İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim
(I)
ESAT ARSLAN · 24
OCAK 2020
“74 – İbrahim, babası Âzer’e demişti ki: “sen putları
tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde
görüyorum”. 75 – Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem
varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. 76 – Üzerine gece
bastırınca, bir yıldız gördü:”Rabb’im budur” dedi. Yıldız batınca da:” Ben
batanları sevmem” dedi. 77 – Ay’ı doğarken gördü: “Rabb’im budur” dedi. O da
batınca: “Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa
düşen topluluktan olurdum” dedi. 78 – Güneş’i doğarken görünce: “Rabb’im budur,
bu hepsinden büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a)
ortak koştuğunuz şeylerden uzağım”. 79 – “Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri
yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan
değilim”.” Enam Suresi
Bir süredir hak din ile batıl din arasındaki mukayeseleri
yapıyoruz.
Kuran’da gerçek Müslüman’a örnek kişilik olarak İbrahim
gösterildiği için birkaç yazı boyunca bu tartışmayı İbrahim’in düşünce dünyası
üzerinden sürdüreceğim.
Kuran’ı genellikle Bakara Suresi’nden başlayarak okuyoruz.
Ve Bakara Suresi’nde İbrahim Allah’a tam manasıyla teslim olmuş olduğu için
İbrahim gibi Müslüman olmayı sorgulamadan sual etmeden Allah’a teslim olmakmış
zannediyoruz.
Oysa Kuran’ı iniş sırasına göre okuyunca İbrahim’in
Müslümanlığının Allah’a mutlak teslim olmaktan bambaşka bir ruh hali olduğunu
görüyoruz.
Yukarıdaki ayet bu düşünce dünyasının tezahürlerinden biri.
Yukarıdaki ayete göre İbrahim Allah’a
varmadan önce kavminin putlarıyla bir hesaplaşmaya girişmiş.
Putlarla, yani kavminin hakikati ve adaleti açıkladığı
söylenen kuramlarıyla.
İbrahim önce yıldıza tapmış. Sonra yıldızı sorgulayıp onun
gerçek tanrı olmadığını anlamış. Sonra aynı şeyi aya yapmış. Sonra da güneşe.
Ve sorgulamaları sonucunda bunların Allah olmadığını anladıktan sonra gerçek
Allah’a varmış.
Biz dini geleneğimiz itibariyle
Müslümanları sorgulamadan uzak tutuyoruz ve onların kör bir imana girmesini
istiyoruz.
Oysa eğer İbrahim gibi birer Müslüman olacaksak Allah
bizlere kavmimizin, yani bugün için yeryüzünün bütün putlarıyla ve kuramlarıyla
bir hesaplaşma içine girmemizi istiyor. Ve ima ediyor ki: “ancak bu
sorgulamadan sonra gerçek Allah’ı bulabilirsin.”
Eskiden kelam alimlerimiz taklidi
imanın bir hükmü olmadığını, kişinin sorgulayarak ve tahkik ederek Müslüman
olmasının şart olduğunu söylemişler. Fakat sonra bu düşünce unutulmuş ve
taklidi imanı yeterli görmüşler.
Oysa çağımızda bu sorgulama ruhunun
yeniden diriltilmesi gerekiyor.
Kişisel bir not olarak söyleyeyim: Batılı büyük düşünürleri
okudukça, onların hakikatlerini kavradıkça ve onların kısıtlarını gördükçe
Allah’a olan imanım çok ama çok fazla güçlendi. Bu süreçten korkmamız için
aslında bir sebep yok.
Kişi bu sürece girdiğinde bir süre sarsıntı yaşasa da
sorgulamayı bırakmadığında Allah temiz bir imanı kişinin kalbine ilka ediyor.
Örneğin Nietzsche önce ‘Tanrı öldü’ dedi. Fakat son
kitabında tüm evreni sorguladıktan sonra “işte bu noktada evreni yöneten bir
bilincin varlığını kabul etmek zorunda kalıyoruz. Muharref Hıristiyanlığın
tanrısını reddediyoruz. Fakat sorgulamamızla ulaştığımız bu tanrıyı kabul
ediyoruz.”
Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (II)
ESAT ARSLAN · 31
OCAK 2020
“83 – Şüphesiz ki İbrahim de onun kolundandı. 84 –
Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalb ile gelmişti. 85 – O babasına ve kavmine
şöyle demişti: “Siz nelere tapıyorsunuz?” 86 – “Yalancılık etmek için mi
Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?” 87 – “Siz âlemlerin Rabbini ne
zannediyorsunuz?” 88-89 – Derken yıldızlara bir baktı da: “Ben gerçekten
hastayım” dedi. 90 – O zaman arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler. 91 –
Derken bir kurnazlıkla onların ilâhlarına vardı da, “Buyursanıza, yemez
misiniz?” dedi. 92 – (Cevap vermediklerini görünce de): “Neyiniz var da
konuşmuyorsunuz?” (dedi). 93 – Nihayet bir yolunu bulup onlara kuvvetli bir
darbe indirdi. 94 – Bunun üzerine birbirlerine girerek ona yürüdüler. 95 –
İbrahim dedi ki: “A, siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” 96 –
“Halbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” 97 – Onlar: “Haydin onun
için bir yapı yapın da onu ateşe atın.” dediler. 98 – Böylece ona bir tuzak
kurmak istediler. Biz de kendilerini daha alçak düşürdük. 99 – Bir de dedi ki:
“Ben Rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir.”” Saffat Suresi
Bizler ideal Müslümanı, toplumunu sorgulamayan, toplumuyla
barış içinde yaşayan, otoriteye itaatkar bir figür olarak kavrıyoruz. Dini
tartışan Marx, Freud gibiler de dindarı böyle kabul ediyor.
Oysa yukarıdaki ayeti temel alacaksak İbrahim kendi
kavmiyle, onun gelenekleriyle, ideolojisiyle ve düşünce sistemiyle kavga içinde
bir figürdü.
Eğer Kuran bizlere bir Müslüman olarak örnek kişilik diye
İbrahim’i gösteriyorsa O bizden kavmimizle bir kavga içine girmemizi de istiyor
demektir.
İdeal Müslüman, ülkesinin düşünce sistemiyle tartışır. Çünkü
bu düşünce sistemi yanlış olabilir. Ya da bu sistem hak kaynaklara dayanıyor
olsa bile zaman içinde çürümüş olabilir. Ya da bu sistem hak bile olsa, gerçekten
yaşaması için tahkik edilmesi, yani yeniden sorgulanması gerekiyordur.
Toplum ne durumda olursa olsun
Müslüman kendi toplumunun düşünce sistemini sorgulamadan kabul etmemeli, onu
ancak ve ancak muhakeme ettikten ve tahkik ettikten sonra kabul etmelidir.
Yukarıdaki ayetlerin imasına göre ideal Müslüman budur. Hak dinle batıl dini
ayıran da budur.
Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (III)
ESAT ARSLAN · 7
ŞUBAT 2020
“Bir zamanlar İbrahim de: “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster!” demişti. Allah: “İnanmadın mı ki?” buyurdu. İbrahim:
“İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum.” dedi. Allah buyurdu ki:
“Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra
(kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır,
koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve
hikmet sahibidir.”” Bakara Suresi, 260. ayet.
Yukarıdaki ayete göre İbrahim’in
imanı körükörüne bir iman değil.
Allah da bu ayeti Kuran’a koyarken bizden İbrahim gibi
olmamızı, yani bir kez Allah’a vardıktan sonra Allah’ın dinini körükörüne kabul
etmememiz gerektiğini söylüyor.
Yani örneğin Kuran’ın Allah’ın kesin kelamı olduğunu
bildikten sonra bile Kuran’a körükörüne teslim olmamalıyız. Bu ayetin imasına
göre O’nun hakikatlerini sorgulamalı ve bu tahkikten sonra Kuran’ı nefsimize
mal etmeliyiz.
Zira İbrahim Allah’ın var
olduğunu bildiği halde kalbi ve aklı mutmain olsun diye Allah’tan yeniden
dirilişin kanıtlarını istiyor.
Buradan baktığımızda bu aşamada
İbrahim’in imanı bir çeşit Hegelci iman. Yani akılcı, aklın gereği olan bir
iman. Buradan bakınca Hegelci iman Allah katında makbul bir iman oluyor.
Yıllardır biriktirdiğim deneyimlerime göre Kuran’ın
hakikatleri körükörüne kabul edilmeyip de tahkik edildiğinde, yani Kuran’ın
derin mantığına ulaşıldığında insan Allah’ın kitabının tüm beşeri düşüncelerden
daha üstün bir felsefeye sahip olduğu görülebiliyor.
Bu düşüncenin bir uygulaması Bediüzzaman’ın kelam ilmidir.
Bu eserler yoluyla Bediüzzaman Kuran’ın doğa felsefesinin nasıl olup da beşeri
metafiziklerden daha üstün olduğunu gösterebilmiştir okuduğum kadarıyla. Bunu
tahkik etmek için onun Kuran felsefesinden mülhem yazdığı Haşir Risalesine
bakabilirsiniz. Bu eserinde Bediüzzaman Kuran’ın öğrettiği ilahi isimlerin
doğada nasıl tezahür ettiğini etüt ederek yeniden dirilişin nasıl olup da basit
bir inanç meselesi olmadığını, haşrin aklın gereği olduğunu tartışabilmiştir.
Ben de yazdıklarımla Kuran fıkhının ve şeriatının nasıl olup
da aklı doyurduğunu anlatmaya çalışıyorum. Kuran’ın ekonomide, siyasette, kadın
haklarında vs. getirdiği o kadar mantıklı bir yaklaşım vardır ki bağımsız akıl
bu düşünce sistemiyle kavga etmek değil, Kuran’ın toplumsal düşüncesini
kabullenmek ister.
Bu ayetten hareketle kısaca şöyle söyleyeyim: İslam’ın
hükümlerini Hegelci bir akli iman seviyesinde sorguladığımızda sanıyorum
sorgulamanın sonunda aklımızın fazlasıyla mutmain olacağını göreceğiz. Korkmaya
gerek bir şey yok yani.
Ama bunu görebilmemiz için geleneğimizin bizlere İslam
namına öğrettiğini, bu öğreti bazı çağlarda hak dini temsil etmiş olsa da-
bugün için paranteze almamız ve Kuran’ı taze bakışlarla çağımızla buluşturmamız
gerekiyor.
Kuran’da Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (IV)
ESAT ARSLAN · 14
ŞUBAT 2020
“Allah, İbrahim’i çok yakın bir dost edinmişti.” Nisa
Suresi 125. ayet
“74 – İbrahim’den korku iyice geçip gidince, bu müjde
de kendisine gelince, bizimle Lut kavmi hakkında tartışmaya girişti. 75 – Çünkü
İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.” Hud
Suresi
Bir süredir hak dinle batıl din arasındaki mukayeseleri
yapıyoruz. Ve bu mukayeseyi Allah’ın Müslümana örnek kişilik olarak gösterdiği
İbrahim üzerinden yapıyoruz.
Batıl bir dinde kişi tanrının kölesidir. Kişinin tanrı
katında bir değeri yoktur. Ve kişi hiçbir sebeple Tanrı’nın iradesiyle kavga
içine giremez.
Oysa yukarıdaki ayetlere baktığımızda İslam’da ideal
Allah-kul ilişkisinin bambaşka bir mahiyette olduğunu görüyoruz.
Yukarıdaki ilk ayete göre
İbrahim Allah’ın çok yakın bir dostu olmuş. Bu seride anlattığımız tüm o
düşünce süreçlerinden sonra İbrahim Allah’a yaklaştıkça yaklaşmış ve iki varlık
arasında sımsıkı bir dostluk bağı kurulmuş. Kuran’ın Müslümandan istediği de
müminin Allah’la böylesi bir yakın dostluk kurmasıdır.
Şimdi ikinci ayete bakalım.
Yakın dostlar bazen birbiriyle tartışır da… Ve bu ayete göre Allah ile İbrahim
arasındaki dostluk o kadar yakın ki İbrahim bir kararı hususunda Allah’la
tartışmakta bir beis görmüyor.
Bu makam sufilerin ‘naz’ makamı
dediği makam. Ya da Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlakı’nda dediği gibi kişinin
kemal mertebesinden önceki bir adımı olan Allah’a isyan makamı. Yani Allah’a
sürekli niyaz etmeliyiz. Ama bir süre sonra Allah’la öyle bir ilişki kuruluyor
ki kişi Allah’la tartışmaya da başlayabiliyor.
Eğer bu ayetleri ciddiye
aldığımızda, Allah’ın, kişinin kendini Allah’a bu kadar yakın görmesini hoş
gördüğünü söyleyebiliriz. Allah İbrahim’e “sen kimsin ki benimle tartışmaya
cüret edersin” demiyor ve bu tartışmayı Kuran’a taşıyor. Böylelikle bu olayı
Müslümanlık idealinin bir merhalesi olarak önümüze çıkarıyor.
Sanıyorum hala modern zaman
seslenen Batılı düşünürler, Kuran’daki bu İbrahim portresinin ideal Müslümana
örnek olarak gösterildiğini bilselerdi, din konusundaki düşünceleri daha farklı
olurdu. Onların söyledikleri muharref dini yorumları için bir
aydınlatma sağlasa da Kuran’da öğretilen ideal din için söylediklerinin pek bir
geçerliliği yok.
Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman
Örneği Olarak İbrahim (V)
ESAT ARSLAN · 21
ŞUBAT 2020
“Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim’i Rabbi,
birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, “Ben
seni bütün insanlara önder (imam) yapacağım.” Bakara Suresi, 124.
ayet.
“Şüphesiz İbrahim Allah’a itaat eden, hanif bir
ümmetti. Ve hiçbir zaman müşriklerden olmadı.” Nahl Suresi, 120. ayet.
Bize geleneksel olarak öğretilen İslam’da kişiden beklenen,
sıradanlığının bilincinde olmasıdır, kişinin kendini küçük ve değersiz
görmesidir.
Pek çok muharref din yorumunda da böyle olduğu için
Bakunin Tanrı ve Devlet kitabında insana hak ettiği değeri verebilmek
için Tanrı’nın reddedilmesi gerektiğini söyler.
Oysa Kuran’a baktığımızda ideal Müslüman tam da öyle
sıradanlığı ve küçüklüğü kabul etmesi istenen bir figür değildir, tam tersidir.
Yukarıdaki ilk ayete de her Müslüman bireye ayrı ayrı örnek
gösterilen İbrahim’in bir önder oluşu vurgulanıyor.
Yani Allah bu ayet yoluyla bize “İbrahim gibi ol. Ve kendini
bir önder olarak yetiştir.” Diyor.
İkinci ayetse İbrahim’in tek başına bir ümmet oluşunu öne
çıkarıyor.
Yani Allah, İbrahim örnekliğiyle Müslümanlara, kendini tek
başına bir ümmet, bir millet ve bir toplum olacak seviyede güçlü, çok boyutlu
ve bütünlüklü bir insan olarak yetiştirmelerini salık veriyor.
Bu mertebe, Hazret-i Ali’nin “Sen kendini küçük bir cirm
sanıyorsun. Oysa tüm alemler sende saklıdır. Kendi değerini bil” dediği
makamdır.
O halde çağımızda ideal Müslüman bireyleri, önder kişilikler
olarak ve tek başına bir toplummuş gibi güçlü varlıklar olarak düşünmemiz ve
çocuklarımıza böyle hayaller aşılamamız gerekiyor. Elbette ki mezmum bir vasıf
olan kibirden arındırılarak…
Özetle son derece güçlü kişilik sahibi bireyler olmalıyız,
İbrahim gibi toplumunun güçlülerine meydan okuyacak bir cesarete sahip
olmalıyız. İbrahim gibi çağımızın tüm bilgi birikimini kucaklamalıyız, ama
zayıfları hor görmemeli, Kuran’ın emri üzere zayıfların hakları için mücadele
eden ideal ve mefkure insanları olmalıyız.
Kuran’dan Notlar – İdeal Müslüman Örneği Olarak İbrahim (VI)
ESAT ARSLAN · 28
ŞUBAT 2020
“Rabbi ona, “İslâm ol!” emrini verince, o “Ben
âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.” Bakara Suresi, 131. ayet
“100 – “Ey Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan
et!” 101 – Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. 102 – Oğlu,
yanında koşacak çağa gelince: “Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı
görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?” dedi. Çocuk da: “Babacığım sana ne
emrediliyorsa yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. 103 – Ne
zaman ki ikisi de bu şekilde Allah’a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı
üzerine yatırdı. 104 – Biz de ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim! ” 105 – “Rüyana
gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle
mükafatlandırırız.” 106 – “Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı.” (dedik) 107 –
Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. 108 – Kendisine sonradan gelenler
içinde iyi bir nâm bıraktık. 109 – Selam olsun İbrahim’e… 110 – İşte biz iyilik
yapanları böyle mükafatlandırırız. 111 – Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.
112 – Ona bir de salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik. 113
– Hem ona hem İshak’a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de hem iyilik
yapanlar var, hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.” Saffat
Suresi
Hak din ve batıl din arasındaki mukayeselerimizi beş yazıdır
İbrahim örneği üzerinden yapıyorduk. Bu yazı İbrahim’in kişiliğinin son yazısı
olacak. Ve bu yazıyla beraber İbrahim’in düşünsel macerasını da tamamlamış
olacağız.
Yukarıdaki iki ayet bizlere geleneğimiz tarafından
İbrahim’in örnekliğinin özü olarak okutulur. Yani İbrahim gibi olmak
Allah’a sorgulamadan sual etmeden mutlak manada teslim olmak olarak öğretilir.
Oysa İbrahim’in eriştiği mutlak teslimiyet hali onun Müslümanlığının özü
değil, onun hikayesinin son merhalesidir. Yani sufilerin deyimiyle ‘rıza
makamı’na varmıştır artık İbrahim.
Daha önceki yazılarda İbrahim’in Allah’a doğru yolculuğunda
hangi merhalelerden geçtiğini anlattık. İbrahim her şeyi sorguladıktan sonra
Allah’a vardı. Kavmiyle bu uğurda kavga etti. Allah’a vardıktan sonra O’nun
dinini sorguladı. Ve sonra Allah’la tartıştı. Allah’la çok yakın dost oldu, vs.
İşte tüm bu süreçlerden sonradır ki İbrahim Allah’tan her
şeyiyle razı oldu. Yani ona çok yakın bir dost olarak ancak bundan sonra
kendini Allah’a tam manasıyla teslim etti.
Ve Allah’tan o kadar razı oldu ki Allah ona “oğlunu benim
için kurban et” dediğinde hiç ama hiç sorgulama gereği duymadan bu emri yerine
getirdi.
İşte bu makam İbrahim’in Hegelci imanı
bir kez tattıktan ve o makamı aştıktan sonra erdiği Kierkegaardcı iman
merhalesidir. Yoksa körü körüne bir iman değildir.
Yani İbrahim Hegelci akli imanın gereğini
yerine getirmiş, o merhaleyi aşmış ve artık imanda daha üst bir mertebeye, tam
bir teslimiyet mertebesine erişmiştir. Körü körüne bir itaat değil, tüm
sorgulamalarının sonunda Allah’ın onu kendisinden daha çok sevdiğini ve ona
kendisinin verdiği değerden çok daha fazla değer verdiğini gören bir insanın
Allah’ın iradesiyle tam bir barış içinde olma durumudur bu.
İşte eğer biz de çağımızda gerçek Müslümanlığı yeniden
hayata dahil edeceksek İbrahim’in hikayesindeki son aşamayı İbrahim’in özü
olarak görmemeliyiz. İbrahim’in yaşam hikayesindeki merhaleleri bir bir
yaşayarak, tadarak ancak ondan sonra bu rıza makamına ulaşmamız gerekiyor.
Bu körü körüne itaatten çok farklı bir iman ve İslam
şuurudur.