21 Mayıs 2017 Pazar

TEBYİNÜL KUR’AN” DAN TAHRİFÜL KUR’AN ÖRNEKLERİ 9 (İBRAHİMİN MİSAFİRLERİ) \ İsmail Hakkı BAŞDAĞ

“TEBYİNÜL KUR’AN” DAN TAHRİFÜL KUR’AN ÖRNEKLERİ 9 (İBRAHİMİN MİSAFİRLERİ) \ İsmail Hakkı BAŞDAĞ

Yayınlandı: 25 Ekim 2015 / İktibaslarİsmail Hakkı Başdağ
0

Rate This

“Tebyinül Kur’an’dan Tahrifül Kur’an örnekleri” adlı yazı serimize adı geçen eserdeki Hud ve Zariyat surelerinde geçen “İbrahim’in misafirleri” kıssası ile ilgili yapılan yorumları yine adı geçen eserden yaptığımız alıntılarla tahrif olduğunu iddia etiğimiz düşünceleri sayın yazarın eserindeki Kur’an bütünlüğünü hesaba katmadan yaptığı çelişkiler ile ortaya koymak istiyoruz. Önce Hud Suresi 69. ayetinden itibaren başlayan “İbrahim’in misafirleri” kıssası ile ilgili verilen mealleri ve yorumları sayın yazarın internette yayınlanan eserinden yaptığımız alıntılar ile görelim.
—–69- Ve andolsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz müjde ile geldiler; “Selâm!” dediler. O; “Selâm!” dedi, sonra da saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmekte gecikmedi.
Sayın yazar 69. ayet ile ilgili yorumunda, önce “elçilerimiz” (rusuluna) kelimesi hakkındaki düşüncelerini açıklayarak şunları söylemektedir.
“Elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen klâsik kaynaklarda bu elçilerin “melek” olduğu dayatılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise; bu elçiler İbrahim peygamberin o güne kadar tanımadığı, varlıklarından haberdar olmadığı, o yöredeki beşer elçilerdir [peygamberlerdir]. Sayılarının “bir” den fazla olması bu konuda tereddüde mahal vermemelidir; çünkü Yasin Süresinde de bir kente art arda üç elçi gönderildiği bildirilmiştir
Daha önceki yazılarımızda ele aldığımız üzere “melek” kavramı hakkında Kur’an’ı bir düşünce sahibi olmayan sayın yazar “klasik kaynaklardaki dayatma” olarak düşündüğü bu kavrama kendi ön kabulleri doğrultusunda ayrı bir anlam yükleyerek İbrahim (as) a gelen elçilerin “beşer” olduğu dayatmasını yapmaktadır. Bu dayatmayı Yasin Suresinden konu ile alakası olmayan verdiği bir örnekle destekleme yoluna gitmektedir. Sayın yazarın Hacc Suresi 75. ayetine kendi sitesinde verdiği meal çelişkisini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Bu ayete “75-76. Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah’a döndürülür.” şeklinde bir meal veren sayın yazar Hacc Suresi 75. ayetine verdiği meal ile Hud Suresi 69. ayetine verdiği anlam arasındaki çelişkiyi fark ederek tutarlı olmak!! açısından kitap haline getirilmiş mealinin 2011 baskısında o ayeti de tahrif etmek gerektiğini fark ederek Hacc Suresi 75. ayetine, “Allah haberci ayetlerden de elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer” şeklinde bir meal vererek aradaki tutarsızlığı gidermiştir!!.
69. ayetteki “biiclin hanizin” kızartılmış buzağı kelimesi ile ilgili olarak da şu yorumu yapmaktadır
“İbrahim peygamberin misafirlerine sunduğu buzağı, bu Ayette hanîz sözcüğüyle, Zariyat Süresinin 26. ayetindeki semîn sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi –sırasıyla– “kızartılmış” ve “semiz” olarak aktarmışlardır. Ne var ki, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen “kızartılmış” ifadesi ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan “semiz” ifadesi arasındaki çelişkiyi hiç dikkate almayarak bariz bir hata içine düşmüşlerdir. Çünkü misafire tavuk hatta kuzu kızartılıp ikram edilmesi makul olmakla beraber bir buzağının kızartılıp bütünüyle ikram edilmesi akıllardan uzak bir durumdur. Ayrıca gelenekçilerin nitelemelerine göre, konumuz olan Ayetteki buzağı “kızartılmış” yani ölü bir buzağıdır. Zariyat Süresinin 26. ayetinde ise aynı buzağı “semiz” yani canlı bir buzağıdır. Bu durumda iki Ayet arasında bir çelişki söz konusu olmaktadır ki, bu asla mümkün değildir.
Bize göre, bu olaydaki “buzağı” ile kastedilen anlamın teviline o buzağının sıfatları olarak bildirilen “hanîz” ve “semîn” sözcüklerinin gerçek anlamlarından yola çıkarak ulaşmak gerekmektedir. “
Sayın yazar burada kendi ön kabulleri ve vahye tabi olmayan aklını devreye sokarak buzağının kocaman olduğunu dolayısı ile tavuk veya kuzu kızartmasının daha makul!! olduğunu iddia etmektedir. Hâlbuki “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” atasözü gereği İbrahim (as) da misafirlerine evinde olan bir yiyeceği ikram etmeye kalkmıştır. Ayrıca Zariyat Suresi 26. ayetindeki “biiclin seminin” semiz buzağı tabiri ile Hud Suresi 69. ayetindeki “biiclin hanizin” kızartılmış buzağı tabirini çelişki olarak görüp kızartılan bir buzağının ölü, semiz bir buzağının diri olması gerektiğini iddia ederek arada bir çelişki olduğunu iddia etmektedir. Sayın yazar, buzağının kocaman bir hayvan olduğunu ve onun kızartmanın zor olduğunu düşünüp, İbrahim (as) ın misafirleri için “semiz bir buzağıyı” kızartmış olabileceğini düşünmemesi dikkat çekicidir. Madem aklı öne çıkarıyorsun burada da şöyle bir mantık yürütüp de, İbrahim (as) ın” kızartılmış semiz bir buzağıyı” gelebilecek olan misafirleri için her zaman hazır tuttuğu ve gelen Resullere de bu hazır olan “kızartılmış semiz buzağıyı” onlara ikram ettiğini neden hesap etmiyorsun diye biri çıkıp sormaz mı acaba?
“Haniz” kelimesine “lisanul Arap” ta verilen “arıtılmış, içindeki fazlalıklar atılmış” anlamından hareketle bir hayvanı kızartmak için içinin temizlenmesi gerektiği, dolayısı ile İbrahim (as) ın gelen misafirlerine” içi temizlenmiş taze bir buzağı kızartması” sunmuş olacağı anlamını kendi ön kabulleri açısından yanlış olduğunu düşünen yazar” semin” kelimesi içinde” güç veren anlamını kullanmıştır. Ancak Yusuf Suresinde 43. ve 46. ayetlerinde “simanin” olarak geçen bu kelimeye yine kendi yaptığı mealde “semiz” anlamı vermiştir.
Yazar 69. ayet ile gerekli tahrifatları yaptıktan sonra bomba haberi patlatarak şunları yazar.
“Buzağının sıfatları olarak verilen her iki sözcüğün yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının “saf hâlde bulunan” ve “güç veren” bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, biz bu buzağının Araf Süresindeki “aldatıcı sesi olan ceset buzağı” gibi “altın” olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu tevilimize göre, İbrahim peygamber müjdeci elçilere müjdelik olarak “altın” vermiştir.”
“Haniz” kelimesini “saf halde bulunan”, “semin” kelimesini de “güç veren” olarak tahrif eden yazarımız, bomba haberinde, İbrahim (as) ın gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında “altın buzağı hediye ettiği iftirasını pişkinlikle yazmaktadır. Artık burada tahrifi bile şirazesinden çıkarmıştır. Yazarın iddia ettiği gibi İbrahim (as) gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında altın vermesini bir an için kabul ettiğimiz düşünecek olursak hediye edilen altın buzağı müjde verilmeden öncedir. Hangi gelenekte müjde verilmeden önce hediye verildiğini sayın yazar burada belirtmemiştir. Sayın yazar konuya şu şekilde devam etmektedir.
“Ayetten anlaşıldığına göre, İbrahim peygamberin ikram olarak takdim ettiğine [‘altın’a], misafirleri [elçiler] el sürmemişler, daha doğrusu sürememişlerdir. Çünkü onlar elçidir ve daha evvel birçok Ayette bildirildiği gibi, görevleri gereği yaptıklarına karşılık herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir.
Verilen hediyeyi almamaları üzerine İbrahim peygamberin korkuya kapılmasından, verilen hediyenin veya yapılan ikramın reddedilmesinin o günün geleneğinde husumet ve düşmanlık belirtisi sayıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim peygamber gaybı bilmediği, kendileri açıklayıncaya kadar misafirlerin elçi olduğunu anlamadığı için geleneğe göre düşmanca sayılan bu davranıştan dolayı korkuya kapılmıştır.
Bu durumdan çıkan bir diğer sonuç da Allah bildirmediği sürece peygamberlerin gaybı bilmesinin mümkün olmadığıdır.”
“İbrahim’in misafirleri” kıssası Kur’an’da 3 yerde geçmektedir. Hud Suresindeki kısmında, yazarın iddia ettiği verilen müjde karşılığında altın buzağının!! hediye edilmesi İbrahim (as) a çocuk müjdesi verilmeden önce, Hicr Suresindeki kısmında altın buzağı!! hediye edilmeden müjde verilmektedir, Zariyat Suresindeki kısmında ise altın buzağı!! hediye edilmesi verilen müjdeden öncedir. Kıssanın Hicr ve Zariyat Surelerinde geçen bölümlerinden görüldüğü üzere İbrahim (as) gelenekleri ters yüz ederek müjde verilmeden önce gelen müjdecilerin hediyesini takdim etmeye kalkmıştır!!. Hâlbuki Kur’an dışı ön kabuller ile kıssaya bakmak yerine Kur’an’ı bir gözle bakmayı deneseydi böyle saçma ve iftira dolu bir çıkarımda bulunup kendini tirajı-komik bir duruma düşürmeyebilirdi.
Kıssaya baktığımız zaman, gelen misafirlerin insan şeklinde gelmeleri hasebiyle onların tanımayan İbrahim (as) onlara diğer misafirlerine ikram ettiği gibi ikramda bulunmuştur. Zariyat Suresi 27. ayetinde gördüğümüz üzere onlar “ele te’kulun” diye yemelerini teklif etmiştir. İkram edilen “kızartılmış semiz buzağı” eğer sayın yazarın iddia ettiği gibi “altın buzağı” olsaydı misafirler bunu nasıl yiyeceklerdi? Ya da eğer bu yenmesi gereken bir şey olmasaydı İbrahim (as) neden “yemez misiniz” diye sormuştur? Yazar Zariyat Suresi 27. ayetindeki “ele te’kulun” yemez misiniz? Kelimesini de “nasiplenmez misiniz” şeklinde çevirerek bunu da halletme! yoluna gitmiştir.
71. ayetteki karısının ayakta olması ile ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır yazarımız.
“Ayette İbrahim peygamberin karısının gâime olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade mealciler tarafından genellikle “ayakta dikiliyordu” şeklinde çevrilmiştir. Hâlbuki kıssadaki anlatıma göre olayların gelişiminde İbrahim peygamberin karısının ayakta durmasının veya oturmasının yahut da yatmasının hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla buradaki gâime ifadesinin başka bir anlamı olmalıdır.
Bize göre, buradaki gâimelik “ayaklanmışlığı, başkaldırmışlığı” ifade etmektedir. Buna göre, İbrahim peygamberin karısının gâime oluşu, onun kocası ile arasının açık olduğunu ifade etmektedir. Bu durum, İbrahim peygamber ile karısının ayrılma, boşanma safhasında olduklarını göstermektedir. Nitekim gıyâm sözcüğü “siyasî başkaldırma” anlamında olup sözcüğün Kur’an’da bu anlamda kullanıldığı birçok Ayet vardır:
Ayetteki “gaimetün” kelimesinden İbrahim (as) ın karısının ona başkaldırdığı ve boşanma safhasında oldukları çıkarımını yapan sayın yazar gelen Resullerin İbrahim (as) ın eşine hitaben ”Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir ey ev halkı” demesi ile İbrahim (as) ın karısının ona başkaldırmış biri olduğunu ve boşanma safhasında nasıl bağdaştırdığını anlamak zordur desek bizim için pek zor değildir. Sayın yazarın bu ve bundan önceki yazılarımızda örneklerini verdiğimiz tahriflerinden çıkardığı sonuçlar bu çıkarmış olduğu sonuçlar ile aynı sayılır.
Bu tahrifini 72. ayet içine koyduğu parantez ile pekiştirmeye çalışan yazar bu ayete verdiği mealde açtığı parantez içi yorum dikkate şayandır. (O [İbrahim’in karısı] dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir “acuz” um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!) Ön kabulleri doğrultusunda yaptığı parantez içi tahrif ile İbrahim (as) ı bile incitmekten çekinmeyen yazar başkalarını mesnetsiz nakiller ile suçlayıp kendisinin mesnetli!!! nakillerini bu şekilde yapmaktan imtina etmemektedir.
Sayın yazarın eserinin birçok yerinde olduğu gibi burada da kelimelerle nasıl oynadığının örneğini “acuzun” kelimesi üzerine yazdıklarından örnekler vermek istiyoruz.
ACÛZ SÖZCÜĞÜ:
Bu sözcük “yaşlı” demek olduğu gibi, “geniş kalçalı” veya “kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım” anlamlarına da gelmektedir. [52–20]
Yukarıdaki anlamlardan ele aldığımız konuya en uygun düşeni sonuncusudur. Çünkü İbrahim peygamberin karısının 72. ayette bildirilen Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir ‘acûz’um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey şeklindeki sözleri, onun genç, doğurmaya elverişli bir kadın olduğunu göstermekte, buna karşılık İbrahim peygamberi ise yaşlı (Zariyat Süresinin 26. ayetine göre agîm, kısır) biri olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla İbrahim peygamberin karısı, verilen müjdeye kocasının yaşlılığı ve kısırlığı dolayısıyla gülmüştür. Onun bu anlayışı, içinde bulunduğu durum sebebiyle kendini nitelediği ‘acûz’ sözcüğünü “zavallı, çileli, dengini bulmamış” anlamında kullanmış olmasını gerektirmektedir. Nitekim müjdeye şaşıran İbrahim peygamber de –Hicr Suresi’nde– şaşkınlığına gerekçe olarak yaşlılığını göstermiş, karısı ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır:
Kelimeler üzerinde nasıl oynadığını görmek için A-CE-ZE kelimesinin lügat anlamını ele almak istiyoruz. Bu kelime “elmüfredat” ta şu şekilde açıklanmaktadır. “insanını arka geri kısmı tarafı(yani kaba eti). Başak şeylerin arka geri kısmı da buna benzetilmiştir (kamer S. 20 örneğinde). “aczun” sözcüğü temelde” bir şeyden geride arkada olmak ya da kalmak ve onun bir işin, meselenin “aczunda” yani arkasında meydana gelmesi demektir. Yaygın kullanımda “bir nesneyi yapmada eksik gelmenin, ona güç yetirememenin anlamı” haline gelmiştir. “kudret” sözcüğünün zıddıdır. “EL ACUZ” (kocakarı) pek çok işi yapmaktan ACİZ kaldığı için böyle adlandırılmıştır.
Yazarın bu kelimeye verdiği “geniş kalçalı” veya “kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım” “anlamları “aceze” kelimesinin esas anlamları ile bir alakası yoktur. Verdiği anlama göre İbrahim (as) ın karısı genç ve doğurgan ve kara bahtlı zavallı bir kadındır!!, Şuara S. 171. ayetinde ve Saffat S. 135. ayetinde Lut (as) ın hanımı içinde “acuzen” şeklinde kullanılan bu kelimeye de “zavallı ve bahtsız” kadın olarak meal veren yazar o kadının ve İbrahim (as) karısının acaba Resul karıları oldukları için mi zavallı ve bahtsız şeklinde bir meal vermiştir. Lut (as) ın karısının ona iman etmediği ve geri kalıp helak olanlardan olduğu malumdur. Sayın yazara göre İbrahim (as) ın karısının “acuzluğu” Lut (as) ın karısı gibi bir müşrik olması mıdır? Yoksa haşa İbrahim (as) gibi bir kocaya düşerek dengini bulmamış, zavallı, bahtsız kadın olması mıdır? Bu tarafı izaha muhtaçtır.
Parantez içi tahrif yapmadan” Vay, dedi, doğuracak mıyım? Ben bir acuz, kocam da bu bir pir iken, her halde bu çok acîb bir “şey” olan Hud S. 72. ayetinin mealine bakarsak İbrahim (as) ın karısının ah vah etme sebebi kocasının ve kendisinin çocuk sahibi olmayacak kadar yaşlı olmalarıdır. Ancak sayın yazar tahrifte şiraze tanımayıp gelen Resuller konusunda onları “beşer” yapmakla yetinmeyip İbrahim (as) ın karısı üzerinde kelime üzerinden spekülasyonlar yapıp adeta “tahrifte sınır yoktur” sloganı ile yola çıkmasının hakkını vermeye çalışmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (CC) BİLİR.

ibrahimin ateşi

İbrahim’in yakılması konusu

Bu konunun birtakım rivayetlerin etkisinden çıkarılıp Kur’an’daki ifadelerin gerçek anlamları doğrultusunda tahlil edilmesi gerekir. Bu konu Tebyin çalışmamızda (Hakkı Yılmazın tefsiri kastediliyor) yeterince incelenmiştir. Biz Teybindeki pasajı burada naklediyoruz: Konu ile ilgili ayetler üç ayrı surede yer almaktadır:



* Onlar [kavmi]: “Eğer yapanlarsanız, şunu tahrik edin [yandırın] ve tanrılarınıza yardım edin” dediler. Biz: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” dedik.Ve ona bir düzen (KEYD) kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğramışlar kıldık. (Enbiya/68- 70)

Onlar: “Şunun için bir duvar yapın da (BİNA BİNA EDİN) bunu cahimin [çılgınca yanan ateşin] içine atın!” dediler.Onlar, ona [İbrahim’e] tuzak kurmak (KEYD) istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. (Saffat/97, 98)

Sonra onun [İbrahim’in] toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya tahrik edin [yandırın]” demeleri oldu. Sonra da Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır. (Ankebut/24)

(MYNOT:
1 - NEDEN ÖLDÜRMEK İSTEDİLER,YAKMAK İSTEDİLER DEĞİL DE TUZAK KURMAK İSTEDİLER? (NEDEN? NEDEN? açıklamalar, tefsirler  bu sorunun cevabını verebilmeli, vermiyorsa veremiyorsa yanlıştır.)

2 - YAKARAK TUZAK KURULABİLİR Mİ?
3 - NASIL BİR ATEŞ Kİ, BU ATEŞ İLE TUZAK KURUYORLAR?
4 - DİKKAT TAHRİK EDEREK/KIZDIRARAK? TUZAK KURACAKLAR / DÜZEN KURACAKLAR 

VEYA
TUZAĞA DÜŞÜREREK / DÜZENLE TAHRİK EDECEKLER)


“ حرّقواHarrikû” sözcüğü “ حرقhrq” kökünden, tef’ıl babından çoğul emir kipidir. Bu sözcüğün mastarı olan “ تحريقtahriq” sözcüğü “ateşlendirme” anlamıyla Türkçeye de geçmiştir. (Bir de “hareket” kökünden gelen “harekete geçirme, kışkırtma” anlamında “ تحريكtahrik” sözcüğü vardır. Kaf ve Kef harfleri Türkçede s+adece “k” harfiyle ifade edildiğinden karıştırılabilmektedir.)

Sözcüğün kökü olan “ ح ر قhrq”, “ ateşin alevi”nden gelmektedir. Tahrik, “ateşin bir şey üzerindeki etkisi” demektir. Hastalık nedeniyle gözdeki yanma, hastalıklar nedeniyle kalpteki sızı; soğuk, sıcak ve rüzgâr etkisiyle bitkilerin yanması, acı ve tuzlu şeylerle ağızda oluşan acılar da bu sözcükle ifade edilir. (Lisanü’l Arab, c.2 , s. 404- 406)

Bu durumda bu sözcük “sıkıntı verme, eziyet çektirme, mahvetme” anlamlarında da kullanılabilir. Nitekim Türkçede belaya, sıkıntıya düşüldüğünde “ben yandım, bittim, mahvoldum” denildiği gibi, ani bir sıkıntı geldiğinde de “yandım anam!” denir.

Ankebut/24’te “Onu öldürün veya tahriq edin [yandırın]” ifadesi dikkat çekmektedir.
Bu ifadeye göre İbrahim’e iki cezadan biri verilecektir:
Ya ölüm ya da “tahriq”.
“Tahriq” eyleminde İbrahim’in öldürülmesi söz konusu değildir.
Onu öldürmeyip mahvedeceklerdir.


Enbiya/70 ve Saffat/98’e göre, toplumu İbrahim’i tahriq’ten sonra plan kurmuşlardır. İbrahim’i yakıp yok edecek olsalar İbrahim’e tuzak kurmalarına gerek kalmazdı. Onlar “İbrahim’e nasıl eza edebiliriz, sıkıntı çektirebiliriz ve mahvedebiliriz?” diye plan kurmuş olmalıdırlar.
“Cahim” ve “Nar” sözcükleri de her zaman gerçek anlamı olan “ateş” anlamında kullanılmaz. Mecazen aşırı sıkıntı anlamlarında da kullanılır.


SAFFAT 97
(MYNOT: BİNA İFADESİ İLGİNÇ, BİR YAPI YADA YAPILANMA OLUŞTURULUYOR, İBRAHİMİ ATEŞE ATMAK İÇİN - SAFFAT 98 VE ENBİYA 70 TEKİ TUZAK İFADESİYLE AYNI ŞEY KASTEDİLİYOR İSE
BU YAPI YADA YAPILANMA TOPLUMSAL BİR BİNA/YAPILANMA OLABİLİR VE İBRAHİM BU YAPININ İÇİNDE TUZAĞA DÜŞÜRÜLMEK İSTENİYOR OLABİLİR,
TAHRİQ EDİLMİŞ TOPLUMUN İÇİNDE, YADA TOPLUMUN ÖNÜNDE TAHRİQ EDİLEREK İBRAHİM TUZAĞA DÜŞÜRÜLMEK VE ÖFKE ATEŞİNİN İÇİNDE YAKILMAK İSTENİYOR OLABİLİR,
BİNANIN BAZI MEALLERDE MANCINIK İLE MEALLENDİRİLMESİ DE İLGİNÇ, OLUŞTURULAN YAPI BİR MANCINIK/BİR TUZAK GİBİ ÇALIŞACAK VE ONU ATEŞE / TAHRİQE ATACAK
MANCINIK = HALKI TAHRİQ EDECEK/KIZDIRACAK/GALEYANA GETİRECEK/HALKI ATEŞLEYECE TUZAK SORULAR OLABİLİR Mİ?
TUZAK SORULARA VERDİĞİ
HAYDİ SEN DE GÜNEŞİ BATIDAN DOĞDUR CEVABI İLE ATEŞ SERİNLEMİŞ OLABİLİR Mİ?)


Kâl-û-bnû lehu bunyânen fe elkûhu fîl cahîm(cahîmi).
1.kâlû: dediler
2.ibnû: bina edin, inşa edin
3.lehu: ona, onun için
4.bunyânen: binalar, üst üste inşa edilen şeyler, mancınık
5.fe: sonra
6.elkû-hu: onu atın
7.fî el cahîmi: alevli yanan ateşin içine

İmam İskender Ali Mihr:"Onun için yüksek binalar (mancınık) inşa edin. Sonra da onu alevlerle yanan ateşin içine atın!" dediler.
Diyanet İşleri:Kavmi, “Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın” dedi.
Abdulbaki Gölpınarlı:Onun için bir yapı yapın da demişlerdi, atın onu ateşe.
Adem Uğur:Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.
Ahmed Hulusi:Dediler ki: "Onun için bir bina yapın da Onu, yakanın (ateşin) içine atın!"
Ahmet Tekin:Onlar: 'Büyük ocaklar çatın, derhal onu alevlerin arasına atın.' dediler.
Ahmet Varol:Dediler ki: 'Onun için bir bina yapın da kendisini (oradan) alevli ateşe atın.'
Ali Bulaç:Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın."
Ali Fikri Yavuz:(Onlar şöyle) dediler: “- İbrahim için (duvarla çevrili) bir bina yapın da, onu ateşe atın.”
Bekir Sadak:Putperestler: «Onun icin bir yapi yapin da onu oradan atesin icine atin» dediler.
Celal Yıldırım:Onlar, «bunun için bir bina yapın da (içine odun yakın ve) kendisini o Cehennem gibi ateşe atın» dediler.
Diyanet İşleri (eski):Putperestler: 'Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atın' dediler.
Diyanet Vakfi:Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.
Edip Yüksel:Dediler ki, 'Onun için bir yapı kurun ve onu ateşe atın.'
Elmalılı Hamdi Yazır:Haydin dediler, bunun için bir bina yapın ve bunu ateşe atın
Elmalılı (sadeleştirilmiş):Haydi, bunun için bir bina yapın ve bunu ateşe atın! dediler.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Onlar: «Haydin onun için bir yapı yapın da onu ateşe atın.» dediler.
Fizilal-il Kuran:Puta tapanlar: «Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın» dediler.
Gültekin Onan:Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın."
Hasan Basri Çantay:Dediler: «Onun için bir bina yapın da alevli ateşe atın onu».
Hayrat Neşriyat:(Onlar ise:) 'Onun için bir binâ yapın da, onu ateşe atın!' dediler.
İbni Kesir:Haydin; dediler, onun için bir bina yapın da onu alevli ateşe atın.
Muhammed Esed:Onlar, "Bir odun yığını hazırlayın ve o'nu yanan ateşin içine atın!" diye bağırdılar.
Ömer Nasuhi Bilmen:Dediler ki: «Bunun için bir bina yapınız da bunu bir ateş içinde bırakınız.»
Ömer Öngüt:Dediler ki: "Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın!"
Şaban Piriş:-Onun için bir bina yapın, onu ateşin içine atın! dediler.
Suat Yıldırım:Sonunda: "Haydin, dediler, onun için bir odun yığını hazırlayın da onu ateşin içine atın!."
Süleyman Ateş:"Onun için bir bina yapın da onu (o binâda) ateşe atın" dediler.
Tefhim-ul Kuran:Dediler ki: «Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın.»
Ümit Şimşek:'İbrahim için bir fırın yapın,' dediler. 'Ve onu ateşe atın.'
Yaşar Nuri Öztürk:Dediler: "Şunun için bir bina yapın da bunu ateşin ortasına fırlatın!"

SAFFAT 98
(MYNOT: İKİ SEÇENEKTEN BİRİNİ İRADE EDİYORLAR/İSTİYORLAR
ÖLÜM VEYA TAHRİQ
ÖLÜMÜ DEĞİL TUZAĞI YANİ TAHRİKİ SEÇİYORLAR)
Fe erâdû bihî keyden fe cealnâ humul esfelîn(esfelîne).
1.fe erâdû: bunun üzerine istediler, sonra istediler
2.bi-hi: ona
3.keyden: tuzak
4.fe cealnâ: bunun üzerine, sonra biz kıldık
5.hum: onları
6.el esfelîne: esfelîn (en çok sefil olanlar)



ENBİYA 68
(MYNOT: HARRİKU KELİMESİ İLE YAKIN DENMESİ İLGİNÇ, TAHRİK/HAREKET KELİMELERİ İLE AKRABA OLAN KELİME BİNA-TUZAK-HARRİKU(TAHRİK) KELİMELERİ İLE BİRLİKTE DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE TOPLUMSAL BİR BİNA, TOPLUMSAL BİR TUZAK, TAHRİK EDİLMİŞ TOPLULUĞUN İÇİNE ATILMAK GİBİ BİR SENARYOYA GÖTÜRÜYOR BİZİ)

Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).
1.kâlû: dediler
2.harrikû-hu: onu yakın
3.vansurû (ve unsurû): ve yardım edin
4.âlihete-kum: ilâhlarınıza
5.in kuntum: eğer siz iseniz
6.fâılîne: yapanlar

 ENBİYA 69
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme).
1.kulnâ: biz dedik
2.yâ nâru: ey ateş
3.kûnî: ol
4.berden: soğuk
5.ve selâmen: ve selâmet (zararsız)
6.alâ ibrâhîme: İbrâhîm'e

ENBİYA 70
(MYNOT: İLGİNÇ BİR İFADE : ONA TUZAK KURMAK İSTEDİLER DENİYOR
YANİ ÖLDÜRME SEÇENEĞİ KABUL GÖRMEMİŞ

TAHRİQ SEÇENEĞİ KABUL GÖRMÜŞ
TAHRİQ İÇİN TUZAK KURULMUŞ)


Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).
1.ve erâdû: ve istediler
2.bi-hi: ona
3.keyden: tuzak, hile
4.fe ceal-nâ: böylece yaptık, fakat kıldık
5.hum: onlar
6.el ahserîne: daha çok hüsranda olanlar

İmam İskender Ali Mihr:Ve ona tuzak kurmak istediler. Fakat Biz, onları daha çok hüsrana düşürdük.
Diyanet İşleri:Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna düşürdük.
Abdulbaki Gölpınarlı:Onlar, İbrâhim'e bir düzen kurmak istedilerse de biz, onları en büyük bir ziyâna uğrattık.
Adem Uğur:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Ahmed Hulusi:Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık!
Ahmet Tekin:Ona bir kötülük planı hazırlamak istediler. Fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Ahmet Varol:Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz asıl kendilerini hüsrana uğrattık.
Ali Bulaç:Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Ali Fikri Yavuz:İbrâhîm’e bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz, kendilerini daha ziyade hüsrana düşürdük. (üzerlerine sinek musallat ederek onları helâk ettik).
Bekir Sadak:Ona duzen kurmak istediler, fakat Biz onlari husrana ugrattik.
Celal Yıldırım:İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Biz de onları hüsrana uğrattık.
Diyanet İşleri (eski):Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları hüsrana uğrattık.
Diyanet Vakfi:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.
Edip Yüksel:Böylece onun için bir plan uygulamak istediler de biz onları başarısızlığa mahkum ettik.
Elmalılı Hamdi Yazır:Ona bir dolab kurmak istediler, biz de daha ziyade kendilerini husrâna düşürdük
Elmalılı (sadeleştirilmiş):O'na bir dolap kurmak istediler, fakat Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Ona düzen kurmak istediler, fakat biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.
Fizilal-il Kuran:Onlar O'nu tuzağa düşürmek istediler. Biz ise onları en ağır hüsrana uğrattık.
Gültekin Onan:Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Hasan Basri Çantay:Ona (böyle) bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini daha ziyâde hüsrana düşenler (den) kıldık.
Hayrat Neşriyat:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat kendilerini daha çok hüsrâna uğrayanlar kıldık.
İbni Kesir:Ona düzen kurmak istediler. Ama Biz, onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Muhammed Esed:Bu arada onlar İbrahim'e tuzak kurmaya çalıştılar; ama Biz onların bütün yapıp ettiklerini boşa çıkardık:
Ömer Nasuhi Bilmen:Ve O'na bir hud'ada bulunmak istediler. Biz de onları ziyâde hüsrâna uğramış kimseler kıldık.
Ömer Öngüt:Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrattık.
Şaban Piriş:-Ona bir tuzak kurmak istediler. Ama onları hüsrana uğrattık.
Suat Yıldırım:Hülasa onu tuzağa düşürmek istediler ama, Biz asıl onları hüsrana uğrattık. Asıl tuzağa düşenler kendileri oldular.
Süleyman Ateş:Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de, asıl kendilerini hüsrâna uğrattık.
Tefhim-ul Kuran:Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Ümit Şimşek:Onlar İbrahim'i tuzağa düşürmek istediler; Biz ise onları hüsranın en büyüğüne attık.
Yaşar Nuri Öztürk:Ona tuzak kurmak istediler de biz onları hüsranın en beterine uğrayanlar yaptık.

 ANKEBUT 24
(ONU ÖLDÜRÜN VEYA YAKIN DENİYOR)
YAKIN/YANDIRIN KELİMESİ YİNE "HARRİQU" KELİMESİ İLE İFADE EDİLİYOR


فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrýkûhu fe encâhullâhu minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
1.fe: bunun üzerine, buna rağmen
2.mâ kâne: olmadı
3.cevâbe: cevap
4.kavmi-hi: onun kavmi
5.illâ: den başka
6.en kâlûktulû-hu: "onu öldürün" demek
7.ev: veya
8.harrıkû-hu: onu yakın
9.fe: böylece, bunun üzerine
10.encâhullâhu (encâhu allâhu): Allah onu kurtardı
11.min en nâri: ateşten
12.inne: muhakkak
13.: içinde, de vardır
14.zâlike: bu, işte bu
15.le âyâtin: elbette âyetler
16.li kavmin: bir kavim için
17.yu'minûne: mü'min olurlar

BAKARA 258
(MYNOT: AYET BİZE ŞUNU ANLATIYOR SANKİ:
MUSA İLE FİRAVNUN SİHİRBAZLARI/BİLGİNLERİ ARACILIĞI İLE HALKIN ÖNÜNDE GİRDİKLERİ TARTIŞMANIN BENZERİ, YAPILDI,
HALKIN KUTSAL DEĞERLERİNE YÖNELİK SORULAR İLE İBRAHİM TAHRİK EDİLECEK/TUZAĞA DÜŞÜRÜLECEK
VE NETİCEDE HALK TAHRİQ EDİLECEK/GALEYANA GELECEK
VE İBRAHİM ÖFKE ATEŞİNE ATILACAK İDİ,
ANCAK TARTIŞMAYI İBRAHİM KAZANDI)

258- Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: 'Benim Rabbim diriltir ve öldürür' demişti; o da: 'Ben de öldürür ve diriltirim' demişti. (O zaman) İbrahim: 'Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir' deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.............

HARRİKU - HARRAN


68. Dediler; Eğer ilahlarınıza sahip çıkacaksanız onu Harr'e atın,

( Bu anlatım Ankebut 29/24 ayetinde de tekrar edilir ve oradaki cümle biraz farklıdır; " Onu öldürün veya ateşe atın." Bir insanı öldürdükten sonra ateşe atmanın veya ateşe attıktan sonra öldürmenin bir anlamı var mı? Şu halde konuşanların iki farklı cezadan söz ediyor olmaları gerek. 
Diğer taraftan ayette geçen ve müfessirlerin "yakın" emir kipiyle çevirdikleri "harriku", Kuran'ın kullandığı "ateş" ve "yakma" kelimelerinden çok farklı. Sözlükler kelimenin hararet, sıcaklık, güneşin yakıcılığı, anlamındaki "harr" kökünden türediğini, yangın anlamındaki "harik" ile çok ilgisi olmadığını gösteriyor. ) 

69. Biz de dedik; Ey ateş soğuk ol ve İbrahim'e zarar verme,

( Meğer mesele çok basitmiş. Ateş olarak çevirdiğimiz "Harr" çok sıcak ve taşlık bir bölgenin adıymış ve bu ceza kurak topraklarda yaşayan ilkel kabilelerin arasına sürgün edilme cezaymış. Urfa'ya bağlı Harran'ın "susuz" demek olduğunu biliyor muydunuz?
Sonrasını tahmin edebilirsiniz. İbrahim ateşe atılır, yani Harran'a sürgün edilir. Şimdilik kim olduğunu bilmediğimiz Rabbi ise yenilikçi görüşlerinden dolayı değer verdiği İbrahim'i el altından takip ettirmektedir ve Harran kabileleri üzerindeki etkisiyle ona zarar vermelerini engelleyip kurtarır. )


70. Ona tuzak kurmuşlardı ama biz boşa çıkardık,

71. Onu ve Lut’u kurtararak insanlık için bereketli (üretken) topraklara ulaştırdık,

( O bereketli topraklar Şam ile Kudüs arasında kalan bölgedir ve neden bereketli olduğunu Tin 95/1-2 ayetlerinde görebilirsiniz. )

http://kuranokuru.blogspot.com.tr/2014/07/21-enbiya-haberciler.html




20 Mayıs 2017 Cumartesi

ibrahim ve ateş

HAZRETİ İBRAHİM PEYGAMBERİ ATEŞ YAKTI
29/25- (İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur."
21/69- Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."
Kuranda Sanatsal olarak anlatılan kıssalardan birisi de Hazreti İbrahim’in ateşe atılıp da ateş yakmadığı ile ilgili kıssadır. Halk dilinde İbrahim peygamberin Ateşe atılmasıyla ilgili Güzel bir çalışma yapan kurt oğlu kardeşimizden örnek bir klasik din anlayışının hazreti İbrahim kıssası ile ilgili bölümünü buraya aktarmaya çalışalım.
ATEŞLE’SINANAN’SU’İLEKUTSANAN’ŞEHİR
Mehmet KURTOĞLU başlıklı makale.
Anlatılanlara göre şehirler kurulurken kutsal mekânlar merkez alınırmış. Şehir böylece bir kutsalın çevresinde doğup büyürmüş. Bu anlamda Urfa, iç kalenin hemen altında bulunan ve İbrahim söylencesiyle özdeşleşen mağara, ateş ve su kutsalı etrafında şekillenmiştir. Damlacık dağından başlayıp, kutsal su ve mağara figürüyle bir ehram gibi yayılan şehir, hiç kuşkusuz tarih boyunca hep dinsel bir merkez olmuştur
Ateş ve su Urfa’nın kaderini belirleyen unsur olarak bugünkü davranışını daha açık ifadeyle şehrin kimliğini oluşturmuştur. Urfa’nın ateşle sınanması İbrahim Peygamber kıssasıyla başlamış, o gün bugündür Urfa hep ateşle sınanmıştır. Bilindiği gibi Babil Kralı Nemrut, bir gün bir rüya görür ve bu rüyasını müneccimlerine yorumlatır. Müneccimler yıl içinde doğacak bir erkek çocuğunun tahtını sarsacağını ve ilahlığına son vereceğini söylerler. Bunun üzerine Nemrut, o yıl içinde doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. İbrahim peygambere gebe kalan annesi onu Nemrut’un şerrinden korumak için Damlacık dağının eteklerinde bulunan mağarada gizlice doğurur. Her gün bir ceylan gelip İbrahim Peygamberi emzirir. İbrahim Peygamber büyür, tek Allah inancını aklıyla bulur ve Nemrut’un ilahlığını ret eder, tevhit akidesini yaymaya çalışır. Bunun üzerine Nemrut’un gazabına uğrar. Nemrut İbrahim peygamberi yolundan döndürmek istese de başarılı olamaz ve onu ateşe atarak cezalandırmak ister. Rivayete göre altı ay boyunca bütün hayvanlara odun taşıtıp Urfa kalesinin hemen eteğinde büyük bir ateş yakar. Ve İbrahim Peygamberi ateşe atar. Allah (cc) ateşe : “Ey ateş İbrahim’e karşı sakin ve selamet ol” der. Ateş su odunlar balık olur. İbrahim’in ateşe atıldığını gören Nemrut’un kızı İbrahim Peygambere gizliden iman etmiş ve onu sevmiştir. O da babasının yaptıklarına dayanamaz İbrahim Peygamber ile birlikte kendini ateşe atar. Onun düştüğü yerde de küçük bir göl oluşur. Bu göle Züleyha’nın gözyaşları anlamına gelen Aynzüleyha adı verilir. Urfa’nın ateşle imtihanı ve su ile kutsanması böylece başlar ve tarih boyunca da böyle devam eder
Hazreti İbrahim ile ilgili kıssa toplumlarda genelde böyle anlatılır. Ve böyle anlaşılır. Kıssada hazreti İbrahim’i ateşe atan nemrut ona olan öfkesini onu yakarak yok etmekle almak istediği bellidir. İnsanoğlunun var oluşundan bu tarafa mutlaka her peygamberin karşısına ya bir firavun ya bir nemrut ya bir ebu lehep ya da bir Belkıs çıkmıştır. Ama gerçek olan odur ki Peygamberlerin mesajına duyarlı olan veya mesajı kabullenmeye istekli olan toplumlarda peygamberin yanında olanlar var oldukça ve o resulleri etten duvarla korudukları zamanlarda. O topluluklarda güç ve iktidar kurmuşlar. Ve mazlumlar o peygamberler zamanında rahat bir nefes almışlardır. Eğer toplumlar peygamberler geldikleri zamanlarda mesajlara karşı duyarlı değillerse de o peygamberler ses getirememişlerdir. İşte Kuranda insanoğlunun var oluşundan bu tarafa binlerce peygamberler gelip geçtikleri halde zikredilen peygamber sayısı yirmi beşi geçmemektedir. Bunun sebebi Kıssası olan ve ses getiren ve gelecek nesillerdeki toplumlara örnek davranışlar oluşturan peygamberler zikredilmiştir. Diğerleri de Toplumları ilgilendiren bir kıssası oluşmadığı için tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
40/78- Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.
Hazreti İbrahim peygamber’in Ateşe atılmasıyla ilgili konuyu anlatırken onun getirdiği din ve yaşam biçiminden söz etmemek haksızlık olur, kanaatindeyim. Bilindiği gibi, islam toplumlarında veya Yahudi Hıristiyanlarda genelde kendi peygamberlerine karşı sevgi ve ihtiramı daha ön plana çıkararak İlah edinmişlerdir. Allah Kuranda Peygamberlerin yerini ve konumunu tanımlarken onları bir yere oturtmuştur. Kimsenin Allahın koyduğu yerden bir kelimeyi kaldırıp başka bir yere koymaya hakkı yoktur.
9/30- Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.
Hazreti İbrahim peygamber. Tek başına bir ümmetti. Onun Anası Babası, yakınları, hepsi putlara tapıyordu. İnsanların Kendi öz yapılarına Allahın yerleştirmiş olduğu, tevhit inancı Toplumların ve çevrelerin baskısı ve anlayışlarıyla örtülü olarak kapatılmıştır. Allah Diğer bütün müşrik toplumlara da bir model olması açısından İbrahim peygamberdeki örnekliği bize anlatıyor.
60/4- İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten Sana yöneldik.' Dönüş Sanadır."
Yerleri ve gökleri yaratan Allah olduğu halde, En Çok saygı duyulmaya en çok hürmet edilmeye en çok ibadet edilmeye, Layık Olması Gereken Allah olduğu halde, İnsanların çıkıp da Allahın Yarattıklarından bazılarını ilah edinerek, Allahın denginde veya Allahın üzerinde bir sevgi ve ihtiramla çıkmak büyük bir adaletsizlik ve haksızlıktır. Allah Buna Şirk demektedir. Şirk de Allah’ın Hiç Hoşuna gitmeyen büyük günahlardan birsidir.
4/48- Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.
İnsanların Öz yapısına Allahın yerleştirmiş olduğu takva duygusu, bir başka deyişle fıtratı, Asla Allahın dışında yaratıklardan her hangi birisini ilah edinilmesine razı olmaz. İşte Hazreti İbrahim’de ki, Tevhit inancı doruk noktasına ulaşarak onları test ettikten sonra, bütün yakınlarının baskı ve zulümlerine rağmen Korkusuzca ve açık yüreklilikle tek başına olmasına rağmen ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım diyebilmiştir.
16/120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. Her akıllı olan insan yol seçmede kendi kendisine yetkili ve sorumludur. Bütün dünyadaki insanlar ve cinler bir araya toplansalar insanın kendisi istemedikçe onu doğruya ve yanlışa götüremezler. İşte Allahın İnsanların yol seçme özgürlüğünü Aklını takvasını ve fıskını vererek kendisine bırakmıştır. Daha önce de değişik konularda bahsettiğim gibi, insanın diğer varlıklardan ayıran en bariz özelliklerinden olan aklı takvası ve fıskıdır. İnsana iki teklif Gelir. Bir teklif takvadan gelmektedir. Bir teklif de iblisten gelmektedir. Dünya hayatında Allah insanın her iki teklifi de değerlendirip yol seçmesi durumunda, müdahale etmektedir. İşte onun her iki yöne karşı eğilimi onun meleklerden ayrılarak imtihana tabi tutulmasına sebep olmaktadır. Böylece her iki yolda yürüyen insanların, birbirleriyle hem söylem hem de eylem bakımından farklılaşması birbirlerine karşı soğuk rüzgârlar esmesine neden olmaktadır. İnsanların önce kendilerinde oluşturdukları herhangi bir yöne gitmede karar verme, kişilik oluşturma, durumları toplumlar içerisinde ,ister istemez farklı guruplaşmaya yol açmaktadır.Allaha göre insanlardaki birebirlerine karşı olan üstünlükleri ne herhangi bir ırktan ne mal ve mülkünden ne güzelliğinden ne renginden dolayı değil, onlardaki üstünlük farkını bulunmuş oldukları konumlardaki rolün Allahın rızasına uygun olarak, oynanıp oynanmaması ile farklılaşmaktadır.
49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
İşte biri birinden, takva ile ayrışan farklılaşan insanların yol göstericisi velisi Allah tır. O İnsanlara peygamber ve kitaplarla nerde nasıl davranması gerektiğini en güzel bir biçimde bir proje hazırlayarak iman edenlerin önüne koymuştur. İşte Allah bu proje ile inanları kendisine düşman olan şeytan ve dostlarını tanımlayarak onlara karşı nasıl bir tutum izleyeceklerini göndermiş olduğu vahiylerle uyararak, varılmak istenen hedefe sağ salim ulaştırılmasını istemektedir. Bilindiği gibi dünya hayatı Doğumla ölüm arasında bir zaman dilimiyle sınırlıdır. Kimin nerde ne zaman nasıl öleceğini, Allahtan başka kimse bilemez. Belki bu ölüm anne karnında, belki ergenlik dönemine gelmeden, belki de bunaklık dönemine kadar sürmektedir. Ama ondaki önemli olanın ne kadar yaşaması değil önemli olanın ona ayrılmış olan, sorumlu olduğu yaşam diliminde Allaha ibadet ve kulluğunu ne kadar yapıp ne kadar yapmadığıdır. İşte bütün peygamberler insanlar için örnek olarak gösterilmiş ve seçildikleri dönem itibariyle artık onlar halkı diriltmek için ölümü göze alan fedakar kimselerdir.
22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.
Peygamberler toplumlarda müslüman olanların ilkidirler.6/14- De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) İşte her müslümanım diyen dünya hayatına geldiklerinde bazı başına gelecekleri göğüslenmek zorundadırlar. Allah dünya hayatında müslüman olanlar, müslüman olmayanlar tarafından devamlı işkence ve azap görmüşlerdir. Müslüman olmayanlarda ve müslüman olduklarını ilan etseler de onların Müslümanlığı gırtlaktan aşağı gitmeyenler devamlı müslüman olanlara işkence yapmışlar ve yerinden yurtlarından sürmüşlerdir. İşte Allah dünya hayatında insanların kimilerini kimileriyle def etmesi veya evrene koyduğu yasalarla iman etmeyenlere özel olarak dünya hayatında bir ceza vermemektedir.
22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını göre


Görüldüğü gibi Dünya hayatında Allah en sevdiklerine bile özel bir yardımda bulunmuyor. Ancak Göndermiş olduğu peygamberlere iman eden mümin kullarını yardımcı olarak göndermektedir. Öyle zamanlar oluyor ki toplumlar önde gelen firavun varı olan zalimlerin baskısı altında içlerindeki takava duygusunu erkekleşerek açığa çıkaramadıkları için erkek olan peygamberler toplumlarda yalnız kalmışlardır. Hazreti Musa peygamberi Kardeşi Harun’la destekletip pazılarını güçlendirmiş ve ya Davut peygambere zengin olması sebebiyle Anlatmayı kolaylaştırmış ve ona anlatım çarpıcılığı vererek bazen toplumlarında Allahın dini yeşertmiştir. Bilindiği gibi toplumlarda zengin ve makam sahibi olanların sözleri geçerli olmaktadır. ve Mustazaf olanlar onların güdümünde hareket etmektedir. Allahın dinini Allahın anlattığı anlamda kabullenenlerin sayısı çok azı teşkil etmektedir. İslam toplumunda herkesin genelde bildiği gibi Mekke’de inananların sayısı çok azdı. Çünkü iman ettim demekle önce bütün kazandıklarını iman edenlerle gücü yettiği oranda paylaşmak ve her an gerektiği zaman canını vermeye hazır hale gelmek demektir. Çünkü İman eden ve Salih amel işleyenler için bu dünyanın arkasında bir de ebedi olan Ahiret âlemi var, onlar için ölmekle veya kalmak arasında bir fark yoktur. Her iki halde de güzellik vardır. Kazanırsa küfrün saldırılarını bertaraf etmekle dünyada güzellik vardır. Ölse de Ahiret âleminde ebedi bir cennet vardır.
9/52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz. Ayette kastedilen mana, kazanırlarsa savaşta dünyada güzellik savaşı kaybederlerse ölürlerse Ahiret hayatında güzellik vardır. Ama iman etmeyenler için dünya hayatında kaybederlerse bir aşağılanma azap, vardır. Ölürlerse de Ahiret âleminde ebedi bir cehennem vardır. Doğum ile ölüm arasındaki dünya hayatı ne kadar uzun olsa neye yarar ki onlar dünya hayatında o yaşadıkları hayatı fark edemeyecekler bile.
Bu Ayetler ışığında. Kuranda geçen değişik konulara geçtik ve bir şeyler anlatmaya çalıştık. Bu Anlatılanların Hazreti İbrahim peygamberin ateşe atılıp yanıp yanmamasıyla ne ilgisi var diye akla bir soru gelebilir. Öncelikle şu olayı iyi kavramak lazım. Allah dünya hayatında iman eden ve insanların önderi olan peygamberleri özel olarak koruyabilir, onları kendi katından zenginleştirebilir. Özel mucizeler vererek onlardan kendine bağlı sevgili kullarını koruyup kollama gücüne elbette sahiptir. Ama gel gelelim olaylar öylemi gelişmektedir.? Bakıyoruz Bütün Peygamberler genel anlamda toplumların karşılarına çıktıklarında mutlaka önde gelenler onların getirdiklerine karşı mücadele etmeyi kendilerine bir görev olarak bilmişlerdir. Hazreti Musa peygambere firavun, Hazreti İbrahim peygambere Nemrut, Hazreti Muhammet peygambere de ebu cehil ebu lehap gibileri karşı çıkmışlardır. Bu İslam toplumlarında bir realitedir. Allahın Bir sünnetidir.
17/77- (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.
17/16- Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. İşte burada önde gelen kâfirler peygamberler geldikleri zaman en önce karşı çıkanlardır.
İster islam, isterse de islam dışındaki müşrik ve ehli kitap toplumlarına genel olarak baktığımız zaman, İnsanlar Allaha tapmayı bırakmışlar, kendilerine Allahın dışındaki Allahın yarattıklarını ilah edinmeye başlamışlardır. Herkese sorsan hayır ben Allaha taparım der. Ama fiili hayatlarına baktığımız zaman insanlar kendi heva ve heveslerini veya hoşuna giden şeyleri Allahın önüne çıkarıp sevgi ve ihtiramı daha çok onlara göstermektedirler.
7/189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız."
7/190- Ama O, onlara (Adem'in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O’na ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.
Tapmak demek belki bu günkü insanların anladığı anlamda Allahın karşısına bir heykel dikip Allah’ım seni sevmeyi bıraktım saygıyı ve ihtiramı bu heykele yapıyorum anlamında değil ama perde arkasından yaratıklara gösterilen sevgiyi daha ön planda tutmakta oldukları bir gerçektir..
39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.
İnsanlar genelde sıkıştıkları veya başka çıkış yolu bulamadıkları zaman onların fıtratlarındaki halis olan din gün yüzüne çıkmaya başlamaktadır. Ama geniş zamanlarda ise Allah hiç anılmamakta sadece insanlar kendilerini düşünmektedir. İnsanların hastalandığı zaman hastalananların halini anlaması, iflas ettiği zaman iflas edenleri anlaması, o içteki fıtratın, hanif dininin gün yüzüne çıkmasına vesile olmaktadır. Bütün peygamberlerin tevhit çizgisi bir olduğu halde bazı peygamberlerin bazı peygamberlere karşı üstünlüğü asla düşünülemez. Dünya hayatındaki Bazı peygamberlerin verdikleri mesajlar olumlu bir ortamda oluştuğunda çevresinde güç toplamaları onların üstün
olması veya farklı olması anlamına gelmez. Bütün peygamberlerin Allah katında değerleri aynıdır.
2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."
Yahudi olanlar. Kendi peygamberlerini üstün göstermek amacıyla, Miraç olayı uydurup son peygamberi göklerde burakla gezdirip hazreti Musa peygambere tekmil vermesiyle Müslümanları son peygambere olan övgülerini biraz da olsa azaltma hesabını gütmüşlerdir.
Müslümanlar da Kuranda olmayan Peygamber hakkında ayet örneğinde verdiğimiz gibi hiçbir peygamberin hiçbir peygambere üstün kabul edilmemesi gerektiğini söylediği halde “Hadis-i Kutsi’de buyruluyor ki: “Ya Habibim! Seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım bütün mevcudatı yaratmazdım.” İşte bu söz de islam toplumlarının kendi peygamberini ilahlaştırması anlamındadır. Kurana göre eğer ön plana getirilecek bir peygamber olsaydı O da İbrahim peygamber olurdu.
16/123- Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi."
O Hanif dini öyle bir din ki Yaratılışta Allaha verilen sözün kıvırtılmadan yerine getirilmesi Tapınılması gerekenin Allah yedirenin Allah verenin Allah alanın Allah öldüren ve diriltenin Allah hidayet verenin Allah saptıran ve bağışlayanın Allah olduğuna iman etmek Hayatı pahasında olsa Allah’ın emirlerini Allahın dışındaki bütün emirlerden üstün tutmaktır.
Hazreti İbrahim peygamber Nemrut tarafından ateşe atıldığı zaman Ateşe serin ol demesiyle neyi anlatmak istemektedir.
1- Allah kâinattaki insanların dışındaki varlıklara bir görev vermiştir. Onlar sadece o görevlerini yaparlar. Ateşin görevi yakmaktır. Allahın evrene koyduğu bir yasadır. Allahın evrene koyduğu yasalar kendi seyri içerisinde işler durur. Yağmur çok yağdığı zaman seller insanları götürecek düzeye ulaştıkları zaman o konuda tedbir alamayan insanları alır götürür ve ölürler. Onların günahlı mı günahsız mı olduğuna bakmazlar. Çocuk olsun erkek olsun kadın olsun fark etmez evrene koyulan yasa kendi seyri içerisinde işler durur.
2- Bilindiği gibi Kuranda anlatılan kıssalar değişmeceli bir anlatın sanatı ile anlatılmıştır. Ve kullanılan kelimeler çift anlamda kullanılmıştır. Hazreti İsa peygamber için anlatılan kıssadaki onu öldürmediler asmadılar ifadesiyle şehitler konusundaki ölmediler onlar Allah katında diridirler ifadesinin ne anlama geldiği anlaşılabilirse hazreti İbrahim peygamber için kullanılan serin ol ifadesi de mutlaka anlaşılacaktır.
3/55- Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." Daha önce de bahsettiğimiz gibi bir ayetin kastettiği manayı ve ya ne söylemek istediğini anlayabilmek için onunla ilgili diğer ayetlerden haberdar olmak gerekiyor.
4/157- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
Bilindiği gibi kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birincisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamındaki ölü bu dünya hayatında bir daha geriye dönmeyecektir bu Allahın evrene koyduğu bir yasadır. İkinci Anlamdaki ölü de Gözleri olup da hakkı görmeyen kulakları olup da hakkı işitmeyen kalbi de tamamen hakka karşı duyarsızlaşarak mühürlemesi anlamındaki ölüdür. İşte hazreti İsa peygamberin kuranda bahsettiği Allahın izniyle dirilttiği bu ölüdür. Ölü Kelimesini bir başka deyişle duyarsız olanlar anlamında kullanmıştır yani Hayatta yaşadığı halde asıl yaratılış gayesinden habersiz olanlar anlamında bu anlamda kullanılan ölüler zaman zaman bazı sebepler yüzünden kendilerinin çıkış yolu aramasıyla dirilerek hayatlarını değiştirmeleridir.
İşte hazreti İsa peygamber hakkında söylenen onu öldürmediler onu asmadılar ifadesiyle hayati fonksiyonlarını yitirmedi anlamında değil, onu asıl vahiylerin kontrolünden çıkaramadılar anlamında kullanılmıştır. Evrenin yasasında diğer insanlar asıldıkları zaman hayatla belirli bir oksijen alışverişi kesildiği zaman ölüyorsa peygamber olsa da ölür kafir olsa da ölür bakınız arkasından gelen ayet onu kendi katına çekildiğini anlatmaktadır.
4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Burada düşünenler aklendenler iyi bilirler. şu ayetle 2/ 154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.” Allah katında diridirler ifadesiyle onu öldürmediler Allah onu kendisine yükselti ifadesi arasında ne fark vardır? Elbette bu iki ayet tipinde anlatılmak istenen Hazreti İsa ve Allah yolunda çarpışarak veya müslüman olarak ölmesini hayati fonksiyonlarını yitirmemiş anlamında değil, gittiği yol Allah yolunda mücadele ederek canını feda edenlerin cennette mızıklandığını ve Allahın onlardan hoşnut olduğunu ve gittikleri yolların doğruluğunu onaylaması anlamındadır.
Şimdi Hazreti İbrahim peygamberin Ateşe atılmasıyla da ateşin onu gerçek anlamında yakmadığı anlamında değil, o tevhit mücadelesiyle kendisini konsantre ederek ateşin içerisinde bile ona acının dokunmadığı anlamındadır. Ateş elbette kendisine verilen görev gereği yakar. Ve yakmakla görevlidir. Çünkü İsmi üzerinde İbrahim dini hanif dini fıtrat dini bunu gerektirir.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. İşte Allahın sunduğu din budur. Kuran ile kuranın kâinatla kâinatın ve kuranla kâinatın kucaklaştığı ve biri birleriyle çatışmadığı din Allahın sunduğu dindir.. Canım Allah isterse Ateşin yakmasını engelleme yemez mi.? Elbette engeller ama Allah vaadinden dönmez ayetini Evrenin yasasındaki değişmezliği nereye koyacağız. Peki canım sen Allah’ı koyduğu yasalara uymaya Mecbur mu tutuyorsun? Ben de onlara tövbe haşa sen de Allahın koyduğu kurallarda değişiklik yapmayacağını söyleyip de sen Allah’ı bu sözünden dönerek Allah’ı döneklikle mi suçluyorsun diyorum. Evet Allah her şeyi bir ölçü ve tertil üzere yaratmıştır. O ölçü kesinlikle sapmaz seyrinde devam eder it ürür kervan yürür misali hayat onlar ne derse desin Allahın koyduğu yasalar çerçevesinde devam eder durur. “Onlar dünya dönüyor dese de dönüyor dönmüyor dese de dönüyor” Galila’nın dediği gibi.