21 Mayıs 2017 Pazar

TEBYİNÜL KUR’AN” DAN TAHRİFÜL KUR’AN ÖRNEKLERİ 9 (İBRAHİMİN MİSAFİRLERİ) \ İsmail Hakkı BAŞDAĞ

“TEBYİNÜL KUR’AN” DAN TAHRİFÜL KUR’AN ÖRNEKLERİ 9 (İBRAHİMİN MİSAFİRLERİ) \ İsmail Hakkı BAŞDAĞ

Yayınlandı: 25 Ekim 2015 / İktibaslarİsmail Hakkı Başdağ
0

Rate This

“Tebyinül Kur’an’dan Tahrifül Kur’an örnekleri” adlı yazı serimize adı geçen eserdeki Hud ve Zariyat surelerinde geçen “İbrahim’in misafirleri” kıssası ile ilgili yapılan yorumları yine adı geçen eserden yaptığımız alıntılarla tahrif olduğunu iddia etiğimiz düşünceleri sayın yazarın eserindeki Kur’an bütünlüğünü hesaba katmadan yaptığı çelişkiler ile ortaya koymak istiyoruz. Önce Hud Suresi 69. ayetinden itibaren başlayan “İbrahim’in misafirleri” kıssası ile ilgili verilen mealleri ve yorumları sayın yazarın internette yayınlanan eserinden yaptığımız alıntılar ile görelim.
—–69- Ve andolsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz müjde ile geldiler; “Selâm!” dediler. O; “Selâm!” dedi, sonra da saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmekte gecikmedi.
Sayın yazar 69. ayet ile ilgili yorumunda, önce “elçilerimiz” (rusuluna) kelimesi hakkındaki düşüncelerini açıklayarak şunları söylemektedir.
“Elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen klâsik kaynaklarda bu elçilerin “melek” olduğu dayatılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise; bu elçiler İbrahim peygamberin o güne kadar tanımadığı, varlıklarından haberdar olmadığı, o yöredeki beşer elçilerdir [peygamberlerdir]. Sayılarının “bir” den fazla olması bu konuda tereddüde mahal vermemelidir; çünkü Yasin Süresinde de bir kente art arda üç elçi gönderildiği bildirilmiştir
Daha önceki yazılarımızda ele aldığımız üzere “melek” kavramı hakkında Kur’an’ı bir düşünce sahibi olmayan sayın yazar “klasik kaynaklardaki dayatma” olarak düşündüğü bu kavrama kendi ön kabulleri doğrultusunda ayrı bir anlam yükleyerek İbrahim (as) a gelen elçilerin “beşer” olduğu dayatmasını yapmaktadır. Bu dayatmayı Yasin Suresinden konu ile alakası olmayan verdiği bir örnekle destekleme yoluna gitmektedir. Sayın yazarın Hacc Suresi 75. ayetine kendi sitesinde verdiği meal çelişkisini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Bu ayete “75-76. Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah’a döndürülür.” şeklinde bir meal veren sayın yazar Hacc Suresi 75. ayetine verdiği meal ile Hud Suresi 69. ayetine verdiği anlam arasındaki çelişkiyi fark ederek tutarlı olmak!! açısından kitap haline getirilmiş mealinin 2011 baskısında o ayeti de tahrif etmek gerektiğini fark ederek Hacc Suresi 75. ayetine, “Allah haberci ayetlerden de elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer” şeklinde bir meal vererek aradaki tutarsızlığı gidermiştir!!.
69. ayetteki “biiclin hanizin” kızartılmış buzağı kelimesi ile ilgili olarak da şu yorumu yapmaktadır
“İbrahim peygamberin misafirlerine sunduğu buzağı, bu Ayette hanîz sözcüğüyle, Zariyat Süresinin 26. ayetindeki semîn sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi –sırasıyla– “kızartılmış” ve “semiz” olarak aktarmışlardır. Ne var ki, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen “kızartılmış” ifadesi ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan “semiz” ifadesi arasındaki çelişkiyi hiç dikkate almayarak bariz bir hata içine düşmüşlerdir. Çünkü misafire tavuk hatta kuzu kızartılıp ikram edilmesi makul olmakla beraber bir buzağının kızartılıp bütünüyle ikram edilmesi akıllardan uzak bir durumdur. Ayrıca gelenekçilerin nitelemelerine göre, konumuz olan Ayetteki buzağı “kızartılmış” yani ölü bir buzağıdır. Zariyat Süresinin 26. ayetinde ise aynı buzağı “semiz” yani canlı bir buzağıdır. Bu durumda iki Ayet arasında bir çelişki söz konusu olmaktadır ki, bu asla mümkün değildir.
