23 Ağustos 2012 Perşembe

Cengiz Dumandan İbrahim ve Kurban olayı üzerine 3 yazı

1-Hz. İbrahim’in rüyası ve rüyaların uygulanması
2-Hz. İbrahimin zebh/kurban rüyası vahiy midir?
3-Âlim kul’un çocuk katli fiili ve Hz. İbrahim’in oğlunu zebih teşebbüsüne tepkisel yaklaşımlar üzerine düşünceler

Hz. İbrahim’in rüyası ve rüyaların uygulanması


       Zebih kıssası olan Saffat suresinde, Zebh fiilinin başlangıcı, Hz. İbrahim’in rüyası olarak belirtilmektedir. “…Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” Saffat37/102

       İbrahim’in@ rüyasının sahihliği, kıssanın ileriki ayetlerinde şu şekilde açıklanır. “Biz ona: “Ey İbrahim!” diye seslendik. Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.” Saffat37/104-105
       Dolayısıyla Hz. İbrahim’in Zebih/kurban ile ilgili rüyasını mota mot gerçekleştirmesi gerekmektedir ki bu fiili gerçekleştirmek için önce oğlunun görüşünü almış; -bu Zebihin itaatinin de muhataplara aşikare edilmesi içindir- sonra yerine getirmeye başlamıştır.
       O halde rüyaları peygamberlerin rüyaları ve diğer insanların rüyaları olarak kabaca ikiye ayrılabiliriz. Çünkü Kur’an’a göre peygamberlerin rüyalarında kesinlik vardır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’deki değişik resullere ait şu ayetlere bakalım:
“Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak…” Feth48/27
“Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar!…” Yusuf12/5
“Sana gösterdiğimiz rü’yâyı ve Kur’ân’da la’netlenmiş ağacı, insanları sınama yaptık.” Isra17/60
       İnsanların rüyaları ise uygulanması için delil ve sahih olamaz, meğerki Yusuf peygamber gibi onun te’vilini yapabilecek biri yorumlamış olsun ve ondan daha öncesinde de Allah’ın bu rüyayı gerçek olmasını dilemiş olsun. Her iki şart bir araya geldiğinde rüyalar kesinleşir ve gerçeğe dönüşür. Pek tabii ki uygulanması gerekir tıpkı Yusuf kıssasındaki gibi…
       Dikkat edildiğinde Yusuf kıssasındaki insanların gördüğü rüyalar –Mısır yöneticisinin- “adgâsu ahlâm” yani karışık rüyalardır. “Kâlû adgâsu ahlâm(ahlâmin), ve mâ nahnu bi te’vîlil ahlâmi bi âlimîn” “(Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.” Yusuf12/44
       Yine dikkat edildiğinde Firavun’un ve mahpusların rüyaları Yusuf peygamberin te’vilinden sonra gerçeğe dönüşmektedir. “Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.” Yusuf12/41   
       Yusuf peygambere bu Te’vil özelliğini veren de Cenabı-Hakk’tır. “(Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir.” Yusuf12/37 
       Bu şartların günümüz için mümkün olmadığına göre rüyalar ile amel etmek onları uygulamak sahih bir hareket tarzı değildir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Hz. İbrahim’in zebh/kurban rüyası vahiy midir?
Hz. İbrahim oğlunu zebhetmeyi rüyasında görmüştür. Kur’an’da zebh/kurban rüyası ve icrası ile ilgili ayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke” “…ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum….” Bu ayeti kerimeye göre kesin olan ve te’vil ve tefsir getirilmeyecek ana konu zebh/kurban emri rüyada verilmiştir. Bu kıssadaki problem ise Hz. İbrahim’in rüyayı görüp görmediği değil, rüyasının icra edilip edilmeyeceği üzerine oturmaktadır.
Rüyada görülen bir olayın ya da emrin yerine getirilip getirilmeyeceği yine bu ayetin devamında Zebih’in ağzından belirtilmektedir:“if'al ma tü'meru” “…Emrolunduğun şeyi yap….”  Zebih’in bu sözü, boğazlanmasının rüya vasıtasıyla emredildiğini göstermektedir. Zebih babasının rüyada gördüğü bir olaya istinaden nasıl böyle bir fiile kalkıştığını asla sorgulamamaktadır. Tıpkı babası İbrahim’in rüyasını sorgulamayıp yerine getirmek teşebbüsünde bulunması gibi..
Hz. İbrahim’in rüyasındaki zebhetme emrini oğluyla istişare etmesini alimler şöyle değerlendirmişlerdir: “Eğer, “Bu, Allah’ın kesin emridir. Böyle bir hususta oğluyla niçin istişare etti?” diyen olursa, şöyle cevap verilir: İbrahim (a.s.), oğlunun görüşüne başvurmak için onunla istişare etmedi.  Bu oğlunun, kendi bildiğini bilmesi, böylece kalbini sağlamlaştırması ve kendini sabretmeye hazırlaması içindi. Oğlu da ona en güzel cevabı verdi: … bu cevabı, kendisinde olgunluk, sabır, emre boyun eğme ve Allah’ın hükmüne razı olma vasfı verilen kimsenin cevabıdır.”(Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri).
Tabi bu aşamada şu, nazarı dikkate değer bir ayrıntı olmalıdır. Cenab-ı Hak rüyadaki emri yerine getirmeye çalışan ve bu emre teslimiyet gösterenlerin Allah’a olan tereddütsüz itaatine dikkat çekmektedir. Bu olayın bir benzeri asla yaşanmamış/yaşanmayacaktır ancak kıyamete kadar Allah’ın türlü emir ve yasaklarına sorgusuz sualsiz teslim olanlar, İbrahim@ ve oğlu@ gibi aynı tavrı göstermiş olacaklardır. Kıssanın vermek istediği mesajlardan bir tanesi de budur.
  Bunun yanı sıra İbrahim Peygamber’in rüyasını gerçekleştirmek istemesi ve oğlunun bu emrin icrasına itaati “Fe lemmâ eslem┓İkisi de teslim olunca”bunun bir vahiy/emir olarak algılandığının göstergesidir. Eğer peygamber rüyalarında, özellikle İbrahim’in@ rüyasının gerçekliği ve icrasında kabullenilemeyecek bir durum olsa idi bunu hem İbrahim hem de zebih’in ağzından duymamız mümkün olurdu. Tıpkı Hz. Nuh’un gözleri önünde azgın sularda boğulurken Cenab-ı Hakk’tan oğlu için yardım istemesi; Musa’nın Firavun’a tebliğle görevlendirilmesinde yanına Harun’u@ vezir olarak istemesi gibi…
Zebh teşebbüsünün neticelenmesini önleyen Cenab-ı Hakk’ın açıklaması ise bu durumu kesinleştirmektedir: “Kad saddakter ru’yâ” "Rüyayı gerçekleştirdin.” “İnne hâzâ le huvel belâul mubîn”  “Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.” Cenab-ı Hakk rüyayı doğrulamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesini, zebh/kurban teşebbüsünü “imtihan” olarak vasıflandırmaktadır. Bu imtihanın olumlu ve ayrıca neticesini de mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. “innâ kezâlike neczîl muhsinîn”“Biz böylece muhakkak muhsinleri mükâfatlandırırız.”
Müfessirlerin bazıları İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini yumuşatmaya çalıştıkları görülmektedir. Sanki İbrahim’in rüyasının mahiyeti hakkında “yakîn” bilgileri varmış gibi yorumlarda bulunmaktadırlar.“Yani, "Biz sana rüyanda oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmek üzere iken göstermiştik. Ve sen onu kesmek için hazırlandığında, rüyan doğrulandı. Zaten asıl maksat da buydu. Sonuçta sen sadakatini ispatlamak suretiyle, imtihanı başarıyla geçtin." Gibi.. (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 106. ayet tefsiri)
Bunun sebebi, neden Cenab-ı Hakk’ın, İbrahim peygambere oğlunu kurban etmesini emrettiğinin anlaşılamamasıdır. Bu yüzden Hz. İbrahim’in çocuğu olmamasına istinaden, Allah’a dualarına mukabil bahşedilen çocuğun sevgisinin Allah sevgisinin önüne geçtiği gibi Hz. İbrahim’in kişiliği ve misyonuna aykırı türlü hikâyeler uydurulmuştur. Aşağıda buna dair bir rivayet vereceğiz.
Bütün bunların altında yatan tek etmen, Allah’ın bir insana, insan kurban etme emrinin sebebinin izah edilmeye çalışılmasının yattığı görülmektedir. Bu çabalar, tıpkı Hz. İbrahim’in oğlunu kurban emrine ve bunu rüyada olan bir vesile ile yerine getirme teşebbüsündeki tam ve tereddütsüz teslimiyetinin zıddı bir davranış olarak algılanabilir.
 Hz. İbrahim Allah’a karşı neden insan kurban istediğini hele de kendi oğlunu istediğini sorgulamazken; onun rüyası ve icrasını kıssa olarak duyanların itirazları veya bu olayı yumuşatacak şekilde yorumlamaya çalışmaları ilginç bir durumdur ve asıl bu olgunun sorgulanması gerekmektedir.
            Bu yüzden Kur’an’ı Kerim’de Saffat suresinde yer alan Zebih kıssasındaki açık anlatıma rağmen, İbrahim peygamberin oğlunu zebhetmek istemesi ile ilgili rüyasının maksadının anlaşılamaması nedeniyle rüyadaki durumun vahiy/emir olup olmadığı hususunda müfessirler arasında ihtilaf bulunmaktadır.
 Buna göre müfessirler üç kategoride değerlendirilebilir. Birinci kategori İbrahim’in rüyasının vahiy olduğunu kabul edenler. İkinci kategori bu rüyanın direkt vahiy olmayıp mükerrer aynı rüya ile ilk rüyanın tasdiki sonucu vahiy ve emir olduğunu kabul edenler. Üçüncü kategoriyi ise Hz. İbrahim’in rüyasının vahiy ve emir olmadığını ileri sürenler olarak sıralamak mümkündür.
Öncelikle Hz. İbrahim’in oğlunu zebh/kurban etme rüyasının vahiy olduğu kanaatinde olanların yorumlarına bakalım: “İbn Abbas, "peygamberle­rin rüyası vahydir" dedi ve bu âyeti okudu. Muhammed b. Ka'b şöyle der: peygamberlere, uyanık iken de, uyurken de Allah tarafından vahy gelirdi. Çünkü peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.”(Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
            Bir başka yorumda ise; “Bu ifadeler, Hz. İsmail'in, babasının rüyasında gördüklerini sadece bir rüya olarak değil, Allah'ın vahyi ve bir emri olarak telakki ettiğini gösteriyor. Hz. İsmail'in bu düşüncesi doğru olmasaydı eğer, pekâlâ Hz. İbrahim (a.s) bunun Allah'ın emri derecesinde bir rüya olmadığını söyleyebilir ve ayrıca Allah Teâlâ da vahiy göndererek durumu açıklığa kavuşturabilirdi. Fakat burada böyle bir işaret yoktur. İşte bu nedenden ötürü İslâm'da peygamberlerin rüyalarının bir çeşit vahiy olduğuna inanılır. Aksi varid olsaydı, Allah, Hz. İbrahim'i (a.s) ikaz eder, yanlış anlamayı düzeltir ve Kur'an'da böylesine yanlış bir anlayışın oluşmasına izin vermezdi.” (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
            Bir diğer yorumda; “Güzel rü’ya da bu tür vahiydendir. Peygamber (s.a.v) ilk zamanlarında böyle güzel rü’ya şeklinde vahiy alırdı. Gördüğü her rüya, sabah aydınlığı gibi net çıkardı. Hz. İbrahim’in rü’yada çocuğunu kestiğini görmesi de böyle bir vahiy idi.” Denmektedir. (Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Şûrâ suresi 51. ayetin tefsiri)
            Hz. İbrahim‘in rüyasının vahiy/emir olup olmadığı hususunda ikinci gurubun görüşüne göre Hz. İbrahim’in gördüğü rüya, vahiy/emirdir. Ancak Hz. İbrahim bunu tereddütle aynı rüyayı mükerrer görerek test edip endirekt olarak yerine getirir. Yani Zebh emrine dair rüyayı üç gün arka arkaya görmesi üzerine bunun bir vahiy/emir olduğuna karar vererek, vahiy/emrin icrasına girişir. 
Müfessirlerin tefsirlerinde, mesnedi olmayan bir rivayetle doğrulattırdıkları! Ve bundan sonra zebh rüyasının vahiy/emir olduğunu aktarmalarının; Hz. İbrahim’in Saffat suresinde yer alan zebh ayetlerinde anlatılan rüyasını tereddütsüz yerine getirme anlatımına gölge düşürdüğü kanaatindeyiz. Şimdi bu yorumları aktaralım: " Peygamber­lerin rüyası haktır ve fiilleri Allah Tealâ'nın emriyledir. Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.), Terviye: (Zilhicce ayının 8. günü) gecesi rüyasında birisinin kendisine, "Allah sana oğlunu kurban etmeni emir buyuruyor." dediğini görmüştür. Sabah olduğu zaman bu rüyanın Allah'tan mı, yoksa şeytandan mı olduğu konusunda enine boyuna düşünmüş, ertesi gece aynı rüyayı tekrar görünce bunun Allah'tan olduğunu anlamıştır. Daha sonra aynı rüyayı üçüncü gece de görmüş, bunun üzerine oğlunu kurban etmeye kesin bir şekilde niyetlenmiştir. Bu üç güne "Terviye", "Arefe" ve "Nahr" denmesinin sebebi budur. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
Bir başka yorumda; "Dedi ki: Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün" buyruğu ile ilgili olarak Mukatil şöyle demektedir: İbrahim (a.s) bunu ardı arkasına üç gece gördü. Muhammed b. Ka'b dedi ki: Rasûllere yüce Allah'tan vahiy uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda Peygamber (sav)'a kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit ol­muştur. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Biz peygamberler topluluğu­nun gözleri uyur, kalblerimiz uyumaz. İbn Abbas da: Peygamberlerin rüyası vahiydir demiş ve bu âyet-i kerimeyi delil göstermiştir." Şeklinde ifade edilmektedir. (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
            “es-Süddî dedi ki: İbrahim (a.s)'a İshak doğmadan önce doğacağı müjdesi verilince, o da: O halde ben onu Allah için kurban edeceğim demişti. Rüya­sında ona: Sen bir adakta bulunmuştun. Haydi, adağını yerine getir, denildi. Yine denildiğine göre; İbrahim (a.s) terviye (zülhicce'nin sekizinci) gece­sinde birisinin ona: Allah sana oğlunu boğazlamanı emrediyor, dediğini görmüştü. Sabah olunca kendi kendisine düşünmeye başladı. Acaba bu rü­ya Allah'tan mıdır? Şeytandan mıdır? Diye. İşte bu şekildeki düşünmesi (terviyesi) dolayısı ile bugüne terviye günü adı verilmiştir. Ertesi gece aynı şe­kilde rüya gördü ve ona: Verdiğin sözü yerine getir, denildi. Sabah olunca bu gördüğü rüyanın Allah'tan olduğunu bildi (arefe). O bakımdan bu güne "arefe günü" adı verildi. Üçüncü gece yine öyle bir rüya gördü, bu sefer ar­tık onu boğazlama (nahr) kararını verdi. Bundan dolayı bu güne "yevmu'n-nahr" adı verildi. Yine rivayet edildiğine göre oğlunu boğazlamaya başlayınca, Cebrail (a.s): "Allahuekber Allahuekber" dedi. Bu sefer boğazlanması istenen oğlu: "La ilahe illallah vallahu ekber" dedi. İbrahim (a.s) da bunun üzerine: "Al­lahuekber velhamdulillah" dedi. O bakımdan bu (şekilde tekbir getirmek) bir sünnet olarak kaldı.” (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
            Müfessirlerimizin fark edemedikleri bir hususu hatırlatmakta yarar görmekteyiz. Peygamber rüyalarının, Rahmani mi Şeytani mi şeklinde sınıflandırılması şu ayetin manasına ters düşmektedir. “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”Hacc22/52 Allah’ın resulleri, Şeytan’ın katmalarına karşı gündüz korurken gece serbest mi bırakılmaktadır? Dolayısıyla yedi gün yirmi dört saat Allah’ın gözetiminde olan resullerin denetimi Cenab-ı Hakk’ın elinde olduğuna göre onların rüyalarına hükmetmekte yine onun elindedir.
Mesnetsiz bir rivayetle aynı zamanda peygamber rüyalarına ve müteselsilin tüm insanlara ait rüyalarda “Şeytanî” ve “Rahmanî” kavramı getirilerek bu kavramların da neye göre doğrulanabileceğini muallâkta bırakmaktadırlar. Bu vasıtayla sadece resullere ait rüyaların sahihliğine dair verilebilecek bir hükmü tüm insanlara genelleştirmektedirler.
Beşerî değerlendirmelerle oluşturulan rüya kültürü tamamen Kur’an dışı bir olgudur. Rüyaların rahmanî ve şeytanî olarak kategorize etmek de bu yapının bir ürünüdür. Bakınız rahmanî ve Şeytanî rüyalar nasıl kategorize edilmiştir görelim. Rahmani Rüyalar:
Cenab-ı Hak ve enbiyai izam, arş, kürsi, cennet ve cehennem, ashab-ı kiram ve ulema-i izam, Beyt'ül Haram ve mukaddes, Kur'an-ı Kerim ve kütübi mukaddese ve ehadis-i şerife gibi dinen ve şer'an makbul ve muteber olan şeylerden birini muhtevi olan rüyalar Rahmanidirler. Bunlar iki kısımdır: Biri tebşir (iyi haber, müjde) ve diğeri tehzir yani Cenabı Hak bu rüya ile kullarını ya ahirete ve dünyaya ait bir haber ile tebşir eder veyahut ikab ve azabdan tehzir yani ictinabı emreyler.
Rahmani rüya karmakarışık olmayıp açık ve aşikar görülür ve uyandığı zaman tamamıyla hatırda kalmış olur. Bu gibi rüyalar içindir ki nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzüdür, Hazreti Allah'ın ibadına uykuda vahyidir buyrulmuştur.
Şeytani Rüyalar ise şöyle tarif ve tavsif edilmektedir: Beyn'el-müslimin örfen ve şeran memnu veya mekruh olan hususata ait olan ve emr-i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkere yani ibadet ve takva ve hayır ve hasenata tergib ve teşvike ve menhi ve münker olan su-i ahvalden ictinaba delalet etmeyen ve alelade rüyalar şeytani olup bunların bazıları huzur eylediğinden tabir ve tevili lazımdır. Ancak daima hayır ile tefsir olunmalıdır. Şeytani rüyalarda dikkat edilecek cihet karmakarışık olmamaları ve zihnin fevkalade meşgul bulunduğu şeylere temas etmemeleridir.
Aslı astarı, Kur’an’i bir dayanağı olmayan bu rüya oluşum ve kabullerinin toplum tabanında yaptığı tahribat oldukça önemli boyuttadır. Bunu birde tasavvufi boyutla beraber düşündüğünüzde olumsuzluk çok daha ileri boyutlara ulaşmaktadır. İnsanların amel çizgileri ve değerlendirmeleri rüyalara ve tabirlerine indirgenmiş ve iş çığırından çıkmıştır.
Bir diğer husus Hz. İbrahim’in gördüğü rüyanın vahiy olduğuna test ederek karar vermesine dair anlatımlar, Hz. İbrahim’in, Allah’ın emrine karşı tereddüdünü kapsamaktadır ki, bu durum zebh/kurban kıssasındaki Hz. İbrahim ve zebih’in, Allah’ın emrine tereddütsüz itaat anlatımları ile tenakuza düşmektedir.“..Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? Dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap…” Saffat37/102 Saffat suresindeki bu anlatımlar Zebh rüyası ve gerçekleştirilmesinin fail ve mef’ulünün tereddütsüz itaatini sergilerken İbrahim’in rüyasını mesnedi olmayan bir rivayetle yorumlayarak kabul edenler, bu rivayetle Hz. İbrahim’in tereddüt içersinde ve rüyasını test ederek Allah’a itaatini anlattıklarının farkında değildirler.
Böyle bir yorumdan daha alıntı yapalım. “Yahudi dini metinlerine göre; bir gün İbrahim as.’ın misafirleri gelir. Onlara yiyecek getirip yemelerini teklif eder. Fakat misafirler, yemeğin bedelini vermeden yemeyeceklerinin söylerler. Peygamber de onlara, yemekten önce ve sonra yapacakları duanın bedel olarak kendisine yeteceğinin belirtir. Ancak misafirler bununla yetinmezler. O’na, bir oğlu olacağı müjdesini de verirler. O da ihtiyar yaşına rağmen böyle bir haber alınca sevincinden: “Ben de onu kurban ederim” der. Böylece bir “Adak” yapmış olur. Bu gelişmelerden sonra bir gün rüyasında bir kurbanlık kesmesi emredilir. O da ertesi sabah bir boğa keser. Ancak yine rüyasında, Allah’ın kendisinden daha kıymetli bir kurban istediği söylenir. Bu sefer de bir deve keser. Fakat üçüncü kez bir rüya daha görür. Bu sonuncusunda açıkça, “Oğlunu kurban etmesi” emredilir.”(Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş)
            Görüldüğü gibi ikinci gurup görüşler, İbrahim’in@ rüyasının vahiy/emir olduğunun farkındadırlar ancak peygamber rüyalarının vahy kapsamında olup olmayacağını Hz. İbrahim’in arka arkaya gördüğü rüyalarla test edip karar vermesine dair bir rivayetle bunu kabullenmektedirler.
            Sıraladığımız bu iki görüşün aksine bir ilginç yaklaşım ise Seyyid Kutub’tan gelmektedir. Ona göre Hz. İbrahim’in zebh ile ilgili rüyası ne vahy ne emirdir. Hz. İbrahim’in rüyası Allah’tan bir işarettir. Seyyid Kutub’un bu yaklaşımı da ilginçtir. Marjinal bir görüş olan bu yorumu da alıntılayalım. “Evet, İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur bulduğu anda rüyasında oğlunu boğazladığını görür. Bu rüyanın Rabb'inden oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt etmez. Aklına itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet, bu bir işarettir. Sadece bir işaret... Açık bir vahy değil, direkt bir emir de değil. Ancak Rabb'inden bir işaret... İşte bu yeter. Uymak ve boyun eğmek için bu yeterli. İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için bu yeterli. Fakat İbrahim bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık göstererek teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar, korkunç durumu acaip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde görülüyor.”   (Fi Zilal’il Kur’an, Saffat suresi, 102. ayet tefsiri)
Seyyid Kutub’un bu ilginç yorumunda da Hz. İbrahim’in gördüğü rüyayı “işaret” olarak ayrı bir vasıflandırmaya tabi tutmuştur. Ancak bu kavramın niteliği kadar hükmi değeri de askıda gözükmektedir. Çerçevesi çizilmemiş bu kavramın, Seyyid Kutub direkt olarak kabul etmemiş olsa da yine Vahy /emir niteliğinde olduğunda şüphe yoktur. Allah işaret ediyorsa o da vahiy/emir kategorisindedir kanaatindeyiz.
İslam kaynaklarında yer alan görüşlerden derlediğimiz Hz. İbrahim’in oğlunu zebh etme rüyasına dairyorumlardan sonra Hz. İbrahim’in oğlunu zebh etme teşebbüsüne dair benzer bir kıssanın bulunduğu Tevrat’tan alıntı yapalım. Tevrat’ın, Tora olarak adlandırılan beş ana kitabından Tekvin kitabında bu kıssadan bahsedilmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki, Hz. İbrahim’in gördüğü rüyaya istinaden oğlunu kurban etme teşebbüsü Tevrat metinlerinde, rüyadan bahsedilmeden direkt Yehova’dan aldığı bir emirle başladığı anlatılmaktadır. “Daha sonra Tanrı İbrahim'i sınadı. "İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "Buradayım!" dedi. Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun." (Tevrat/Tekvin22/1-2)
Tevrat’taki dikkat çekici husus Hz. İbrahim’in, Yehova’dan aldığı emri sabahleyin yerine getirmeye başlaması anlatımıdır. “İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak'ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı'nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı.” (Tevrat/Tekvin22/3) Buna göre Hz. İbrahim’in Yehova’dan aldığı emrin, geceleyin gördüğü rüya vasıtasıyla alınmış olabileceğini düşündürtmektedir. Bundan ötürü Hz. İbrahim, oğlu ve uşakları ile birlikte sabahleyin erkenden Yehova’nın emrini yerine getirmek üzere hareket etmektedir.
Hem Kur’an ve hem de Tevrat’ta yer alan zebih/kurban kıssası, “rüya” konusunda ortak bir anlatımda bulunmamış olsalar da zebh/kurban vakıasının Allah’ın vahyi/emri ile gerçekleştiğinin bir göstergesidir kanaatindeyiz. 
Hülasa Kur’an-ı Kerim’deki Saffat suresi içerisinde anlatılan Hz. İbrahim’e ait Zebh rüyası ve icrası ile ilgili kıssada, Hz. İbrahim’in rüyasının ve bu rüyayı gerçekleştirmesinin vahiy/emir statüsündeki olaylar olduğu kanaatindeyiz. Bu olgunun yalnızca peygamberlere mahsus olduğuna inanıyoruz. Diğer insanlar için rüya ile amel mümkün değildir görüşündeyiz. Hz. İbrahim’in zebih ile ilgili rüyasının gerçekliğinin şu ayetle tüm Kur’an muhatapları tarafından yerine getirilebileceğine inanıyoruz. “Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye' tiyallâhu bi emrih, vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn.” “De ki: 'Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.” Tevbe9/24

11.05.2009
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Âlim kul’un çocuk katli fiili ve Hz. İbrahim’in oğlunu zebih teşebbüsüne tepkisel yaklaşımlar üzerine düşünceler
           
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak kıssalarının kesiştiği ve anlaşılmasında ortak bir problemin ortaya çıktığı, Hz. İbrahim’in oğlunu zebhetmesi rüyası ve icrası ile ilgili zebih kıssasını incelerken bu konunun benzeri bir vakıanın Âlim kul ve Musa kıssasında geçtiğini fehmettik. Bundan daha ilginç bir olgu her iki kıssada geçen benzeşen vakıalara verilen tepkilerin de benzeşmesiydi.
Öncelikle Âlim kul ve Musa kıssasındaki vakıayı inceleyerek daha sonra zebih kıssasına yer verecek sonrasında her iki olgunun benzeşen noktasının ve tepkilerin değerlendirmesini yapacağız.
Âlim kul’un çocuğu öldürmesi:
Kur!an-ı Kerim’de, Alim kul’un çocuğu öldürme anı şöyle anlatılmaktadır: “Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefs, lekad ci’te şey’en nukrâ."Tekrar yola koyuldular. Bir çocukla karşılaştıkların­da (Alim kul) çocuğu öldürüverdi. Musa: “Bir cana karşılık olmadan masum bir cana mı kıydın! Andolsun çok kötü bir şey yaptın.” dedi. (18/Kehf/74) Daha önce Âlim kul’un gemiyi delmesi ile Hz. Musa’nın itiraz etmesindeki gibi çocuğun öldürül­mesi hadisesinde de Musa’nın(a) itirazı gündeme gelir.
Bu aşamada Kısas’ın tüm İslam resullerinin şeriatlarında mevcut olduğu gibi, Hz. Musa’nın şeriatında da mevcut olduğu anlaşılmaktadır. “bir kimse bir adam öldürürse mutlaka öldürülecektir.” (Tevrat; Levililer, 24/17) Bundan dolayı Hz. Musa, se­bepsiz yere bir insanın öldürülmesine karşı çıkmaktadır. Ancak olayın içyüzünün, Âlim kul tarafından izhar edil­mesinden sonra Musa’nın (a) buna tepkisi söz konusu olmamaktadır. Âlim kul’un çocuğu öldürmesine dair beyan ettiği sebep Alim kul tarafından şöyle açıklanmaktadır: "Çocuğa gelince; onun ana babası mümin kimselerdi.  Çocuğun azarak ve küfrederek onlara zulmetmesin­ korktuk.” (18/Kehf/80)
Olayın zahirinde bir insanın diğer bir insanı suçsuz yere öldürmesi söz konusudur. Ancak olayı gerçekleş­tiren Âlim kul bağımsız olarak bu fiili yapmamaktadır. O Allah’ın emri ile bu fiili işlemektedir. (Âlim kul) “Ben bunları kendiliğimden yapmadım. (18/Kehf/82)
Âlim kul’un, Hz. Musa’ya olayların içyüzünü açık­ladığı bu sözler; Âlim kul’un gerçekleştirdiği tüm olay­ların ve çocuğun öldürülmesi hadisesinin Allah’ın takdiri olduğunu bildirmektedir. Bundan dolayı Âlim kul’a kısas uygulanması söz konusu olamaz/olmamıştır. Allah’ın emrini uygulayan birine nasıl kısas uygulanabilir?
Bu aşamada bir takım itirazları kaydetmemiz gereklidir. Onlar, yeryüzünde bir Sünnetullah olan, bir cana karşılık olmaksızın bir cana kıyılması mümkün olmadığı halde; Âlim kul, nasıl bu fiili yapmış ve Hz. Musa(a) ona kısas uygulamamıştır demişlerdir. Müfessirlerin bu görüşleri sonucu, Sünnetullah’ın bir insan tarafından değiştirilemeyeceği gerekçesiyle, Âlim kul’un, insan değil, melek veya başka bir varlık olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Âlim kul ve Musa kıssası incelememizde bu konunun üzerinde genişçe duracağımız için bu konuyu kısa geçiyoruz. Âlim kul hakkında her ne iddia olursa olsun bunlar mesnetsizdir. “Âlim kul” bir insandır ve yaptıklarının gerçek olduğu ve bunları Allah’ın takdiriyle gerçekleştirdiği barizdir.
Şimdi Âlim kul tarafından çocuğun öldürülmesinin Hz. Musa ve beşer tarafından ilk anda kavranamayan ancak Âlim kul tarafından öldürülme sebebi açıklanınca anlaşılabilen sonuçlarını analiz edelim: Çocuğun öldürülmesi öyle bir takdir olmuştur ki, ölenin de yaşayanların da hayrınadır.
a- Çocuk öldürülmüştür, ancak öldürülmeyip yaşa­saydı, dünya hayatındaki imtihanı kaybedecekti. Çünkü o bir kâfir olacak ve Cehennem’i boylayacaktı. Hâlbuki öldürülmekle bundan kurtulmuş oldu.
b- Anne ve babasının yaşam çizgilerindeki İslamî boyut değişmedi. Eğer çocukları yaşasaydı, onun küfre sapmasından dolayı anne ve baba da zulüm çekecek veya küfre sapabileceklerdi.
c- Çocuğun öldürülmesi, Çocuğu öldürülen anne babaya; Allah tarafından Salih olan bir evlat ihsan edil­mesine sebep olmuştur.
d- Yeni evlat, Salih bir kul olacak, anne ve babaya güzelce bakacaktır. Böylece bu üç kişi mümin bir kim­se olarak Allah’a kulluk edeceklerdir. Oysa çocuk öldü­rülmemiş olsaydı belki de hiçbiri mümin olarak kalama­yacaklardı.
e- Böylece Allah, mü’min bir anne ve babanın dualarını kabul etmiş, onları ve çocuklarını İslam üzere kılmıştır. Allah’ın dualara icabeti söz konusudur. Bu ko­nuda İbrahim’in (a) evlatlarına olan duaları hatıra getiril­melidir. “Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.” (14/İbrahim/40) Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (14/İbrahim/35)
f- Öldürülen çocuk eğer yaşasaydı; etrafına zarar verecek, çeşitli zulümlerle toplumdaki insanları huzur­suz edecekti. Böylece cemiyetin zararına olacak bu durum önlenmiş oldu.
Analiz ettiğimiz bu sonuçlar bize gösteriyor ki, eğer Âlim kul sebepleri açıklamamış olsa bu neticeler beşer tarafından idrak edilemez, işte bu yüzden Âlim kul, Musa’yı(a) “sen benim yaptıklarıma sabredemezsin” diye ikaz etmektedir. Sebep ve sonuçlarını takdir edemeyen bir beşer nasıl olaylara sabredebilirdi?
Bütün bunlara rağmen şu soru sorulabilir? Allah o çocuğu, ölmeden Salih bir kul olmasını takdir edemez miydi? Buna cevabımız Allah daha iyi bilir olacaktır. Yine de bu sorunun cevabını öğrenmek isteyenlere Âlim kul ve Musa kıssasını yeniden okumalarını, aynı ko­numda oldukları Musa peygamberi ve onun Âlim kul’a itirazlarını göz önüne getirme­lerini öneririz. Allah’ın verdiği ilim olmadan bu olayların kavranılması mümkün olamayacaktır. Âlim kul ve Musa kıssasında geçen olayların içyüzünü kavramak için Asr-ı Saadeti takip eden süreçte, Kelam ve Felsefe ekollerinin beyhude uğraştıklarını da belirtmekte yarar görüyoruz.
Bu noktada şunu tespit etmek lazım; çocuğu öldüren “Âlim kul”dur. Ancak bunu takdir eden Allah’tır. Çocuğun öldürülmesi Allah’ın tasarrufundadır. Bu tasar­rufun öncesi ve arkasından gelen/gelecek takdirler de yine Allah’ın isteğince olmaktadır. “Âlim kul’un gerçekleştirdiği olayların ben­zerleri, Evrenin kurulmasından bu yana ve kıyamete kadar yine gerçekleşmiş/gerçekleşmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta, bu gibi durumlarda insanların, olayların takdirinin Allah’ın elin­de olduğu bu olayların bir arka planı olduğunu ve bunları da insanların kavramalarının mümkün olmadığı­nı fehmetmeleri mesajıdır. 
Âlim kul ve Musa kıssasının günümüz değerlendirmeleri:
Âlim kul tarafından çocuğun öldürülme olayı, günümüzde bile Müslümanlar tarafından, Hz. Musa türü tepkilerle karşılanarak, olay sorgulanmakta ve kıssadaki bir cana karşılık olmadan insan öldürme fiili örnekliğinin, Kelamî, felsefî ve fıkhî yorumlarla algılanılmasına çalışılmaktadır. Bu konuda bir İlahiyat profesörünün bakışını alıntılayalım: “Fakülte birinci sınıfta iken, bir Cuma namazında hutbede imam bu olayı anlattı. Daha ben birinci sınıftaydım. İşte gemiyi deliyor, çocuğu boğazlıyor, evi yıkıyor. “Yahu” dedim; “bu mübarek gün ne kadar saçma şeyler anlatıyor şu imam, yahu daha ciddi konular yok mu?” Yanımdaki arkadaş, “anlattığı ayettir” dedi. O zaman korktum. “Allah Allah” dedim; bak biz Kur’an’a karşı geliyor muşuz?”..Burada bu olayları çözemiyor, neticede onu aşan bir olay, yoksa hakikaten masum bir çocuğun boğazlanması söz konusu olsaydı….Çünkü peygamber müdahale etmiyor. Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur. ..” (I. Kur’an sempozyumu oturumundan bir kesit)
    Yani, Hz. Musa’nın, Allah’a tam teslim olmuş bir resulün bile söz vermesine rağmen olaylara yeterince sabır ve sonuçlarını gereğince takdir edemediği gibi; geçmişte de çağımızda da bazı Âlim ve diğer bazı Müslümanlarca da yeterince takdir edilememektedir.
Bunun neticesi olarak Âlim kul ve Musa kıssasının vakiliği sorgulanarak bu kıssanın sembolik bir kıssa olduğu iddiasına kadar iş uzamaktadır. “Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur...
Alim kul ve Musa kıssasının sembolik bir kıssa olması bir kenara aslında bu kıssa günümüzde bile hala canlı ve vakiidir. Mesaj ve derslerini muhataplarına vermeye devam etmektedir. “Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İçyüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” (187Kehf/67)
   Zebih kıssası:
Hz. İbrahim’in oğlunu zebhetme rüyası ve bunun ikamesi Kur’an-ı Kerim’de Saffat suresinde yer almaktadır.  Saffat suresinde zebh/kurban rüyası ve icrası ile ilgili ayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke” “ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum….” Bu ayeti kerimeye göre kesin olan ve te’vil ve tefsir getirilmeyecek ana konu zebh/kurban emri rüyada verilmiştir. Bu kıssadaki problem ise Hz. İbrahim’in rüyayı görüp görmediği değil, rüyasının mahiyeti ve bunun icra edilip edilmeyeceği üzerine oturmaktadır.
Rüyada görülen bir olayın ya da emrin yerine getirilip getirilmeyeceği yine bu ayetin devamında Zebih’in ağzından belirtilmektedir: “if'al ma tü'meru” “…Emrolunduğun şeyi yap….”   Zebih’in bu sözü, boğazlanmasının rüya vasıtasıyla “emr”edildiğini göstermektedir. Zebih babasının rüyada gördüğü bir olaya istinaden nasıl böyle bir fiile kalkıştığını asla sorgulamamaktadır. Tıpkı babası İbrahim’in rüyasını sorgulamayıp yerine getirmek teşebbüsünde bulunması gibi..
Tabi bu aşamada şu, nazarı dikkate değer bir ayrıntı olmalıdır. Cenab-ı Hak rüyadaki emri yerine getirmeye çalışan ve bu emre teslimiyet gösterenlerin Allah’a olan tereddütsüz itaatine dikkat çekmektedir. Bu olayın bir benzeri asla yaşanmamış/yaşanmayacaktır ancak kıyamete kadar Allah’ın türlü emir ve yasaklarına sorgusuz sualsiz teslim olanlar, İbrahim(a) ve oğlu(a) gibi aynı tavrı göstermiş olacaklardır. Kıssanın vermek istediği mesajlardan bir tanesi de budur.
Bunun yanı sıra İbrahim Peygamber’in rüyasını gerçekleştirmek istemesi ve oğlunun bu emrin icrasına itaati “Fe lemmâ eslemâ” “İkisi de teslim olunca” bunun bir vahiy/emir olarak algılandığının göstergesidir. İbrahim emre uyan, Zebih ise itiraz eden olsaydı İbrahim oğlunu zorla zebhetmiş statüsünde olacaktı. Oysa ikisi de emre teslim olmaktadırlar. Bu önemli ve üzerinde durulması gereken ayrıntıdır.
Eğer peygamber rüyalarında, özellikle İbrahim’in@ rüyasının gerçekliğinde ve icrasında beşeri vasıflarına istinaden kabullenilemeyecek bir durum olsa idi bunu hem İbrahim hem de zebih’in ağzından duymamız mümkün olurdu. Tıpkı Hz. Nuh’un gözleri önünde oğlu azgın sularda boğulurken Cenab-ı Hakk’tan oğlu için "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir." (11/Hud/45) Diye yardım istemesi; Musa’nın Firavun’a tebliğle görevlendirilmesinde Cenab-ı Hakk’ın kendisini görevlendirmesine rağmen ısrarla yanına Harun’u(a) vezir olarak istemesi gibi…"Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver" (20/Taha/29) Bütün bu örneklerde olduğu gibi; oğlu için yapacağı bir istek,  Halilurrahman olan Hz. İbrahim için hiç de zor değildi. Belki de Cenab-ı Hakk tarafından mazur görülebilecekti. Tıpkı  “İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı. İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri idi. (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!” 11/Hud/74-76) ayetinde olduğu gibi helak olacak Lut kavmi için nasıl meleklerle muhaverede bulunduysa. Ya da (İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi. Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! Dediler. (İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?(15/Hicr/54-56) ayetinde meleklerin müjdesini sorguladığı gibi. Kanaatimizce benzer sorgulamalar yapabilme hakkı Zebih içinde düşünülebilir.
Zebh teşebbüsünün neticelenmesini önleyen Cenab-ı Hakk’ın açıklaması ise bu durumu kesinleştirmektedir: “Kad saddakter ru’yâ” "Rüyayı gerçekleştirdin.” “İnne hâzâ le huvel belâul mubîn” “Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.” Cenab-ı Hakk bu ayetlerle rüyayı doğrulamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesini, zebh/kurban teşebbüsünü “imtihan” olarak vasıflandırmaktadır. Bu imtihanın olumlu ve ayrıca neticesini de mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. “innâ kezâlike neczîl muhsinîn” “Biz böylece muhakkak Muhsinleri mükâfatlandırırız.”
Zebih kıssasının müfessirlerce algılanması:
Müfessirler, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini tam manasıyla algılayamadıkları anlaşılmaktadır. Bu yüzden bazı müfessirler öncelikle Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi emrinin rüya yoluyla olamayacağını iddia ederek ayeti bu yönde yorumlamaya çalışmışlardır.
Bundan başka Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi emrinin sebebini sorgulayarak cevaplar vermeye çalışmışlardır. Bu yüzden Hz. İbrahim’in çocuğu olmamasına istinaden, Allah’a dualarına mukabil bahşedilen çocuğun sevgisinin Allah sevgisinin önüne geçtiği bu yüzden oğlunu kurban etmesi istendiği gibi Hz. İbrahim’in kişiliği ve misyonuna aykırı hikâyeler uydurulmuştur.
Müfessirlerin bazılarının İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini yumuşatmaya çalıştıkları görülmektedir. Sanki İbrahim’in rüyasının mahiyeti hakkında “yakîn” bilgileri varmış gibi yorumlarda bulunmaktadırlar. “Yani, "Biz sana rüyanda oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmek üzere iken göstermiştik. Ve sen onu kesmek için hazırlandığında, rüyan doğrulandı. Zaten asıl maksat da buydu. Sonuçta sen sadakatini ispatlamak suretiyle, imtihanı başarıyla geçtin." Gibi.. (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 106. ayet tefsiri)
Kur’an’ı Kerim’de Saffat suresinde yer alan Zebih kıssasındaki açık anlatıma rağmen, İbrahim peygamberin oğlunu zebhetmek istemesi ile ilgili rüyasının maksadının anlaşılamaması nedeniyle rüyadaki durumun vahiy/emir olup olmadığı hususunda müfessirler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Buna göre müfessirler üç kategoride değerlendirilebilir. Birinci kategori İbrahim’in rüyasının vahiy olduğunu kabul edenler. İkinci kategori bu rüyanın direkt vahiy olmayıp mükerrer aynı rüya ile ilk rüyanın tasdiki sonucu vahiy ve emir olduğunu kabul edenler. Üçüncü kategoriyi ise Hz. İbrahim’in rüyasının vahiy ve emir olmadığını ileri sürenler olarak sıralamak mümkündür.
Bütün bunların altında yatan tek etmen, Allah’ın bir insana, insan kurban etme emrinin sebebinin izah edilmeye çalışılmasının yattığı görülmektedir. Bu çabalar, tıpkı Hz. İbrahim’in oğlunu kurban emrine ve bunu rüyada olan bir vesile ile yerine getirme teşebbüsündeki tam ve tereddütsüz teslimiyetinin zıddı bir davranış olarak algılanabilir.
 Hz. İbrahim, Allah’a karşı neden insan kurban istediğini hele de kendi oğlunu istediğini sorgulamazken; onun rüyası ve icrasını kıssa olarak duyanların itirazları veya bu olayı yumuşatacak şekilde yorumlamaya çalışmaları ilginç bir durumdur ve asıl bu olgunun sorgulanması gerekmektedir.
Âlim kul ve Musa kıssası ile Zebih kıssasının kesiştiği alan ve sonuç:
Yazımızın nedeni olan konuya geldik. Her iki kıssada da konu apaçık anlatıldığı halde her nedense bu kıssaların anlaşılması problemli hale getirilmiştir. Âlim kul ve Musa kıssasında; Cenab-ı Hakk tarafından, Âlim kul eli ile bir çocuk sebepsiz öldürülerek buna itaat edilmesi istenirken; Hz. İbrahim kıssasının bir bölümünü oluşturan zebih kıssasında da İbrahim’e(a) sebepsiz olarak oğlunu kurban etmesi istenmekte ve muhatapların bu durumu kabullenmesi gerektiği ihsas edilmektedir.
Ancak Alim kul ve Musa ile Zebh kıssalarının, Allah’ın istediği biçimde algılanmamakta, aksine çeşitli sebepler ve yorumlar getirilerek veya endirekt yollarla kıssa muhtevalarının kabulü gerçekleşmektedir. Yani Allah’ın emirleri zahiri olarak algılanmaktansa yorumlara dayalı olarak yumuşatılarak! Kabul edilmektedir.
Âlim kul, Musa’ya, şahit olacağı olaylara dayanamayacağını yani onların mahiyetini kavrayamayacağını belirttiği ve Musa(a) olayları görüp dayanamadığı itirazlar ileri sürdüğü halde kıyamete kadar Musa(a) pozisyonunda olan tüm kıssa muhatapları yeryüzü üzerinde oluşan bu gibi olaylara Musa(a) gibi yapmadan teslim olmaları mesajını almaları gerekirken bazılarının bu olayı; Hz. Musa sebeplerini bilmeden itiraz ettiği halde onlar Alim kul’un açıkladıkladığı sebepleri de bildikleri halde Kelamî, Fıkhî, Felsefî araçlarla olayı açıklamaya giriştikleri veya sebebini sorgulamaya çalıştıkları müşahede edilmektedir.
Benzeri olumsuz bir tutum Zebih kıssası ile ilgili olarak gerçekleşmektedir. Allah İbrahim peygamber eliyle ve daha sonra peygamber olacak oğlunu zebh/kurban etmesi istendiği; buna mukabil yine Allah tarafından engellendiğinin anlatımlarını kabullenmekten ziyade çeşitli yorumlarla olayın mahiyetinin yönünü başka alanlara çekmeye çalışarak zoraki! Kabuller göstermektedirler. Bu yüzden rüyada Allah’ın zebh emrinin geçmediği, rüyaların vahiy olamayacağı, rüyanın emir değil işaret olduğu gibi türlü teviller geliştirmişlerdir. Benzer tepki Âlim kul ve Musa kıssasında da yer almaktadır. Sünnetullah’ın bir insan tarafından değiştirilemeyeceği gerekçesiyle Âlim kul, nasıl bu fiili yapmış ve Hz. Musa(a) ona kısas uygulamamıştır diye sorgulanmış fakat cevap bulunamadığı için, Âlim kul’un, insan değil, melek veya başka bir varlık olduğu iddiasında bulunmuşlardır.
Oysa cenabı-ı Hakk, bu zebh kıssası nazarında, kıyamete kadar tüm kıssa muhataplarından; insan kurban istemediğini, kurban olarak Allah’ın emirlerinde insanların sevdikleri şeylerde tereddütsüz fedakârlık ederek -Kurban- yerine getirmeleri mesajını verdiğinin üzerinde yeterince durmamaktadırlar.
Hz. İbrahim’in karısı Sare doksan yaşlarında bir “kocakarı” iken ve üstelik “kısır” olduğu halde Allah’ın takdiriyle İshak’a hamile kalıp doğurmuştur.  Kur’an ve Tevrat’ta bu olağanüstü olgu şöyle kıssa edilir: Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! Dedi.”(11/72)     Yüz yaşında olana (İbrahim) bir oğul doğar mı? Ve doksan yaşında olan Sara doğur mu?” (Tevrat/Tekvin17/17)    “Saray Abrama dedi: İşte Rab beni doğurmaktan alıkoydu…” (Tevrat/Tekvin16/1) Bu olağan üstü vakıalara karşılık bu nasıl olur diğerleri kısır kalırken Sara’ya çocuk ihsan edilmesi Allah’ın adaletine, eşitliğine, ahlakına sığar mı? Neden diğer kısırlara yokken birine var diyerek evrensel tabiî denge bozulmakta diye itiraz etmeyenler veya bu düşünce akıllarına gelmeyenler; aynı Allah’ın, İbrahim’e@ çocuğunu kurban etmesi emrine çeşitli itirazlar ileri sürerek; “Allah haddi zatında kötü olan bir şeyi yani Kabih/Çirkin bir eylemi emreder mi? Sırf sınav olsun diye bir insanın bir insan tarafından hem de oğlun baba tarafından boğazı kesilerek öldürülmesini ister mi?” “Allah çirkin bir fiili niye emretsin? O her türlü kötülükten ve fenalıktan münezzeh değil midir?”  “Allah'ın çirkin/şer bir durumu emredebileceği cevabı verirsek o halde evrensel ahlak anlayışının olmadığını ifade etmiş oluruz.“ şeklinde çok olumsuz ifadeler üretilebilmektedir.
Oysa Allah o çocuğun zebhedilmesine engel olmuş, onun vesilesi ile insan kurban edilmesini men etmiş ve onun soyunun devam etmesini sağlayarak bereketli hale getirmiştir. Hâlbuki İbrahim’in bir diğer oğlu (İsmail) benzer bir takdirden muaf tutulmuştur. Üstelik yaşadıkları bu sınav kıyamete kadar tüm insanlığa örneklik teşkil edecek bir olgu olarak takdir edilmiştir. Hem de İnsanların Allah için insan kurban etmemelerinin gerekmediğinin mesajı verilerek. Bu rüya ve icrasının kıyamete dek sürecek muhteşem neticelerini fehmedebiliyor musunuz?
Bakınız Allah’ın takdirleri nerelere varıyor, tıpkı Alim kul ve Musa kıssasındaki Musa’nın dayanamadığı ve sebeplerini öğrenmeye çalıştığı olaylardaki sonradan açıklanan gerçeklerdeki gibi.. Bir de siz bu mesajları, failler olmadan yeryüzünde gerçekleşen/gerçekleşecek nice olaylar için düşünün!... Allah yeryüzünde yaşanan olayların sebep ve sonuçlarını nasıl takdir ediyor!.. Biz bunları anlayabilir miyiz, algılayabilir miyiz? Hayır!... Neyi anlarız? Sebep ve sonuçları Anlayamayacağımızı!... Kıssalarda da bunların mesajı verilmektedir.
Allah’ın İbrahim peygamber ve İsmail’i sınamasındaki gerçekleri kavramamız mümkün değildir.. Bu gerçek Zebh kıssası geneli ve Âlim kul ve Musa kıssasının kavranması ile ortaya çıkmaktadır. Ancak Allah’ın neden bu sınavı yaptığını sorgulamamız da gereksizdir. Çünkü mahiyetini asla kavrayamayacağımız bir şeydir. “Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İçyüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” (187Kehf/67)
Zebh rüyasının icrası ile ilgili benzeri bir tepki Âlim kul ve Musa kıssasıyla alakalı yorumlardan gelmektedir. “Burada bu olayları çözemiyor, neticede onu aşan bir olay, yoksa hakikaten masum bir çocuğun boğazlanması söz konusu olsaydı….Çünkü peygamber müdahale etmiyor. Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur. ..” gibi çok olumsuz değerlendirmelerle Alim kul ve Musa kıssasını sembolik ilan etmeye kadar işi ileri götürmektedirler.
Bu aşamada geçmişte yaptığımız gibi Kur’an kıssalarının tefsir ilminden bağımsız olarak incelenmesini sağlayacak “Kıssa” ana bilim dalı kurulması gerekmektedir. Kurulacak bu ilim dalının –Tarih, Coğrafya, Arkeoloji, dinler tarihi, tefsir, v.s- yan ilim ve disiplinlerle birlikte Kur’an kıssalarını yeniden inceleyerek Kur’an perspektifinde bütüncül sonuçlar ortaya konması sağlanmalıdır.

Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder