2-Hz. İbrahimin zebh/kurban rüyası vahiy midir?
3-Âlim kul’un çocuk katli fiili ve Hz. İbrahim’in oğlunu zebih teşebbüsüne tepkisel yaklaşımlar üzerine düşünceler
Hz. İbrahim’in rüyası ve rüyaların uygulanması
Zebih kıssası olan Saffat suresinde, Zebh fiilinin başlangıcı, Hz. İbrahim’in rüyası olarak belirtilmektedir. “…Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” Saffat37/102
       İbrahim’in@  rüyasının sahihliği, kıssanın ileriki ayetlerinde şu şekilde açıklanır.  “Biz ona: “Ey İbrahim!” diye seslendik. Rüyayı gerçekleştirdin. Biz  iyileri böyle mükâfatlandırırız.” Saffat37/104-105 
       Dolayısıyla  Hz. İbrahim’in Zebih/kurban ile ilgili rüyasını mota mot  gerçekleştirmesi gerekmektedir ki bu fiili gerçekleştirmek için önce  oğlunun görüşünü almış; -bu Zebihin itaatinin de muhataplara aşikare  edilmesi içindir- sonra yerine getirmeye başlamıştır. 
       O halde  rüyaları peygamberlerin rüyaları ve diğer insanların rüyaları olarak  kabaca ikiye ayrılabiliriz. Çünkü Kur’an’a göre peygamberlerin  rüyalarında kesinlik vardır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’deki değişik  resullere ait şu ayetlere bakalım: 
“Andolsun ki Allah,  elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde  başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak…” Feth48/27 
“Yavrucuğum! dedi, rüyanı  sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar!…” Yusuf12/5 
“Sana gösterdiğimiz rü’yâyı  ve Kur’ân’da la’netlenmiş ağacı, insanları sınama yaptık.” Isra17/60 
       İnsanların  rüyaları ise uygulanması için delil ve sahih olamaz, meğerki Yusuf  peygamber gibi onun te’vilini yapabilecek biri yorumlamış olsun ve ondan  daha öncesinde de Allah’ın bu rüyayı gerçek olmasını dilemiş olsun. Her  iki şart bir araya geldiğinde rüyalar kesinleşir ve gerçeğe dönüşür.  Pek tabii ki uygulanması gerekir tıpkı Yusuf kıssasındaki gibi… 
       Dikkat  edildiğinde Yusuf kıssasındaki insanların gördüğü rüyalar –Mısır  yöneticisinin- “adgâsu ahlâm” yani karışık rüyalardır. “Kâlû adgâsu ahlâm(ahlâmin), ve mâ nahnu bi  te’vîlil ahlâmi bi âlimîn” “(Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık  düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.” Yusuf12/44
        Yine dikkat edildiğinde Firavun’un ve mahpusların  rüyaları Yusuf peygamberin te’vilinden sonra gerçeğe dönüşmektedir. “Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha  önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve  kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu  şekilde) kesinleşmiştir.” Yusuf12/41   
        Yusuf peygambere bu  Te’vil özelliğini veren de Cenabı-Hakk’tır. “(Yusuf) dedi ki: Size  yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber  vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir.” Yusuf12/37 
       Bu şartların  günümüz için mümkün olmadığına göre rüyalar ile amel etmek onları  uygulamak sahih bir hareket tarzı değildir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Hz. İbrahim’in  zebh/kurban rüyası vahiy midir?
Hz. İbrahim oğlunu zebhetmeyi rüyasında  görmüştür. Kur’an’da zebh/kurban rüyası ve icrası ile ilgili ayetlerde  şu ifadeler yer almaktadır. “kâle yâ buneyye  innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke” “…ben rüyamda seni  boğazladığımı görüyorum….” Bu ayeti kerimeye göre kesin olan ve te’vil  ve tefsir getirilmeyecek ana konu zebh/kurban emri rüyada verilmiştir.  Bu kıssadaki problem ise Hz. İbrahim’in rüyayı görüp görmediği değil,  rüyasının icra edilip edilmeyeceği üzerine oturmaktadır.
Rüyada  görülen bir olayın ya da emrin yerine getirilip getirilmeyeceği yine bu  ayetin devamında Zebih’in ağzından belirtilmektedir:“if'al ma tü'meru”  “…Emrolunduğun şeyi yap….”  Zebih’in  bu sözü, boğazlanmasının rüya vasıtasıyla emredildiğini göstermektedir.  Zebih babasının rüyada gördüğü bir olaya istinaden nasıl böyle bir fiile  kalkıştığını asla sorgulamamaktadır. Tıpkı babası İbrahim’in rüyasını  sorgulamayıp yerine getirmek teşebbüsünde bulunması gibi.. 
Hz. İbrahim’in rüyasındaki zebhetme emrini  oğluyla istişare etmesini alimler şöyle değerlendirmişlerdir: “Eğer,  “Bu, Allah’ın kesin emridir. Böyle bir hususta oğluyla niçin istişare  etti?” diyen olursa, şöyle cevap verilir: İbrahim (a.s.), oğlunun  görüşüne başvurmak için onunla istişare etmedi.  Bu oğlunun, kendi  bildiğini bilmesi, böylece kalbini sağlamlaştırması ve kendini  sabretmeye hazırlaması içindi. Oğlu da ona en güzel cevabı verdi: … bu  cevabı, kendisinde olgunluk, sabır, emre boyun eğme ve Allah’ın hükmüne  razı olma vasfı verilen kimsenin cevabıdır.”(Muhammed Ali es-Sabuni,  Safvetu’t-tefasir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri). 
Tabi bu aşamada şu, nazarı dikkate değer  bir ayrıntı olmalıdır. Cenab-ı Hak rüyadaki emri yerine getirmeye  çalışan ve bu emre teslimiyet gösterenlerin Allah’a olan tereddütsüz  itaatine dikkat çekmektedir. Bu olayın bir benzeri asla  yaşanmamış/yaşanmayacaktır ancak kıyamete kadar Allah’ın türlü emir ve  yasaklarına sorgusuz sualsiz teslim olanlar, İbrahim@ ve oğlu@ gibi aynı  tavrı göstermiş olacaklardır. Kıssanın vermek istediği mesajlardan bir  tanesi de budur.
  Bunun yanı sıra İbrahim Peygamber’in rüyasını  gerçekleştirmek istemesi ve oğlunun bu emrin icrasına itaati “Fe lemmâ  eslem┓İkisi de teslim olunca”bunun bir vahiy/emir olarak  algılandığının göstergesidir. Eğer peygamber rüyalarında, özellikle  İbrahim’in@ rüyasının gerçekliği ve icrasında kabullenilemeyecek bir  durum olsa idi bunu hem İbrahim hem de zebih’in ağzından duymamız mümkün  olurdu. Tıpkı Hz. Nuh’un gözleri önünde azgın sularda boğulurken  Cenab-ı Hakk’tan oğlu için yardım istemesi; Musa’nın Firavun’a tebliğle  görevlendirilmesinde yanına Harun’u@ vezir olarak istemesi gibi…
Zebh  teşebbüsünün neticelenmesini önleyen Cenab-ı Hakk’ın açıklaması ise bu  durumu kesinleştirmektedir: “Kad saddakter ru’yâ” "Rüyayı  gerçekleştirdin.” “İnne hâzâ le huvel belâul mubîn”  “Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.” Cenab-ı Hakk rüyayı  doğrulamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesini, zebh/kurban teşebbüsünü  “imtihan” olarak vasıflandırmaktadır. Bu imtihanın olumlu ve ayrıca  neticesini de mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. “innâ kezâlike  neczîl muhsinîn”“Biz böylece muhakkak muhsinleri mükâfatlandırırız.”
Müfessirlerin  bazıları İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini yumuşatmaya  çalıştıkları görülmektedir. Sanki İbrahim’in rüyasının mahiyeti hakkında  “yakîn” bilgileri varmış gibi yorumlarda bulunmaktadırlar.“Yani, "Biz  sana rüyanda oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmek üzere iken  göstermiştik. Ve sen onu kesmek için hazırlandığında, rüyan doğrulandı.  Zaten asıl maksat da buydu. Sonuçta sen sadakatini ispatlamak suretiyle,  imtihanı başarıyla geçtin." Gibi.. (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat  suresi, 106. ayet tefsiri)
Bunun sebebi, neden Cenab-ı Hakk’ın,  İbrahim peygambere oğlunu kurban etmesini emrettiğinin  anlaşılamamasıdır. Bu yüzden Hz. İbrahim’in çocuğu olmamasına istinaden,  Allah’a dualarına mukabil bahşedilen çocuğun sevgisinin Allah  sevgisinin önüne geçtiği gibi Hz. İbrahim’in kişiliği ve misyonuna  aykırı türlü hikâyeler uydurulmuştur. Aşağıda buna dair bir rivayet  vereceğiz. 
Bütün bunların altında yatan tek etmen,  Allah’ın bir insana, insan kurban etme emrinin sebebinin izah edilmeye  çalışılmasının yattığı görülmektedir. Bu çabalar, tıpkı Hz. İbrahim’in  oğlunu kurban emrine ve bunu rüyada olan bir vesile ile yerine getirme  teşebbüsündeki tam ve tereddütsüz teslimiyetinin zıddı bir davranış  olarak algılanabilir. 
 Hz. İbrahim Allah’a karşı neden insan  kurban istediğini hele de kendi oğlunu istediğini sorgulamazken; onun  rüyası ve icrasını kıssa olarak duyanların itirazları veya bu olayı  yumuşatacak şekilde yorumlamaya çalışmaları ilginç bir durumdur ve asıl  bu olgunun sorgulanması gerekmektedir.
            Bu yüzden Kur’an’ı Kerim’de Saffat  suresinde yer alan Zebih kıssasındaki açık anlatıma rağmen, İbrahim  peygamberin oğlunu zebhetmek istemesi ile ilgili rüyasının maksadının  anlaşılamaması nedeniyle rüyadaki durumun vahiy/emir olup olmadığı  hususunda müfessirler arasında ihtilaf bulunmaktadır.
 Buna göre  müfessirler üç kategoride değerlendirilebilir. Birinci kategori  İbrahim’in rüyasının vahiy olduğunu kabul edenler. İkinci kategori bu  rüyanın direkt vahiy olmayıp mükerrer aynı rüya ile ilk rüyanın tasdiki  sonucu vahiy ve emir olduğunu kabul edenler. Üçüncü kategoriyi ise Hz.  İbrahim’in rüyasının vahiy ve emir olmadığını ileri sürenler olarak  sıralamak mümkündür. 
Öncelikle  Hz. İbrahim’in oğlunu zebh/kurban etme rüyasının vahiy olduğu  kanaatinde olanların yorumlarına bakalım: “İbn Abbas, "peygamberlerin  rüyası vahydir" dedi ve bu âyeti okudu. Muhammed b. Ka'b şöyle der:  peygamberlere, uyanık iken de, uyurken de Allah tarafından vahy gelirdi.  Çünkü peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.”(Muhammed Ali Es  Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri) 
            Bir  başka yorumda ise; “Bu ifadeler, Hz. İsmail'in, babasının rüyasında  gördüklerini sadece bir rüya olarak değil, Allah'ın vahyi ve bir emri  olarak telakki ettiğini gösteriyor. Hz. İsmail'in bu düşüncesi doğru  olmasaydı eğer, pekâlâ Hz. İbrahim (a.s) bunun Allah'ın emri derecesinde  bir rüya olmadığını söyleyebilir ve ayrıca Allah Teâlâ da vahiy  göndererek durumu açıklığa kavuşturabilirdi. Fakat burada böyle bir  işaret yoktur. İşte bu nedenden ötürü İslâm'da peygamberlerin  rüyalarının bir çeşit vahiy olduğuna inanılır. Aksi varid olsaydı,  Allah, Hz. İbrahim'i (a.s) ikaz eder, yanlış anlamayı düzeltir ve  Kur'an'da böylesine yanlış bir anlayışın oluşmasına izin vermezdi.”  (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
             Bir diğer yorumda; “Güzel rü’ya da bu tür vahiydendir. Peygamber  (s.a.v) ilk zamanlarında böyle güzel rü’ya şeklinde vahiy alırdı.  Gördüğü her rüya, sabah aydınlığı gibi net çıkardı. Hz. İbrahim’in  rü’yada çocuğunu kestiğini görmesi de böyle bir vahiy idi.” Denmektedir.  (Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Şûrâ suresi 51. ayetin  tefsiri)
             Hz. İbrahim‘in rüyasının vahiy/emir olup  olmadığı hususunda ikinci gurubun görüşüne göre Hz. İbrahim’in  gördüğü rüya, vahiy/emirdir. Ancak Hz. İbrahim bunu tereddütle aynı  rüyayı mükerrer görerek test edip endirekt olarak yerine getirir. Yani  Zebh emrine dair rüyayı üç gün arka arkaya görmesi üzerine bunun bir  vahiy/emir olduğuna karar vererek, vahiy/emrin icrasına girişir. 
Müfessirlerin tefsirlerinde,  mesnedi olmayan bir rivayetle doğrulattırdıkları! Ve bundan sonra zebh  rüyasının vahiy/emir olduğunu aktarmalarının; Hz. İbrahim’in Saffat  suresinde yer alan zebh ayetlerinde anlatılan rüyasını tereddütsüz  yerine getirme anlatımına gölge düşürdüğü kanaatindeyiz. Şimdi bu  yorumları aktaralım: " Peygamberlerin  rüyası haktır ve fiilleri Allah Tealâ'nın emriyledir. Rivayet edildiğine  göre Hz. İbrahim (a.s.), Terviye: (Zilhicce ayının 8. günü) gecesi  rüyasında birisinin kendisine, "Allah sana oğlunu kurban etmeni emir  buyuruyor." dediğini görmüştür. Sabah olduğu zaman bu rüyanın Allah'tan  mı, yoksa şeytandan mı olduğu konusunda enine boyuna düşünmüş, ertesi  gece aynı rüyayı tekrar görünce bunun Allah'tan olduğunu anlamıştır.  Daha sonra aynı rüyayı üçüncü gece de görmüş, bunun üzerine oğlunu  kurban etmeye kesin bir şekilde niyetlenmiştir. Bu üç güne "Terviye",  "Arefe" ve "Nahr" denmesinin sebebi budur.” (Vehbe Zuhayli,  et-Tefsirü’l-Münir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
Bir başka yorumda; "Dedi ki:  Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak,  artık sen ne düşünürsün" buyruğu ile ilgili olarak Mukatil şöyle  demektedir: İbrahim (a.s) bunu ardı arkasına üç gece gördü. Muhammed b.  Ka'b dedi ki: Rasûllere yüce Allah'tan vahiy uyanıkken de uykuda iken de  gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda  Peygamber (sav)'a kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit olmuştur.  Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Biz peygamberler  topluluğunun gözleri uyur, kalblerimiz uyumaz. İbn Abbas da:  Peygamberlerin rüyası vahiydir demiş ve bu âyet-i kerimeyi delil  göstermiştir." Şeklinde ifade edilmektedir. (İmam Kurtubi, el-Camiu  li-Ahkami’l-Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
            “es-Süddî dedi ki: İbrahim (a.s)'a İshak  doğmadan önce doğacağı müjdesi verilince, o da: O halde ben onu Allah  için kurban edeceğim demişti. Rüyasında ona: Sen bir adakta  bulunmuştun. Haydi, adağını yerine getir, denildi. Yine denildiğine  göre; İbrahim (a.s) terviye (zülhicce'nin sekizinci) gecesinde  birisinin ona: Allah sana oğlunu boğazlamanı emrediyor, dediğini  görmüştü. Sabah olunca kendi kendisine düşünmeye başladı. Acaba bu rüya  Allah'tan mıdır? Şeytandan mıdır? Diye. İşte bu şekildeki düşünmesi  (terviyesi) dolayısı ile bugüne terviye günü adı verilmiştir. Ertesi  gece aynı şekilde rüya gördü ve ona: Verdiğin sözü yerine getir,  denildi. Sabah olunca bu gördüğü rüyanın Allah'tan olduğunu bildi  (arefe). O bakımdan bu güne "arefe günü" adı verildi. Üçüncü gece yine  öyle bir rüya gördü, bu sefer artık onu boğazlama (nahr) kararını  verdi. Bundan dolayı bu güne "yevmu'n-nahr" adı verildi. Yine rivayet  edildiğine göre oğlunu boğazlamaya başlayınca, Cebrail (a.s):  "Allahuekber Allahuekber" dedi. Bu sefer boğazlanması istenen oğlu: "La  ilahe illallah vallahu ekber" dedi. İbrahim (a.s) da bunun üzerine:  "Allahuekber velhamdulillah" dedi. O bakımdan bu (şekilde tekbir  getirmek) bir sünnet olarak kaldı.” (İmam Kurtubi, el-Camiu  li-Ahkami’l-Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
            Müfessirlerimizin fark edemedikleri bir  hususu hatırlatmakta yarar görmekteyiz. Peygamber rüyalarının, Rahmani  mi Şeytani mi şeklinde sınıflandırılması şu ayetin manasına ters  düşmektedir. “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî  göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille  de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın  katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana  bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm  ve hikmet sahibidir.”Hacc22/52 Allah’ın resulleri, Şeytan’ın katmalarına  karşı gündüz korurken gece serbest mi bırakılmaktadır? Dolayısıyla yedi  gün yirmi dört saat Allah’ın gözetiminde olan resullerin denetimi  Cenab-ı Hakk’ın elinde olduğuna göre onların rüyalarına hükmetmekte yine  onun elindedir.
Mesnetsiz bir rivayetle  aynı zamanda peygamber rüyalarına ve müteselsilin tüm insanlara ait  rüyalarda “Şeytanî” ve “Rahmanî” kavramı getirilerek bu kavramların da  neye göre doğrulanabileceğini muallâkta bırakmaktadırlar. Bu vasıtayla  sadece resullere ait rüyaların sahihliğine dair verilebilecek bir hükmü  tüm insanlara genelleştirmektedirler.
Beşerî değerlendirmelerle oluşturulan rüya kültürü tamamen  Kur’an dışı bir olgudur. Rüyaların rahmanî ve şeytanî olarak kategorize  etmek de bu yapının bir ürünüdür. Bakınız rahmanî ve Şeytanî rüyalar nasıl kategorize edilmiştir  görelim. Rahmani Rüyalar:
Cenab-ı Hak ve enbiyai izam, arş, kürsi, cennet ve cehennem, ashab-ı kiram ve ulema-i izam, Beyt'ül Haram ve mukaddes, Kur'an-ı Kerim ve kütübi mukaddese ve ehadis-i şerife gibi dinen ve şer'an makbul ve muteber olan şeylerden birini muhtevi olan rüyalar Rahmanidirler. Bunlar iki kısımdır: Biri tebşir (iyi haber, müjde) ve diğeri tehzir yani Cenabı Hak bu rüya ile kullarını ya ahirete ve dünyaya ait bir haber ile tebşir eder veyahut ikab ve azabdan tehzir yani ictinabı emreyler.
Rahmani rüya karmakarışık olmayıp açık ve aşikar görülür ve uyandığı zaman tamamıyla hatırda kalmış olur. Bu gibi rüyalar içindir ki nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzüdür, Hazreti Allah'ın ibadına uykuda vahyidir buyrulmuştur.
Cenab-ı Hak ve enbiyai izam, arş, kürsi, cennet ve cehennem, ashab-ı kiram ve ulema-i izam, Beyt'ül Haram ve mukaddes, Kur'an-ı Kerim ve kütübi mukaddese ve ehadis-i şerife gibi dinen ve şer'an makbul ve muteber olan şeylerden birini muhtevi olan rüyalar Rahmanidirler. Bunlar iki kısımdır: Biri tebşir (iyi haber, müjde) ve diğeri tehzir yani Cenabı Hak bu rüya ile kullarını ya ahirete ve dünyaya ait bir haber ile tebşir eder veyahut ikab ve azabdan tehzir yani ictinabı emreyler.
Rahmani rüya karmakarışık olmayıp açık ve aşikar görülür ve uyandığı zaman tamamıyla hatırda kalmış olur. Bu gibi rüyalar içindir ki nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzüdür, Hazreti Allah'ın ibadına uykuda vahyidir buyrulmuştur.
Şeytani Rüyalar ise şöyle tarif ve tavsif  edilmektedir: Beyn'el-müslimin örfen ve şeran memnu veya mekruh olan  hususata ait olan ve emr-i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkere yani ibadet  ve takva ve hayır ve hasenata tergib ve teşvike ve menhi ve münker olan  su-i ahvalden ictinaba delalet etmeyen ve alelade rüyalar şeytani olup  bunların bazıları huzur eylediğinden tabir ve tevili lazımdır. Ancak  daima hayır ile tefsir olunmalıdır. Şeytani rüyalarda dikkat edilecek  cihet karmakarışık olmamaları ve zihnin fevkalade meşgul bulunduğu  şeylere temas etmemeleridir.
Aslı astarı, Kur’an’i bir dayanağı  olmayan bu rüya oluşum ve kabullerinin toplum tabanında yaptığı tahribat  oldukça önemli boyuttadır. Bunu birde tasavvufi boyutla beraber  düşündüğünüzde olumsuzluk çok daha ileri boyutlara ulaşmaktadır.  İnsanların amel çizgileri ve değerlendirmeleri rüyalara ve tabirlerine  indirgenmiş ve iş çığırından çıkmıştır.
Bir  diğer husus Hz. İbrahim’in gördüğü rüyanın vahiy olduğuna test ederek  karar vermesine dair anlatımlar, Hz. İbrahim’in, Allah’ın emrine karşı  tereddüdünü kapsamaktadır ki, bu durum zebh/kurban kıssasındaki Hz.  İbrahim ve zebih’in, Allah’ın emrine tereddütsüz itaat anlatımları ile  tenakuza düşmektedir.“..Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum;  bir düşün, ne dersin? Dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi  yap…” Saffat37/102 Saffat suresindeki bu anlatımlar Zebh rüyası ve  gerçekleştirilmesinin fail ve mef’ulünün tereddütsüz itaatini  sergilerken İbrahim’in rüyasını mesnedi olmayan bir rivayetle  yorumlayarak kabul edenler, bu rivayetle Hz. İbrahim’in tereddüt  içersinde ve rüyasını test ederek Allah’a itaatini anlattıklarının  farkında değildirler. 
Böyle  bir yorumdan daha alıntı yapalım. “Yahudi dini  metinlerine göre; bir gün İbrahim as.’ın misafirleri gelir. Onlara  yiyecek getirip yemelerini teklif eder. Fakat misafirler, yemeğin  bedelini vermeden yemeyeceklerinin söylerler. Peygamber de onlara,  yemekten önce ve sonra yapacakları duanın bedel olarak kendisine  yeteceğinin belirtir. Ancak misafirler bununla yetinmezler. O’na, bir  oğlu olacağı müjdesini de verirler. O da ihtiyar yaşına rağmen böyle bir  haber alınca sevincinden: “Ben de onu kurban ederim” der.  Böylece bir “Adak” yapmış olur. Bu gelişmelerden sonra bir gün rüyasında  bir kurbanlık kesmesi emredilir. O da ertesi sabah bir boğa keser.  Ancak yine rüyasında, Allah’ın kendisinden daha kıymetli bir kurban  istediği söylenir. Bu sefer de bir deve keser. Fakat üçüncü kez bir rüya  daha görür. Bu sonuncusunda açıkça, “Oğlunu kurban etmesi” emredilir.”(Ahmet  Baydar, İbrâhimi Okuyuş)
            Görüldüğü gibi ikinci gurup görüşler,  İbrahim’in@ rüyasının vahiy/emir olduğunun farkındadırlar ancak  peygamber rüyalarının vahy kapsamında olup olmayacağını Hz. İbrahim’in  arka arkaya gördüğü rüyalarla test edip karar vermesine dair bir  rivayetle bunu kabullenmektedirler. 
             Sıraladığımız bu iki görüşün aksine bir ilginç yaklaşım ise Seyyid  Kutub’tan gelmektedir. Ona göre Hz. İbrahim’in zebh ile ilgili rüyası ne  vahy ne emirdir. Hz. İbrahim’in rüyası Allah’tan bir işarettir. Seyyid  Kutub’un bu yaklaşımı da ilginçtir. Marjinal bir görüş olan bu yorumu da  alıntılayalım. “Evet, İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur  bulduğu anda rüyasında oğlunu boğazladığını görür. Bu rüyanın Rabb'inden  oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt  etmez. Aklına itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet, bu bir  işarettir. Sadece bir işaret... Açık bir vahy değil, direkt bir emir de  değil. Ancak Rabb'inden bir işaret... İşte bu yeter. Uymak ve boyun  eğmek için bu yeterli. İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin  boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için bu yeterli. Fakat  İbrahim bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık göstererek  teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda  görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar,  korkunç durumu acaip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde  görülüyor.”   (Fi Zilal’il Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
Seyyid Kutub’un bu ilginç yorumunda da  Hz. İbrahim’in gördüğü rüyayı “işaret” olarak ayrı bir vasıflandırmaya  tabi tutmuştur. Ancak bu kavramın niteliği kadar hükmi değeri de askıda  gözükmektedir. Çerçevesi çizilmemiş bu kavramın, Seyyid Kutub direkt  olarak kabul etmemiş olsa da yine Vahy /emir niteliğinde olduğunda şüphe  yoktur. Allah işaret ediyorsa o da vahiy/emir kategorisindedir  kanaatindeyiz. 
İslam kaynaklarında yer alan  görüşlerden derlediğimiz Hz. İbrahim’in oğlunu zebh etme rüyasına  dairyorumlardan sonra Hz. İbrahim’in oğlunu zebh etme teşebbüsüne dair  benzer bir kıssanın bulunduğu Tevrat’tan alıntı yapalım. Tevrat’ın, Tora  olarak adlandırılan beş ana kitabından Tekvin kitabında bu kıssadan  bahsedilmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki, Hz. İbrahim’in gördüğü rüyaya  istinaden oğlunu kurban etme teşebbüsü Tevrat metinlerinde, rüyadan  bahsedilmeden direkt Yehova’dan aldığı bir emirle başladığı  anlatılmaktadır. “Daha sonra Tanrı İbrahim'i  sınadı. "İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "Buradayım!" dedi. Tanrı,  "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada  sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun."  (Tevrat/Tekvin22/1-2)
Tevrat’taki dikkat çekici  husus Hz. İbrahim’in, Yehova’dan aldığı emri sabahleyin yerine getirmeye  başlaması anlatımıdır. “İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan  vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak'ı aldı. Yakmalık sunu  için odun yardıktan sonra, Tanrı'nın kendisine belirttiği yere doğru  yola çıktı.” (Tevrat/Tekvin22/3) Buna göre Hz. İbrahim’in Yehova’dan  aldığı emrin, geceleyin gördüğü rüya vasıtasıyla alınmış olabileceğini  düşündürtmektedir. Bundan ötürü Hz. İbrahim, oğlu ve uşakları ile  birlikte sabahleyin erkenden Yehova’nın emrini yerine getirmek üzere  hareket etmektedir.
Hem Kur’an ve hem de  Tevrat’ta yer alan zebih/kurban kıssası, “rüya” konusunda ortak bir  anlatımda bulunmamış olsalar da zebh/kurban vakıasının Allah’ın  vahyi/emri ile gerçekleştiğinin bir göstergesidir kanaatindeyiz. 
Hülasa  Kur’an-ı Kerim’deki Saffat suresi içerisinde anlatılan Hz. İbrahim’e  ait Zebh rüyası ve icrası ile ilgili kıssada, Hz. İbrahim’in rüyasının  ve bu rüyayı gerçekleştirmesinin vahiy/emir statüsündeki olaylar olduğu  kanaatindeyiz. Bu olgunun yalnızca peygamberlere mahsus olduğuna  inanıyoruz. Diğer insanlar için rüya ile amel mümkün değildir  görüşündeyiz. Hz. İbrahim’in zebih ile ilgili rüyasının gerçekliğinin şu  ayetle tüm Kur’an muhatapları tarafından yerine getirilebileceğine  inanıyoruz. “Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum  ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve  ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum  minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'  tiyallâhu bi emrih, vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn.” “De ki:  'Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde  ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden  evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha  sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık  kimseleri doğru yola eriştirmez.” Tevbe9/24
11.05.2009
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Âlim kul’un  çocuk katli fiili ve Hz. İbrahim’in oğlunu zebih teşebbüsüne tepkisel  yaklaşımlar üzerine düşünceler
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak  kıssalarının kesiştiği ve anlaşılmasında ortak bir problemin ortaya  çıktığı, Hz. İbrahim’in oğlunu zebhetmesi rüyası ve icrası ile ilgili  zebih kıssasını incelerken bu konunun benzeri bir vakıanın Âlim kul ve  Musa kıssasında geçtiğini fehmettik. Bundan daha ilginç bir olgu her iki  kıssada geçen benzeşen vakıalara verilen tepkilerin de benzeşmesiydi.
Öncelikle Âlim kul ve Musa kıssasındaki vakıayı  inceleyerek daha sonra zebih kıssasına yer verecek sonrasında her iki  olgunun benzeşen noktasının ve tepkilerin değerlendirmesini yapacağız.
Âlim kul’un çocuğu öldürmesi:
Kur!an-ı Kerim’de, Alim kul’un çocuğu öldürme anı  şöyle anlatılmaktadır: “Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe  katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefs, lekad ci’te  şey’en nukrâ.” "Tekrar yola  koyuldular. Bir çocukla karşılaştıklarında (Alim kul) çocuğu  öldürüverdi. Musa: “Bir cana karşılık olmadan masum bir cana mı kıydın!  Andolsun çok kötü bir şey yaptın.” dedi.”  (18/Kehf/74) Daha önce Âlim kul’un gemiyi delmesi ile Hz. Musa’nın  itiraz etmesindeki gibi çocuğun öldürülmesi hadisesinde de Musa’nın(a)  itirazı gündeme gelir.
Bu aşamada Kısas’ın  tüm İslam resullerinin şeriatlarında mevcut olduğu gibi, Hz. Musa’nın  şeriatında da mevcut olduğu anlaşılmaktadır. “bir kimse bir  adam öldürürse mutlaka öldürülecektir.” (Tevrat; Levililer,  24/17) Bundan dolayı Hz. Musa, sebepsiz yere bir insanın öldürülmesine  karşı çıkmaktadır. Ancak olayın içyüzünün, Âlim kul tarafından izhar  edilmesinden sonra Musa’nın (a) buna tepkisi söz konusu olmamaktadır.  Âlim kul’un çocuğu öldürmesine dair beyan ettiği sebep Alim kul  tarafından şöyle açıklanmaktadır: "Çocuğa gelince;  onun ana babası mümin kimselerdi.  Çocuğun azarak ve küfrederek onlara  zulmetmesin korktuk.” (18/Kehf/80) 
Olayın zahirinde bir  insanın diğer bir insanı suçsuz yere öldürmesi söz konusudur. Ancak  olayı gerçekleştiren Âlim kul bağımsız olarak bu fiili yapmamaktadır. O  Allah’ın emri ile bu fiili işlemektedir. (Âlim kul) “Ben  bunları kendiliğimden yapmadım.”  (18/Kehf/82) 
Âlim kul’un, Hz. Musa’ya  olayların içyüzünü açıkladığı bu sözler; Âlim kul’un gerçekleştirdiği  tüm olayların ve çocuğun öldürülmesi hadisesinin Allah’ın takdiri  olduğunu bildirmektedir. Bundan dolayı Âlim kul’a kısas uygulanması söz  konusu olamaz/olmamıştır. Allah’ın emrini uygulayan birine nasıl kısas  uygulanabilir?
Bu aşamada bir takım  itirazları kaydetmemiz gereklidir. Onlar, yeryüzünde bir Sünnetullah  olan, bir cana karşılık olmaksızın bir cana kıyılması mümkün olmadığı  halde; Âlim kul, nasıl bu fiili yapmış ve Hz. Musa(a) ona kısas  uygulamamıştır demişlerdir. Müfessirlerin bu görüşleri sonucu,  Sünnetullah’ın bir insan tarafından değiştirilemeyeceği gerekçesiyle,  Âlim kul’un, insan değil, melek veya başka bir varlık olduğu iddiasında  bulunmuşlardır. Âlim kul ve Musa kıssası incelememizde bu konunun  üzerinde genişçe duracağımız için bu konuyu kısa geçiyoruz. Âlim kul  hakkında her ne iddia olursa olsun bunlar mesnetsizdir. “Âlim kul” bir  insandır ve yaptıklarının gerçek olduğu ve bunları Allah’ın takdiriyle  gerçekleştirdiği barizdir. 
Şimdi Âlim kul tarafından  çocuğun öldürülmesinin Hz. Musa ve beşer tarafından ilk anda  kavranamayan ancak Âlim kul tarafından öldürülme sebebi açıklanınca  anlaşılabilen sonuçlarını analiz edelim: Çocuğun öldürülmesi öyle bir  takdir olmuştur ki, ölenin de yaşayanların da hayrınadır.
a- Çocuk öldürülmüştür,  ancak öldürülmeyip yaşasaydı, dünya hayatındaki imtihanı kaybedecekti.  Çünkü o bir kâfir olacak ve Cehennem’i boylayacaktı. Hâlbuki  öldürülmekle bundan kurtulmuş oldu.
b- Anne ve babasının yaşam  çizgilerindeki İslamî boyut değişmedi. Eğer çocukları yaşasaydı, onun  küfre sapmasından dolayı anne ve baba da zulüm çekecek veya küfre  sapabileceklerdi.
c- Çocuğun öldürülmesi,  Çocuğu öldürülen anne babaya; Allah tarafından Salih olan bir evlat  ihsan edilmesine sebep olmuştur.
d- Yeni evlat, Salih bir kul  olacak, anne ve babaya güzelce bakacaktır. Böylece bu üç kişi mümin bir  kimse olarak Allah’a kulluk edeceklerdir. Oysa çocuk öldürülmemiş  olsaydı belki de hiçbiri mümin olarak kalamayacaklardı.
e- Böylece Allah,  mü’min bir anne ve babanın dualarını kabul etmiş, onları ve çocuklarını  İslam üzere kılmıştır. Allah’ın dualara icabeti söz konusudur. Bu  konuda İbrahim’in (a) evlatlarına olan duaları hatıra getirilmelidir. “Rabbim!  Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.”  (14/İbrahim/40) “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl;  beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”  (14/İbrahim/35)
f- Öldürülen çocuk eğer  yaşasaydı; etrafına zarar verecek, çeşitli zulümlerle toplumdaki  insanları huzursuz edecekti. Böylece cemiyetin zararına olacak bu durum  önlenmiş oldu.
Analiz ettiğimiz bu  sonuçlar bize gösteriyor ki, eğer Âlim kul sebepleri açıklamamış olsa bu  neticeler beşer tarafından idrak edilemez, işte bu yüzden Âlim kul,  Musa’yı(a) “sen benim yaptıklarıma sabredemezsin”  diye ikaz etmektedir. Sebep ve sonuçlarını takdir edemeyen bir beşer  nasıl olaylara sabredebilirdi?
Bütün bunlara rağmen şu  soru sorulabilir? Allah o çocuğu, ölmeden Salih bir kul olmasını takdir  edemez miydi? Buna cevabımız Allah daha iyi bilir olacaktır. Yine de bu  sorunun cevabını öğrenmek isteyenlere Âlim kul ve Musa kıssasını yeniden  okumalarını, aynı konumda oldukları Musa peygamberi ve onun Âlim kul’a  itirazlarını göz önüne getirmelerini öneririz. Allah’ın verdiği ilim  olmadan bu olayların kavranılması mümkün olamayacaktır. Âlim kul ve Musa  kıssasında geçen olayların içyüzünü kavramak için Asr-ı Saadeti takip  eden süreçte, Kelam ve Felsefe ekollerinin beyhude uğraştıklarını da  belirtmekte yarar görüyoruz.
Bu noktada şunu tespit  etmek lazım; çocuğu öldüren “Âlim kul”dur. Ancak bunu takdir eden  Allah’tır. Çocuğun öldürülmesi Allah’ın tasarrufundadır. Bu tasarrufun  öncesi ve arkasından gelen/gelecek takdirler de yine Allah’ın isteğince  olmaktadır. “Âlim kul’un gerçekleştirdiği olayların benzerleri, Evrenin  kurulmasından bu yana ve kıyamete kadar yine  gerçekleşmiş/gerçekleşmektedir.
Burada üzerinde durulması  gereken nokta, bu gibi durumlarda insanların, olayların takdirinin  Allah’ın elinde olduğu bu olayların bir arka planı olduğunu ve bunları  da insanların kavramalarının mümkün olmadığını fehmetmeleri mesajıdır. 
Âlim kul ve Musa  kıssasının günümüz değerlendirmeleri:
Âlim kul tarafından  çocuğun öldürülme olayı, günümüzde bile Müslümanlar tarafından, Hz. Musa  türü tepkilerle karşılanarak, olay sorgulanmakta ve kıssadaki bir cana  karşılık olmadan insan öldürme fiili örnekliğinin, Kelamî, felsefî ve  fıkhî yorumlarla algılanılmasına çalışılmaktadır. Bu konuda bir İlahiyat  profesörünün bakışını alıntılayalım: “Fakülte birinci sınıfta  iken, bir Cuma namazında hutbede imam bu olayı anlattı. Daha ben birinci  sınıftaydım. İşte gemiyi deliyor, çocuğu boğazlıyor, evi yıkıyor.  “Yahu” dedim; “bu mübarek gün ne kadar saçma şeyler anlatıyor şu imam,  yahu daha ciddi konular yok mu?” Yanımdaki arkadaş, “anlattığı ayettir”  dedi. O zaman korktum. “Allah Allah” dedim; bak biz Kur’an’a karşı  geliyor muşuz?”..Burada bu olayları çözemiyor, neticede onu aşan bir  olay, yoksa hakikaten masum bir çocuğun boğazlanması söz konusu  olsaydı….Çünkü peygamber müdahale etmiyor. Bunu hakiki bir olay gibi  sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur. ..”  (I. Kur’an sempozyumu oturumundan bir kesit)
    Yani, Hz. Musa’nın,  Allah’a tam teslim olmuş bir resulün bile söz vermesine rağmen olaylara  yeterince sabır ve sonuçlarını gereğince takdir edemediği gibi; geçmişte  de çağımızda da bazı Âlim ve diğer bazı Müslümanlarca da yeterince  takdir edilememektedir. 
Bunun neticesi  olarak Âlim kul ve Musa kıssasının vakiliği sorgulanarak bu kıssanın  sembolik bir kıssa olduğu iddiasına kadar iş uzamaktadır. “Bunu  hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici  bir durumdur...”
Alim kul ve Musa  kıssasının sembolik bir kıssa olması bir kenara aslında bu kıssa  günümüzde bile hala canlı ve vakiidir. Mesaj ve derslerini muhataplarına  vermeye devam etmektedir. “Dedi ki: Doğrusu sen benimle  beraberliğe sabredemezsin. (İçyüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl  sabredersin?” (187Kehf/67)
   Zebih kıssası:
Hz.  İbrahim’in oğlunu zebhetme rüyası ve bunun ikamesi Kur’an-ı Kerim’de  Saffat suresinde yer almaktadır.  Saffat suresinde zebh/kurban rüyası ve  icrası ile ilgili ayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “kâle  yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke” “…ben  rüyamda seni boğazladığımı görüyorum….” Bu ayeti kerimeye  göre kesin olan ve te’vil ve tefsir getirilmeyecek ana konu zebh/kurban  emri rüyada verilmiştir. Bu kıssadaki problem ise Hz. İbrahim’in rüyayı  görüp görmediği değil, rüyasının mahiyeti ve bunun icra edilip  edilmeyeceği üzerine oturmaktadır.
Rüyada  görülen bir olayın ya da emrin yerine getirilip getirilmeyeceği yine bu  ayetin devamında Zebih’in ağzından belirtilmektedir: “if'al  ma tü'meru” “…Emrolunduğun şeyi yap….”    Zebih’in bu sözü, boğazlanmasının rüya vasıtasıyla “emr”edildiğini  göstermektedir. Zebih babasının rüyada gördüğü bir olaya istinaden nasıl  böyle bir fiile kalkıştığını asla sorgulamamaktadır. Tıpkı babası  İbrahim’in rüyasını sorgulamayıp yerine getirmek teşebbüsünde bulunması  gibi.. 
Tabi  bu aşamada şu, nazarı dikkate değer bir ayrıntı olmalıdır. Cenab-ı Hak  rüyadaki emri yerine getirmeye çalışan ve bu emre teslimiyet  gösterenlerin Allah’a olan tereddütsüz itaatine dikkat çekmektedir. Bu  olayın bir benzeri asla yaşanmamış/yaşanmayacaktır ancak kıyamete kadar  Allah’ın türlü emir ve yasaklarına sorgusuz sualsiz teslim olanlar,  İbrahim(a) ve oğlu(a) gibi aynı tavrı göstermiş olacaklardır. Kıssanın  vermek istediği mesajlardan bir tanesi de budur.
Bunun  yanı sıra İbrahim Peygamber’in rüyasını gerçekleştirmek istemesi ve  oğlunun bu emrin icrasına itaati “Fe lemmâ eslemâ”  “İkisi de teslim olunca” bunun bir vahiy/emir  olarak algılandığının göstergesidir. İbrahim emre uyan, Zebih ise  itiraz eden olsaydı İbrahim oğlunu zorla zebhetmiş statüsünde olacaktı.  Oysa ikisi de emre teslim olmaktadırlar. Bu önemli ve üzerinde durulması  gereken ayrıntıdır. 