Bize göre, bu olaydaki “buzağı” ile kastedilen anlamın teviline o buzağının sıfatları olarak bildirilen “hanîz” ve “semîn” sözcüklerinin gerçek anlamlarından yola çıkarak ulaşmak gerekmektedir. “
Sayın yazar burada kendi ön kabulleri ve vahye tabi olmayan aklını devreye sokarak buzağının kocaman olduğunu dolayısı ile tavuk veya kuzu kızartmasının daha makul!! olduğunu iddia etmektedir. Hâlbuki “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” atasözü gereği İbrahim (as) da misafirlerine evinde olan bir yiyeceği ikram etmeye kalkmıştır. Ayrıca Zariyat Suresi 26. ayetindeki “biiclin seminin” semiz buzağı tabiri ile Hud Suresi 69. ayetindeki “biiclin hanizin” kızartılmış buzağı tabirini çelişki olarak görüp kızartılan bir buzağının ölü, semiz bir buzağının diri olması gerektiğini iddia ederek arada bir çelişki olduğunu iddia etmektedir. Sayın yazar, buzağının kocaman bir hayvan olduğunu ve onun kızartmanın zor olduğunu düşünüp, İbrahim (as) ın misafirleri için “semiz bir buzağıyı” kızartmış olabileceğini düşünmemesi dikkat çekicidir. Madem aklı öne çıkarıyorsun burada da şöyle bir mantık yürütüp de, İbrahim (as) ın” kızartılmış semiz bir buzağıyı” gelebilecek olan misafirleri için her zaman hazır tuttuğu ve gelen Resullere de bu hazır olan “kızartılmış semiz buzağıyı” onlara ikram ettiğini neden hesap etmiyorsun diye biri çıkıp sormaz mı acaba?
“Haniz” kelimesine “lisanul Arap” ta verilen “arıtılmış, içindeki fazlalıklar atılmış” anlamından hareketle bir hayvanı kızartmak için içinin temizlenmesi gerektiği, dolayısı ile İbrahim (as) ın gelen misafirlerine” içi temizlenmiş taze bir buzağı kızartması” sunmuş olacağı anlamını kendi ön kabulleri açısından yanlış olduğunu düşünen yazar” semin” kelimesi içinde” güç veren anlamını kullanmıştır. Ancak Yusuf Suresinde 43. ve 46. ayetlerinde “simanin” olarak geçen bu kelimeye yine kendi yaptığı mealde “semiz” anlamı vermiştir.
Yazar 69. ayet ile gerekli tahrifatları yaptıktan sonra bomba haberi patlatarak şunları yazar.
“Buzağının sıfatları olarak verilen her iki sözcüğün yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının “saf hâlde bulunan” ve “güç veren” bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, biz bu buzağının Araf Süresindeki “aldatıcı sesi olan ceset buzağı” gibi “altın” olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu tevilimize göre, İbrahim peygamber müjdeci elçilere müjdelik olarak “altın” vermiştir.”
“Haniz” kelimesini “saf halde bulunan”, “semin” kelimesini de “güç veren” olarak tahrif eden yazarımız, bomba haberinde, İbrahim (as) ın gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında “altın buzağı hediye ettiği iftirasını pişkinlikle yazmaktadır. Artık burada tahrifi bile şirazesinden çıkarmıştır. Yazarın iddia ettiği gibi İbrahim (as) gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında altın vermesini bir an için kabul ettiğimiz düşünecek olursak hediye edilen altın buzağı müjde verilmeden öncedir. Hangi gelenekte müjde verilmeden önce hediye verildiğini sayın yazar burada belirtmemiştir. Sayın yazar konuya şu şekilde devam etmektedir.
“Ayetten anlaşıldığına göre, İbrahim peygamberin ikram olarak takdim ettiğine [‘altın’a], misafirleri [elçiler] el sürmemişler, daha doğrusu sürememişlerdir. Çünkü onlar elçidir ve daha evvel birçok Ayette bildirildiği gibi, görevleri gereği yaptıklarına karşılık herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir.
Verilen hediyeyi almamaları üzerine İbrahim peygamberin korkuya kapılmasından, verilen hediyenin veya yapılan ikramın reddedilmesinin o günün geleneğinde husumet ve düşmanlık belirtisi sayıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim peygamber gaybı bilmediği, kendileri açıklayıncaya kadar misafirlerin elçi olduğunu anlamadığı için geleneğe göre düşmanca sayılan bu davranıştan dolayı korkuya kapılmıştır.
Bu durumdan çıkan bir diğer sonuç da Allah bildirmediği sürece peygamberlerin gaybı bilmesinin mümkün olmadığıdır.”
“İbrahim’in misafirleri” kıssası Kur’an’da 3 yerde geçmektedir. Hud Suresindeki kısmında, yazarın iddia ettiği verilen müjde karşılığında altın buzağının!! hediye edilmesi İbrahim (as) a çocuk müjdesi verilmeden önce, Hicr Suresindeki kısmında altın buzağı!! hediye edilmeden müjde verilmektedir, Zariyat Suresindeki kısmında ise altın buzağı!! hediye edilmesi verilen müjdeden öncedir. Kıssanın Hicr ve Zariyat Surelerinde geçen bölümlerinden görüldüğü üzere İbrahim (as) gelenekleri ters yüz ederek müjde verilmeden önce gelen müjdecilerin hediyesini takdim etmeye kalkmıştır!!. Hâlbuki Kur’an dışı ön kabuller ile kıssaya bakmak yerine Kur’an’ı bir gözle bakmayı deneseydi böyle saçma ve iftira dolu bir çıkarımda bulunup kendini tirajı-komik bir duruma düşürmeyebilirdi.
Kıssaya baktığımız zaman, gelen misafirlerin insan şeklinde gelmeleri hasebiyle onların tanımayan İbrahim (as) onlara diğer misafirlerine ikram ettiği gibi ikramda bulunmuştur. Zariyat Suresi 27. ayetinde gördüğümüz üzere onlar “ele te’kulun” diye yemelerini teklif etmiştir. İkram edilen “kızartılmış semiz buzağı” eğer sayın yazarın iddia ettiği gibi “altın buzağı” olsaydı misafirler bunu nasıl yiyeceklerdi? Ya da eğer bu yenmesi gereken bir şey olmasaydı İbrahim (as) neden “yemez misiniz” diye sormuştur? Yazar Zariyat Suresi 27. ayetindeki “ele te’kulun” yemez misiniz? Kelimesini de “nasiplenmez misiniz” şeklinde çevirerek bunu da halletme! yoluna gitmiştir.
71. ayetteki karısının ayakta olması ile ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır yazarımız.
“Ayette İbrahim peygamberin karısının gâime olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade mealciler tarafından genellikle “ayakta dikiliyordu” şeklinde çevrilmiştir. Hâlbuki kıssadaki anlatıma göre olayların gelişiminde İbrahim peygamberin karısının ayakta durmasının veya oturmasının yahut da yatmasının hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla buradaki gâime ifadesinin başka bir anlamı olmalıdır.
Bize göre, buradaki gâimelik “ayaklanmışlığı, başkaldırmışlığı” ifade etmektedir. Buna göre, İbrahim peygamberin karısının gâime oluşu, onun kocası ile arasının açık olduğunu ifade etmektedir. Bu durum, İbrahim peygamber ile karısının ayrılma, boşanma safhasında olduklarını göstermektedir. Nitekim gıyâm sözcüğü “siyasî başkaldırma” anlamında olup sözcüğün Kur’an’da bu anlamda kullanıldığı birçok Ayet vardır:
Ayetteki “gaimetün” kelimesinden İbrahim (as) ın karısının ona başkaldırdığı ve boşanma safhasında oldukları çıkarımını yapan sayın yazar gelen Resullerin İbrahim (as) ın eşine hitaben ”Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir ey ev halkı” demesi ile İbrahim (as) ın karısının ona başkaldırmış biri olduğunu ve boşanma safhasında nasıl bağdaştırdığını anlamak zordur desek bizim için pek zor değildir. Sayın yazarın bu ve bundan önceki yazılarımızda örneklerini verdiğimiz tahriflerinden çıkardığı sonuçlar bu çıkarmış olduğu sonuçlar ile aynı sayılır.
Bu tahrifini 72. ayet içine koyduğu parantez ile pekiştirmeye çalışan yazar bu ayete verdiği mealde açtığı parantez içi yorum dikkate şayandır. (O [İbrahim’in karısı] dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir “acuz” um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!) Ön kabulleri doğrultusunda yaptığı parantez içi tahrif ile İbrahim (as) ı bile incitmekten çekinmeyen yazar başkalarını mesnetsiz nakiller ile suçlayıp kendisinin mesnetli!!! nakillerini bu şekilde yapmaktan imtina etmemektedir.
Sayın yazarın eserinin birçok yerinde olduğu gibi burada da kelimelerle nasıl oynadığının örneğini “acuzun” kelimesi üzerine yazdıklarından örnekler vermek istiyoruz.
ACÛZ SÖZCÜĞÜ:
Bu sözcük “yaşlı” demek olduğu gibi, “geniş kalçalı” veya “kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım” anlamlarına da gelmektedir. [52–20]
Yukarıdaki anlamlardan ele aldığımız konuya en uygun düşeni sonuncusudur. Çünkü İbrahim peygamberin karısının 72. ayette bildirilen Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir ‘acûz’um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey şeklindeki sözleri, onun genç, doğurmaya elverişli bir kadın olduğunu göstermekte, buna karşılık İbrahim peygamberi ise yaşlı (Zariyat Süresinin 26. ayetine göre agîm, kısır) biri olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla İbrahim peygamberin karısı, verilen müjdeye kocasının yaşlılığı ve kısırlığı dolayısıyla gülmüştür. Onun bu anlayışı, içinde bulunduğu durum sebebiyle kendini nitelediği ‘acûz’ sözcüğünü “zavallı, çileli, dengini bulmamış” anlamında kullanmış olmasını gerektirmektedir. Nitekim müjdeye şaşıran İbrahim peygamber de –Hicr Suresi’nde– şaşkınlığına gerekçe olarak yaşlılığını göstermiş, karısı ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır:
Kelimeler üzerinde nasıl oynadığını görmek için A-CE-ZE kelimesinin lügat anlamını ele almak istiyoruz. Bu kelime “elmüfredat” ta şu şekilde açıklanmaktadır. “insanını arka geri kısmı tarafı(yani kaba eti). Başak şeylerin arka geri kısmı da buna benzetilmiştir (kamer S. 20 örneğinde). “aczun” sözcüğü temelde” bir şeyden geride arkada olmak ya da kalmak ve onun bir işin, meselenin “aczunda” yani arkasında meydana gelmesi demektir. Yaygın kullanımda “bir nesneyi yapmada eksik gelmenin, ona güç yetirememenin anlamı” haline gelmiştir. “kudret” sözcüğünün zıddıdır. “EL ACUZ” (kocakarı) pek çok işi yapmaktan ACİZ kaldığı için böyle adlandırılmıştır.
Yazarın bu kelimeye verdiği “geniş kalçalı” veya “kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım” “anlamları “aceze” kelimesinin esas anlamları ile bir alakası yoktur. Verdiği anlama göre İbrahim (as) ın karısı genç ve doğurgan ve kara bahtlı zavallı bir kadındır!!, Şuara S. 171. ayetinde ve Saffat S. 135. ayetinde Lut (as) ın hanımı içinde “acuzen” şeklinde kullanılan bu kelimeye de “zavallı ve bahtsız” kadın olarak meal veren yazar o kadının ve İbrahim (as) karısının acaba Resul karıları oldukları için mi zavallı ve bahtsız şeklinde bir meal vermiştir. Lut (as) ın karısının ona iman etmediği ve geri kalıp helak olanlardan olduğu malumdur. Sayın yazara göre İbrahim (as) ın karısının “acuzluğu” Lut (as) ın karısı gibi bir müşrik olması mıdır? Yoksa haşa İbrahim (as) gibi bir kocaya düşerek dengini bulmamış, zavallı, bahtsız kadın olması mıdır? Bu tarafı izaha muhtaçtır.
Parantez içi tahrif yapmadan” Vay, dedi, doğuracak mıyım? Ben bir acuz, kocam da bu bir pir iken, her halde bu çok acîb bir “şey” olan Hud S. 72. ayetinin mealine bakarsak İbrahim (as) ın karısının ah vah etme sebebi kocasının ve kendisinin çocuk sahibi olmayacak kadar yaşlı olmalarıdır. Ancak sayın yazar tahrifte şiraze tanımayıp gelen Resuller konusunda onları “beşer” yapmakla yetinmeyip İbrahim (as) ın karısı üzerinde kelime üzerinden spekülasyonlar yapıp adeta “tahrifte sınır yoktur” sloganı ile yola çıkmasının hakkını vermeye çalışmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (CC) BİLİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder