), 85; Sâffât (37), 101-102.
50
Hud (11), 69-72.
51
İbn Kesir, Tefsir, II, 452.
Page 13
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
87
veya azgınlaşmış Lut kavminin helakini öğrenmesine yorumlamak da
mümkündür52.
Tefsir literatüründe İbrahim’e gelen elçilerin kimliği ve sayısı ko-
nusunda doğruluğu tartışılan bir çok rivayet bulunmaktadır53. An-
cak Kur’ân metni esas alındığında bunların insan şeklinde birden
fazla melek olduğu anlaşılmaktadır. Gelen elçilerin birden fazla ol-
dukları noktasında Tevrat ve Kur’ân metni birleşir. Fakat Kur’ân
metninin aksine Tevrat metni, elçilerin buzağı etini yediklerini açıkça
bildirir54.
Kur’ân metni, İbrahim’in hanımının çocukla müjdelenmesini,
gülümsemesinin bir sonucu olarak sunar. Bu noktaya vurgu yapan
bazı yorumcular “Sara, çok azgınlaşan Lut kavminin helak haberine
sevindi ve bunun için kendisi doğacak çocukla müjdelendi” demiş-
lerdir55. Tevrat’ta ise ilgili bölüm “ve Sara: İhtiyar olduktan sonra ba-
na sevinç olur mu? Efendim de kocamıştır, diyerek içinden güldü”56
şeklinde ifade edilmektedir.
Kur’ân, İbrahim’in eşi (Sara)’nın İshak’la ve onun arkasından
Yakup’la müjdelendiğini bildirmektedir57. Tevrat ise torun Yakup’u
gündeme getirmeksizin Sara’ya doğacak olan İshak’ın zürriyetinin
geniş olacağını söylemektedir. Gerçi Tevrat’ta buna benzer bir ifade
İsmail için de kullanılmaktadır58. Fakat Kur’ân metni İsmail’i müjde-
lerken sadece onunla yetinmektedir. Bu noktadan hareket eden bazı
yorumcular, kurban edilmesi istenenin kesinlikle İsmail olduğu so-
nucunu çıkarmaktadırlar59. Eğer kurban edilmesi istenen İshak ol-
saydı, o takdirde Sara’nın onun arkasından torun Yakup’la müjde-
lenmesinin bir anlamı kalmazdı60. Kurban edilmesi istenenin İsmail
olduğunu savunanların en güçlü delillerinden bir tanesi de bu ayet-
tir. Gerçekten Allah, eğer Sara’yı doğacak İshak ismindeki bir oğulla
ve arkasından da Yakup adındaki bir torunla müjdeledi ise, o zaman
52
İbn Kesir, Tefsir, II, 452.
53
Bu rivayetler içerisinde gelen elçilerin güzel gençler şekline giren Cebrail, Mikail ve
İsrafil olduğunu ifade eden naklin Kur’ân metni açısından doğruya en yakın olması
gerekir. İlave olarak Tevrat metni de elçilerin üç adam olduğunu net bir şekilde be-
lirtmektedir. Bkz., Tevrat, Tekvin (18), 2; İbn Kesir, Tefsir, IV, 235.
54
Tevrat, Tekvin (18), 1-8.
55
İbn Kesir, Tefsir, II, 452.
56
Tevrat, Tekvin (18), 12.
57
Hud (11), 71.
58
“Ve Allah dedi: Gerçek senin karın Sara sana bir oğul doğuracak; ve onun adını
İshak koyacaksın; ve onunla ve ondan sonra zürriyetiyle ahdimi ebedi ahit olarak
sabit kılacağım. Ve İsmail’e gelince, seni işittim; işte, onu mübarek kıldım, ve onu
semereli edeceğim, ve onu ziyadesiyle çoğaltacağım; 12 beyin babası olacak, ve onu
büyük millet edeceğim.” Tevrat, Tekvin (17), 19-20.
59
İbn Kesir, Tefsir, II, 452.
60
Bu itiraz ve cevabı için bkz., Taberi, Camiu’l-Beyan, XXIII, 84 vd.
Page 14
Hasan ATSIZ
88
daha torun ortada yok iken, Allah, İbrahim’den oğlunu kurban etme-
sini nasıl istesin ki? Böyle bir durum, Allah’ın sözünden dönmesi an-
lamına gelir ki bu da kesinlikle mümkün değildir.
Buna ilave olarak kurban olayında Allah, İbrahim’in kendisine
bağlılığını denemek istemiştir, denebilir. Bu durumda mantıklı olan,
İbrahim’in daha tek bir çocuk babası iken böyle çetin bir imtihana
tabi tutulmasıdır. Böylece işin imtihan boyutu öne çıkmış olur. Ka-
naatimize göre, İsmail’in delikanlılık döneminde İbrahim’in, İshak’ın
kurban edilmek istenmesiyle böyle bir imtihana tabi tutulmuş olma-
sı, imtihan sırrına uygun değildir. Onun için Tevrat’taki “biricik
oğlun”61 cümleciğinin metinde ifade edildiği gibi “çok sevdiğin biricik
oğlun” anlamında değil, bilakis “hayatta olan biricik oğlun” anlamın-
da olması gerekir62.
Hicr suresinin ilgili ayetlerinde ise Allah şöyle buyuruyor: “Onla-
ra İbrahim’in konuklarından haber ver. Onun yanına gelmişler: “Se-
lam” demişlerdi. O da “biz sizden korkuyoruz!” dedi. “Korkma, dedi-
ler, biz sana bilgin bir çocuk müjdeleriz!” “Bana ihtiyarlık dokunduk-
tan sonra mı beni müjdelediniz? Ne tuhaf bir şey ile müjdeliyorsunuz
beni?” dedi”63.
Konumuzla ile ilgili bu ayetlerde vurgulanması gereken iki ö-
nemli nokta bulunmaktadır. Birincisi, İbrahim’in misafirlerinden
korkmasını gerektiren sebep ne idi? Hud sûresinde İbrahim’in gelen
elçilere hazırladığı yemekten yememeleri üzerine korktuğu belirtil-
mektedir64. Fakat Hicr sûresinin ilgili ayetlerinde ise, bu konuda bir
ip ucu yoktur. Kur’ân’ın bir çok yerinde olduğu gibi burada da ya
Hud sûresindeki bilgi ile yetinilmiş,- ki tefsir otoriteleri buna dikkat
çekmişlerdir65- yada daha az bir ihtimalle İbrahim, misafirlerinin ta-
vırlarından böyle bir çıkarsamada bulunmuştur. İkincisi ise, İbra-
him’e müjdelenen çocuğun bilgelikle nitelendirilmesidir. İbrahim’e
müjdelenen çocuk Kur’ân’da iki yerde bilgelikle,66 bir yerde de uysal-
lıkla67 nitelendirilmektedir. Tefsir bilginleri bilgelikle nitelendirilen
çocuktan maksadın İshak olduğunda ittifak ettikleri halde, uysallıkla
61
“Ve (Rabb) dedi: Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshak’ı, al ve Moriya diyarı-
na git, ve orada sana söyleyeceğim dağların biri üzerinde onu yakılan kurban ola-
rak takdim et.” Tevrat, Tekvin (22), 2. Bu metin dikkatlice incelenirse “… sevdiğin
biricik oğlunu, İshak’ı…” ara cümleciğinin Yahudi din bilginlerinin tefsir kabilin-
den muhtemelen ilaveleri olduğu anlaşılabilir. Üstelik bir baba olarak İbrahim’in;
İshak’ı, İsmail’den daha çok sevdiğini gösteren hiçbir kanıt da yoktur.
62
İbn Kesir, Tefsir, IV, 14.
63
Hicr (15), 51-54.
64
Hud (11), 70.
65
İbn Kesir, Tefsir, II, 554.
66
Hicr (15), 53; Zariyat (51), 28.
67
Sâffât (37), 101.
Page 15
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 3
89
tavsif edilen çocuktan ise İbrahim’in iki çocuğundan hangisinin
kastedildiği noktasında aynı görüşü paylaşmamaktadırlar.
Bilgin olmak, babanın Allah tarafından olduğunu söylediği kur-
ban etme isteğine karşı çıkmak anlamına gelmemektedir. Ancak ica-
zın bütün vecihlerini kapsayan ve her bir sözcüğün müsemmasının
niteliğine uygun olarak kullanıldığı bilinen Allah kelamında, kurban
edilmesi istenen çocuğun yumuşaklık,68 sabır69 ve sözüne bağlı70 ol-
makla nitelendirilmesi, Kur’ân üslubuna çok daha uygundur. Önem
arzeden diğer bir nokta ise konuyla alakalı bu ayetlerin hemen aka-
binde Allah, Lut kavmini helak ediş gerekçelerini sıralamaktadır.
Yine aynı konuda Allah, Ankebut sûresinde (29) şöyle buyur-
maktadır: “Elçilerimiz İbrahim’e (oğlu olacağına dair) müjdeyi getir-
dikleri zaman dediler ki: “Biz şu (Sodom) kenti(ni)n halkını helak e-
deceğiz. Çünkü onların halkı zalim oldular”71.
Lut, inandıramadığı kavmine karşı yardım isteyince Allah, ona
yardım etmek üzere insan suretinde melekler gönderir. Melekler
Lut’tan önce İbrahim’e uğrarlar ve misafir edilmek istenirler. Ancak
İbrahim yemediklerini görünce korkuya kapılır. Melekler de korku-
sunu gidermek için onu hanımı Sara’dan bir çocukla müjdelerler ve
geliş amaçlarının Sodom halkını helak etmek olduğunu bildirirler72.
Bu sefer de İbrahim onları vazgeçirmeye çalışır. Fakat onlar bunun
Allah’ın kesinleşmiş bir emri olduğunu söyleyerek İbrahim’den buna
karışmamasını tavsiye ederler73.
Bu noktada sonuç yönünden belirleyici olmalarından ötürü
Sâffât sûresindeki ilgili ayetleri en sona bırakıp Zâriyât sûresindeki
konuyla alakalı ayetlere geçmek istiyoruz: “İbrahim’in ağırlanan ko-
nuklarının haberi sana geldi mi? Bir zaman onun yanına girmişler:
“Selam” demişlerdi. “Selam, dedi, (siz) tanınmamış bir toplu-
luk(sunuz).” (Konuklarına yemek hazırlamak için) gizlice ailesinin
yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi. Onu, önlerine yaklaştırdı, “ye-
mez misiniz?” dedi. (Yemediklerini görünce) onlardan ötürü içine bir
korku düştü. “Korkma” dediler ve ona bilgin bir çocuğu müjdelediler.
Karısı çığlık içinde geldi ve yüzüne vurarak: Kısır bir kocakarı(yım,
benden nasıl çocuk olur)?” dedi”74. Hud, Hicr, Ankebut ve Sâffât
sûrelerinde anlatılan konu, burada da farklı ifade biçimleriyle tekrar
68
Sâffât (37), 101.
69
Sâffât (37), 102; Enbiya (21), 85.
70
Meryem (19), 54.
71
Ankebut (29), 31.
72
Bkz., Tevrat Tekvin (18), 20.
73
İbn Kesir, Tefsir, III, 412.
74
Zariyat (51), 24-30.
Page 16
Hasan ATSIZ
90
edilmektedir. Yukarıdaki sûrelerin ilgili ayetlerinin hemen hemen
hepsinde müjdenin doğrudan İbrahim’e,75 bir yerinde ise müjdenin
İbrahim’in hanımı (Sara)ya verildiği bildirilmektedir76. Yaşlanmış bu-
lunan çiftin müjdelenmeden hemen sonraki tepkisi, iki yerde hanı-
mının diliyle,77 bir yerde de bizzat İbrahim tarafından dile getirilmek-
tedir78. Yine iki yerde müjdelenenin İshak,79 iki yerde bilgin çocuk,80
bir yerde de uysal çocuk81 olduğu bildirilmektedir. Bütün bu bilgiler
üst üste konulduğunda “bilge çocuk” nitelemesinin İshak, “uysal ço-
cuk” vasfının ise İsmail’in hayat hikayesiyle daha fazla örtüştüğü gö-
rülmektedir82.
Sâffât sûresindeki ilgili ayetlerde ise önce İbrahim’in kavmiyle
olan mücadelesi ve akabinde ateşe atılması anlatılmaktadır. Bu o-
laydan sonra İbrahim hicret edeceğini söyler ve Yaratıcı’sından ken-
disine iyi çocuklar vermesini diler. Bunun üzerine Allah şöyle buyu-
rur: “Ona uysal bir çocuk müjdeledik. (Çocuk) onun yanında koşma
çağına erişince: “Yavrum dedi, ben uykuda görüyorum ki ben seni
kesiyorum; bak, ne dersin? Babacığım, sana emredileni yap, inşaal-
lah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. İkisi de böylece teslim o-
lup, çocuğu alnı üzerine yıkınca, biz ona: “İbrahim!” diye ünledik.
“Sen rüyayı doğruladın, işte biz güzel davrananları böyle mükafat-
landırırız!” Gerçekten bu, apaçık bir sınav idi. Ve fidye olarak ona
büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün)
bıraktık. İbrahim’e selam olsun! İşte biz güzel davrananları böyle
mükafatlandırırız. Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı. Biz ona
İshak’ı iyilerden bir peygamber olarak müjdeledik. Kendisine (İs-
mail’e) de, İshak’a da bereketler verdik. Onların neslinden iyi hareket
eden de var, açıkça kendisine zulüm eden de”83.
Hem Tevrat hem de Kur’ân metninde kurban meselesinin işlen-
diği bölümden sonra Lut kıssasına değinilmemektedir84. Ancak İs-
hak’ın doğumunu müjdeleyen bölümden hemen sonra her iki metin-
de de Lut kıssası zikredilmektedir85. Zaman ve bölgesel faktörler göz
önünde bulundurulduğunda, İbrahim’in daha fazla yaşlı olduğu dö-
75 Bkz., Hud (11), 69, 74; Hicr (15), 53; Ankebut (29), 31; Sâffât (37), 101, 112;
Zariyat (51), 28.
76 Hud (11), 71.
77 Hud (11), 72; Zariyat (51), 28.
78 Hicr (15), 54.
79 Hud (11), 71; Sâffât (37), 112.
80 Hicr (15), 53; Zariyat (51), 28.
81 Sâffât (37), 101.
82 İbn Kesir, Tefsir, IV, 235-236.
83 Sâffât (37), 100-113.
84 Bkz., Tevrat Tekvin (22), 1-19; Kur’ân, Sâffât (37), 100-113.
85 Bkz., Tevrat Tekvin (18), 9-21; Kur’ân, Hud (11), 69-74; Hicr (15), 51-58; Ankebut
(29) 31; Zariyat (51), 24-32.

nemine denk gelen İshak’la müjdelenme olayının,86 Lut kavminin he-
lak zamanına daha yakın olduğu sonucuna varılabilir.
Sâffât sûresinin bu ayetlerinde iki müjdeden söz edilir. İbrahim
kavmiyle zorlu bir mücadeleye girişir ve bir yığın çabanın arkasından
yolunu kavminden ayırmaya karar verir. Muhtemelen yalnız kalacağı
yeni yerde Rabbinden salih evlat ister. Bu duadan hemen sonra
Kur’ân metni onu “yumuşak huylu bir çocukla” müjdelemektedir87.
Burada çocuğa atfedilen nitelik, İshak’ın müjdelendiği ayetlerde be-
lirtilen “bilge çocuk” nitelemesinden farklıdır. “Uysal çocuk” doğup
büyüdüğünde, babası onu kurban olarak kestiğini gördüğünü söy-
lemekte ve düşüncesini öğrenmek istemektedir. Çocuk “esnek olma”
vasfına uygun olarak “sabredenlerden” olacağını haber vermektedir.
Böylece “hilm” ve “sabr” vasıfları, kurban edilmesi istenen çocuğun
en anlamlı ve en fazla öne çıkan özellikleri olmaktadır.
Kur’ân ayetlerinin anlaşılmasında en büyük yardımcı yine
Kur’ân’ın kendisidir. Nitekim Allah, Enbiya sûresinde “İsmail’i,
İdris’i, Zülkifl’i de an; hepsi de sabredenlerdendi”88 buyurmaktadır.
İsmail’in sabırlı olmakla nitelendirilmesi bir anlam ifade etmelidir.
Burada sabredenlerden olmakla tavsif edilen İsmail’in, Sâffât sûre-
sinde bahsi geçen “halim” ve “sabırlı” çocuğun bizzat kendisi olmalı-
dır. Böyle bir yorum, İbrahim’in hayat serüvenine de aynen uymak-
tadır. İsmail’in önce doğduğunda tefsir otoriteleri müttefiktirler. Tev-
rat metni de bunu açık olarak ifade etmektedir89. Ayrıca İsmail’in
“sözünü yerine getiren”90 olarak vasfedilmesi de önemlidir.
Demek ki İbrahim, vatanından ayrılışının ilk dönemlerinde
Kur’ân metninde nitelendirilen şekilde İsmail isminde bir çocuk sa-
hibi olur. Bu yaklaşım Kur’ân’ın sunuluş biçimine de bütünüyle uy-
ar. Çünkü Kur’ân metninde İbrahim’in mücadelesi, hicreti, “uysal
çocukla müjdelenmesi”, bu çocuğun kurban edilmek istenmesi ve
çocuğun buna boyun eğmesi bir bütün olarak zikredilir.
Baba ve oğulun gönlü buna ısınınca, kurban kesme hazırlığına
başlanır. Fakat tam bu sırada Allah İbrahim’in imtihanı geçtiğini ö-
vücü ifadelerle bildirir ve fidye olarak da ona büyük bir kurbanlık
verdiğini belirtir. Bu bölüm böyle güzel bir sonla noktalandıktan son-
ra, Allah, bu defa İbrahim’i “iyilerden bir peygamber olarak İshak’la
müjdelemektedir”91. Burada müjdelenen İshak’ın, on ayet önce müj-
86 Bkz., Tevrat, Tekvin (21), 5.
87 Sâffât (37), 101.
88 Enbiya (21), 85.
89 Tevrat, Tekvin (16), 16.
90 Meryem (19), 54.
91 Sâffât (37), 112.

delenen “uysal çocuk”tan, Kur’ân metninin genel mantığı ve üslubu
çerçevesinde, farklı olması gerekmektedir. Hiçbir sebep yok iken Al-
lah, aynı yerde aynı çocuğu ne diye iki defa müjdelesin ki?
Fakat kurban edilmesi istenenin İshak olduğunu ileri süren tef-
sir bilginleri, bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için son derece zorla-
mayla “Allah, önce İbrahim’I yumuşak huylu bir oğlanla, sonra da bu
çocuğun peygamber olmasıyla; yani iki kez müjdeledi”, demektedir-
ler92. Ancak belirttiğimiz gibi, Kur’ân metni böyle bir yoruma açık
değildir. Kur’ân metninde İbrahim ailesinin sadece İshak’la “B-Ş-R”
kökünden gelen sözcüklerle müjdelendiğini, dolayısıyla “uysal ço-
cukla müjdelemeden” maksadın da İshak olması gerektiğini söyleyen
bilginler varsa da bu tutarlı gözükmemektedir93. Çünkü Kur’ân’da
aynı kavramın, farklı kişilikler için kullanıldığı bilinen bir gerçektir.
Sâffât sûresinin ilgili son ayetinde ise, Allah, uysal çocuğu ve İs-
hak’ı mübarek kıldığını ve onların zürriyetinden iyilerin de kötülerin
de olacağını bildirmektedir94. Problemin çözümünde anahtar ayetin
bu olduğunu söyleyebiliriz. Ayetin konteksi kapalı olsa da, problemi
de vuzuha kavuşturucudur. “Onu ve İshak’ı mübarek kıldık” cümle-
sinde tefsir bilginlerinin büyük kısmı “o” zamirinden maksadın İbra-
him olduğunu söylemektedirler. Çünkü Arap grameri esas alındığın-
da “o” zamirinin en yakın yerdeki isme gitmesi gerekir. İlave olarak
bundan önce İbrahim’e giden iki “o” zamiri daha vardır. Ancak mü-
teakip cümlede gelen “onların zürriyetinden” sözcükleri gerçeğin böy-
le olmadığını kesin olarak ve tevil edilemeyecek bir şekilde ortaya
koymaktadır. Bütün otoriteler tarafından baba ve oğlun zürriyetinin
bir olduğu kabul edilmektedir. Ayette iki zürriyetten söz edildiğine
göre, bunun aynı olan İbrahim ile İshak’ın zürriyeti olması kesinlikle
mümkün değildir. Kur’ân’ın mantığı da bunun farklı iki zürriyet ol-
masını gerektirmektedir. Nitekim Kur’ân, İbrahim ve İsmail’den söz
ederken “zürriyetimizden” diyerek ikisinin zürriyetinin aynı olduğunu
bildirmektedir95. O halde burada iki ayrı zürriyetten maksat İsmail ve
İshak’ın ayrı olan zürriyetleridir96. Maalesef bir çok müfessir ve meal
yazarı bu gerçeği dikkate almayarak farklı yorumlara kaymışlardır.
Ayet meseleyi bu kadar net bir şekilde sonuca bağladığı halde,
Taberi gibi bir tefsir otoritesinin dahi konuyu farklı görmek istemesi-
nin sebebi nedir? diye sormak gerekir. Acaba Zemahşeri, Razi, İbn
Kesir ve Hamdi Yazır gibilerinin gördüğü gerçeği; Taberi, Kurtubi ve

92 Bağavi, Ebu Muhammed Huseyin b. Mesud, Mealimu’t-Tenzil, Daru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, 1. baskı, 1414/1993, IV, 30.
93 Taberi, Camiu’l-Beyan, XXIII, 85.
94 Sâffât (37), 113.
95 Bakara (2), 128.
96 Elmalılı, Hak Dini, VI, 4065.

Süyuti gibilerinin görmesini engelleyen ne idi? Acaba kurban edilme-
si istenenin İshak olduğunu iddia edenler, İsmail olduğunu savunan-
lara göre, Kur’ân diline ve ilimlerine daha mı az hakimdiler? Kanaa-
timize göre, sebep bunlardan hiç birisi değildir. Fakat kurban edil-
mesi istenenin İshak olduğunu beyan eden zayıf nakiller, onların
zihnine öyle kazınmıştı ki, konu ile ilgili bütün ayetleri o mantıkla
anlamlandırma çabasına giriştiler. Nitekim Kurtubi de bu konudaki
nakillerin çokluğuna dikkat çekmektedir97.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Kur’ân nassının, isim vermek suretiyle Allah tarafından, İbra-
him’in ikisi de peygamber olan çocukları İsmail ve İshak’tan hangisi-
ni kurban etmekle emredildiğini açıkça belirtilmemiş olması; bu ko-
nuda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kur’ân nas-
sının bu konuda açık ifade kullanmamış olması, aynı zamanda, iki
gruba da konu ile ilgili ayetleri kendi görüşleri doğrultusunda yo-
rumlama olanağı sunmuştur. Ancak bu durum, iki görüşün de aynı
oranda doğru olduğu sonucuna bizleri götürmemelidir. Düşüncemize
göre Kur’ân nassındaki konu ile ilgili ayetlerin tamamı bir bütün içe-
risinde değerlendirildiğinde, sonuç ortaya çıkmaktadır. Şimdi iki
grubun da eleştirileriyle beraber görüşlerini maddeler halinde ince-
leyelim:

A. Kurban edilmesi emredilenin İsmail olduğunu söyleyenlerin
delilleri:
1. Hz. Peygamber’in bi’setinden önce de Arapların bilgisi bu y-
önde idi.
2. Hz. İbrahim, hicretinin hemen akabinde kendisiyle yalnızlığını
giderecek salih bir çocuk dilemekte ve Allah da onun bu dileğini ka-
bul etmektedir. Tevrat ve Kur’ân’ın ittifakıyla yaşça büyük olan İsma-
il bu şekilde İbrahim’e verildikten sonra, bu defa İshak’la müjdelen-
mektedir. Bu durumda Tevrat metninde geçen “sevdiğin biricik oğ-
lun” karşılığının da “hayatta olan biricik oğlun” olması gerekir. İbn
Kesir, Tevrat’ın bazı nüshalarında “biricik” ifadesi yerine “büyük” ifa-
desinin olduğunu söylemektedir ki, tezimizi desteklemek açısından
bu önemli bir husustur.
3. İbrahim, İshak’la müjdelenirken, hem çocukla ve hem de ço-
cuğun çocuğuyla birlikte müjdelenmektedir. Kurban edilecek bir ço-
cuk, kendisine doğacak çocukla müjdelenemez. Yahudi yorumcula-
rın, bunun İshak’ın ergenlik dönemine rastladığı şeklindeki görüşle-
rine de itibar edilmez.
4. İsmail’in sabır, yumuşak huyluluk ve sözüne bağlılıkla nite-
lendirilmesi. Bu sıfatlar, kurban edilmesi istenen çocuğun hayat hi-
kayesiyle tamamen bağdaşmaktadır.
5. Olayın Mekke’de cereyan etmesi; İslam öncesi Arap mitoloji-
sinde bunun böyle kabul edilmesi ve İslam’ın beş esasından biri ola-
rak kabul ettiği hac farizasının da doğru kabul edilen bu gelenek ü-
zerine inşa edilmesi.
6. Kurbanlık koçun boynuzlarının Kabe’de asılı olarak nesilden
nesile geldiğini ifade eden ve yalanlanması mümkün olmayan haber-
ler.
7. Hz. Peygamber’in “atası İsmail ve babası Abdullah’ı” kastede-
rek “ben iki kurbanlığın oğluyum” demesi.

B. Kurban edilmesi istenenin İshak olduğunu iddia edenlerin
delilleri:
1. İbrahim, daha Hacer kendisine hediye edilmeden önce çocuk-
la müjdelenmiştir. Fakat bunun doğruluğu tartışmaya açıktır. Çün-
kü İbrahim Şam’a varmadan, yol güzergahında bulunan Harran’da,
Hacer kendisine hediye edilmiş ve İbrahim’in çocukla müjdelenmesi
de tam bu sırada olmuştur.
2. “Zebih, İshak’tır”, “İshak’ı kurban edilmekle imtihan ettim”,
“İshak’tan kurban edilme sıkıntısını giderince” gibi İshak’ın kurban
edilmekle emredildiğini ifade eden rivayetler, hadis otoriteleri tara-
fından garip, münker, mevkuf, zayıf ve mevzu olarak değerlendiril-
mektedir.98
Kanaatimize göre ayetlerin zahiri de kurban edilmesi emredile-
nin İsmail olduğunu tedai ettirecek niteliktedir. Bunun aksini gerek-
tirecek sahih bir hadis de mevcut değildir.
98
Alusi, Ruhu’l-Meani, XXIII, 135 vd.