Eğer peygamber  rüyalarında, özellikle İbrahim’in@ rüyasının gerçekliğinde ve icrasında  beşeri vasıflarına istinaden kabullenilemeyecek bir durum olsa idi bunu  hem İbrahim hem de zebih’in ağzından duymamız mümkün olurdu. Tıpkı Hz.  Nuh’un gözleri önünde oğlu azgın sularda boğulurken Cenab-ı Hakk’tan  oğlu için "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir."  (11/Hud/45) Diye yardım istemesi; Musa’nın Firavun’a  tebliğle görevlendirilmesinde Cenab-ı Hakk’ın kendisini  görevlendirmesine rağmen ısrarla yanına Harun’u(a) vezir olarak istemesi  gibi…"Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver" (20/Taha/29) Bütün bu örneklerde olduğu gibi; oğlu için yapacağı bir istek,   Halilurrahman olan Hz. İbrahim için hiç de zor değildi. Belki de  Cenab-ı Hakk tarafından mazur görülebilecekti. Tıpkı  “İbrahim'den  korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle  mücadeleye başladı. İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık,  kendisini Allah'a vermiş biri idi. (Melekler dediler ki): Ey İbrahim!  Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri  çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!” 11/Hud/74-76)  ayetinde olduğu gibi helak olacak Lut kavmi için nasıl meleklerle  muhaverede bulunduysa. Ya da “(İbrahim:) Bana  ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile  müjdeliyorsunuz? dedi. Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe  düşenlerden olma! Dediler. (İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden,  sapıklardan başka kim ümit keser?” (15/Hicr/54-56)  ayetinde meleklerin müjdesini sorguladığı gibi. Kanaatimizce benzer  sorgulamalar yapabilme hakkı Zebih içinde düşünülebilir. 
Zebh  teşebbüsünün neticelenmesini önleyen Cenab-ı Hakk’ın açıklaması ise bu  durumu kesinleştirmektedir: “Kad saddakter ru’yâ”  "Rüyayı gerçekleştirdin.” “İnne  hâzâ le huvel belâul mubîn” “Bu, gerçekten,  çok açık bir imtihandır.” Cenab-ı Hakk bu ayetlerle rüyayı  doğrulamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesini, zebh/kurban teşebbüsünü  “imtihan” olarak vasıflandırmaktadır. Bu imtihanın olumlu ve ayrıca  neticesini de mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. “innâ  kezâlike neczîl muhsinîn” “Biz böylece muhakkak Muhsinleri  mükâfatlandırırız.” 
Zebih  kıssasının müfessirlerce algılanması:
Müfessirler,  Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini tam manasıyla  algılayamadıkları anlaşılmaktadır. Bu yüzden bazı müfessirler öncelikle  Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi emrinin rüya yoluyla olamayacağını  iddia ederek ayeti bu yönde yorumlamaya çalışmışlardır. 
Bundan  başka Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi emrinin sebebini sorgulayarak  cevaplar vermeye çalışmışlardır. Bu yüzden Hz. İbrahim’in çocuğu  olmamasına istinaden, Allah’a dualarına mukabil bahşedilen çocuğun  sevgisinin Allah sevgisinin önüne geçtiği bu yüzden oğlunu kurban etmesi  istendiği gibi Hz. İbrahim’in kişiliği ve misyonuna aykırı hikâyeler  uydurulmuştur. 
Müfessirlerin  bazılarının İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini yumuşatmaya  çalıştıkları görülmektedir. Sanki İbrahim’in rüyasının mahiyeti hakkında  “yakîn” bilgileri varmış gibi yorumlarda bulunmaktadırlar. “Yani,  "Biz sana rüyanda oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmek üzere iken  göstermiştik. Ve sen onu kesmek için hazırlandığında, rüyan doğrulandı.  Zaten asıl maksat da buydu. Sonuçta sen sadakatini ispatlamak  suretiyle, imtihanı başarıyla geçtin." Gibi.. (Mevdudi,  Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 106. ayet tefsiri)
Kur’an’ı  Kerim’de Saffat suresinde yer alan Zebih kıssasındaki açık anlatıma  rağmen, İbrahim peygamberin oğlunu zebhetmek istemesi ile ilgili  rüyasının maksadının anlaşılamaması nedeniyle rüyadaki durumun  vahiy/emir olup olmadığı hususunda müfessirler arasında ihtilaf  bulunmaktadır. Buna göre müfessirler üç kategoride değerlendirilebilir.  Birinci kategori İbrahim’in rüyasının vahiy olduğunu kabul edenler.  İkinci kategori bu rüyanın direkt vahiy olmayıp mükerrer aynı rüya ile  ilk rüyanın tasdiki sonucu vahiy ve emir olduğunu kabul edenler. Üçüncü  kategoriyi ise Hz. İbrahim’in rüyasının vahiy ve emir olmadığını ileri  sürenler olarak sıralamak mümkündür.
Bütün  bunların altında yatan tek etmen, Allah’ın bir insana, insan kurban  etme emrinin sebebinin izah edilmeye çalışılmasının yattığı  görülmektedir. Bu çabalar, tıpkı Hz. İbrahim’in oğlunu kurban emrine ve  bunu rüyada olan bir vesile ile yerine getirme teşebbüsündeki tam ve  tereddütsüz teslimiyetinin zıddı bir davranış olarak algılanabilir. 
 Hz.  İbrahim, Allah’a karşı neden insan kurban istediğini hele de kendi  oğlunu istediğini sorgulamazken; onun rüyası ve icrasını kıssa olarak  duyanların itirazları veya bu olayı yumuşatacak şekilde yorumlamaya  çalışmaları ilginç bir durumdur ve asıl bu olgunun sorgulanması  gerekmektedir. 
Âlim  kul ve Musa kıssası ile Zebih kıssasının kesiştiği alan ve sonuç:
Yazımızın  nedeni olan konuya geldik. Her iki kıssada da konu apaçık anlatıldığı  halde her nedense bu kıssaların anlaşılması problemli hale  getirilmiştir. Âlim kul ve Musa kıssasında; Cenab-ı Hakk tarafından,  Âlim kul eli ile bir çocuk sebepsiz öldürülerek buna itaat edilmesi  istenirken; Hz. İbrahim kıssasının bir bölümünü oluşturan zebih  kıssasında da İbrahim’e(a) sebepsiz olarak oğlunu kurban etmesi  istenmekte ve muhatapların bu durumu kabullenmesi gerektiği ihsas  edilmektedir.
Ancak  Alim kul ve Musa ile Zebh kıssalarının, Allah’ın istediği biçimde  algılanmamakta, aksine çeşitli sebepler ve yorumlar getirilerek veya  endirekt yollarla kıssa muhtevalarının kabulü gerçekleşmektedir. Yani  Allah’ın emirleri zahiri olarak algılanmaktansa yorumlara dayalı olarak  yumuşatılarak! Kabul edilmektedir.
Âlim  kul, Musa’ya, şahit olacağı olaylara dayanamayacağını yani onların  mahiyetini kavrayamayacağını belirttiği ve Musa(a) olayları görüp  dayanamadığı itirazlar ileri sürdüğü halde kıyamete kadar Musa(a)  pozisyonunda olan tüm kıssa muhatapları yeryüzü üzerinde oluşan bu gibi  olaylara Musa(a) gibi yapmadan teslim olmaları mesajını almaları  gerekirken bazılarının bu olayı; Hz. Musa sebeplerini bilmeden itiraz  ettiği halde onlar Alim kul’un açıkladıkladığı sebepleri de bildikleri  halde Kelamî, Fıkhî, Felsefî araçlarla olayı açıklamaya giriştikleri  veya sebebini sorgulamaya çalıştıkları müşahede edilmektedir. 
Benzeri  olumsuz bir tutum Zebih kıssası ile ilgili olarak gerçekleşmektedir.  Allah İbrahim peygamber eliyle ve daha sonra peygamber olacak oğlunu  zebh/kurban etmesi istendiği; buna mukabil yine Allah tarafından  engellendiğinin anlatımlarını kabullenmekten ziyade çeşitli yorumlarla  olayın mahiyetinin yönünü başka alanlara çekmeye çalışarak zoraki!  Kabuller göstermektedirler. Bu yüzden rüyada Allah’ın zebh emrinin  geçmediği, rüyaların vahiy olamayacağı, rüyanın emir değil işaret olduğu  gibi türlü teviller geliştirmişlerdir. Benzer tepki Âlim kul ve Musa  kıssasında da yer almaktadır. Sünnetullah’ın bir insan tarafından  değiştirilemeyeceği gerekçesiyle Âlim kul, nasıl bu fiili yapmış ve Hz.  Musa(a) ona kısas uygulamamıştır diye sorgulanmış fakat cevap  bulunamadığı için, Âlim kul’un, insan değil, melek veya başka bir varlık  olduğu iddiasında bulunmuşlardır.
Oysa  cenabı-ı Hakk, bu zebh kıssası nazarında, kıyamete kadar tüm kıssa  muhataplarından; insan kurban istemediğini, kurban olarak Allah’ın  emirlerinde insanların sevdikleri şeylerde tereddütsüz fedakârlık ederek  -Kurban- yerine getirmeleri mesajını verdiğinin üzerinde yeterince  durmamaktadırlar.
Hz.  İbrahim’in karısı Sare doksan yaşlarında bir “kocakarı” iken ve üstelik  “kısır” olduğu halde Allah’ın takdiriyle İshak’a hamile kalıp  doğurmuştur.  Kur’an ve Tevrat’ta bu olağanüstü olgu şöyle kıssa edilir:  “Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da  bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!  Dedi.”(11/72)     “Yüz yaşında olana (İbrahim)  bir oğul doğar mı? Ve doksan yaşında olan Sara doğur mu?” (Tevrat/Tekvin17/17)    “Saray Abrama dedi: İşte Rab  beni doğurmaktan alıkoydu…”  (Tevrat/Tekvin16/1) Bu olağan üstü vakıalara karşılık bu  nasıl olur diğerleri kısır kalırken Sara’ya çocuk ihsan edilmesi  Allah’ın adaletine, eşitliğine, ahlakına sığar mı? Neden diğer kısırlara  yokken birine var diyerek evrensel tabiî denge bozulmakta diye itiraz  etmeyenler veya bu düşünce akıllarına gelmeyenler; aynı Allah’ın,  İbrahim’e@ çocuğunu kurban etmesi emrine çeşitli itirazlar ileri  sürerek; “Allah haddi zatında kötü olan bir şeyi yani  Kabih/Çirkin bir eylemi emreder mi? Sırf sınav olsun diye bir insanın  bir insan tarafından hem de oğlun baba tarafından boğazı kesilerek  öldürülmesini ister mi?” “Allah çirkin bir fiili niye  emretsin? O her türlü kötülükten ve fenalıktan münezzeh değil midir?”  “Allah'ın  çirkin/şer bir durumu emredebileceği cevabı verirsek o halde evrensel  ahlak anlayışının olmadığını ifade etmiş oluruz.“ şeklinde çok  olumsuz ifadeler üretilebilmektedir.
Oysa  Allah o çocuğun zebhedilmesine engel olmuş, onun vesilesi ile insan  kurban edilmesini men etmiş ve onun soyunun devam etmesini sağlayarak  bereketli hale getirmiştir. Hâlbuki İbrahim’in bir diğer oğlu (İsmail)  benzer bir takdirden muaf tutulmuştur. Üstelik yaşadıkları bu sınav  kıyamete kadar tüm insanlığa örneklik teşkil edecek bir olgu olarak  takdir edilmiştir. Hem de İnsanların Allah için insan kurban  etmemelerinin gerekmediğinin mesajı verilerek. Bu rüya ve icrasının  kıyamete dek sürecek muhteşem neticelerini fehmedebiliyor musunuz?
Bakınız  Allah’ın takdirleri nerelere varıyor, tıpkı Alim kul ve Musa  kıssasındaki Musa’nın dayanamadığı ve sebeplerini öğrenmeye çalıştığı  olaylardaki sonradan açıklanan gerçeklerdeki gibi.. Bir de siz bu  mesajları, failler olmadan yeryüzünde gerçekleşen/gerçekleşecek nice  olaylar için düşünün!... Allah yeryüzünde yaşanan olayların sebep ve  sonuçlarını nasıl takdir ediyor!.. Biz bunları anlayabilir miyiz,  algılayabilir miyiz? Hayır!... Neyi anlarız? Sebep ve sonuçları  Anlayamayacağımızı!... Kıssalarda da bunların mesajı verilmektedir.
Allah’ın İbrahim  peygamber ve İsmail’i sınamasındaki gerçekleri kavramamız mümkün  değildir.. Bu gerçek Zebh kıssası geneli ve Âlim kul ve Musa kıssasının  kavranması ile ortaya çıkmaktadır. Ancak Allah’ın neden bu sınavı  yaptığını sorgulamamız da gereksizdir. Çünkü mahiyetini asla  kavrayamayacağımız bir şeydir. “Dedi ki: Doğrusu sen  benimle beraberliğe sabredemezsin. (İçyüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye  nasıl sabredersin?” (187Kehf/67)
Zebh  rüyasının icrası ile ilgili benzeri bir tepki Âlim kul ve Musa  kıssasıyla alakalı yorumlardan gelmektedir. “Burada bu olayları  çözemiyor, neticede onu aşan bir olay, yoksa hakikaten masum bir  çocuğun boğazlanması söz konusu olsaydı….Çünkü peygamber müdahale  etmiyor. Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî  açıdan esef verici bir durumdur. ..” gibi çok olumsuz  değerlendirmelerle Alim kul ve Musa kıssasını sembolik ilan etmeye kadar  işi ileri götürmektedirler.
Bu  aşamada geçmişte yaptığımız gibi Kur’an kıssalarının tefsir ilminden  bağımsız olarak incelenmesini sağlayacak “Kıssa” ana bilim dalı  kurulması gerekmektedir. Kurulacak bu ilim dalının –Tarih, Coğrafya,  Arkeoloji, dinler tarihi, tefsir, v.s- yan ilim ve disiplinlerle  birlikte Kur’an kıssalarını yeniden inceleyerek Kur’an perspektifinde  bütüncül sonuçlar ortaya konması sağlanmalıdır.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder