23 Ağustos 2012 Perşembe

İBRAHİMİN KURBANI - İHSAN ELİAÇIK



KURBAN AYETLERİ HARİTASI

Aşağıda Kur’an’da ‘kurban’ ile ilgili ayetlerin bir haritasını çıkardım. En çok bilinen meal (Diyanet) ile Kur’an’ın Arapçasını karşılaştırdım. Doğrular ve yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir.
Bizim işimizin “gönüller fethetmek” değil; “zihinler açmak” olduğunu hatırlatırım. Malum bu işin bedeli ağır, sabrı zor ve fakat meyvesi tatlıdır.
Bakın ortaya nasıl bir sonuç çıktı.
***
 

YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)


DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).

Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil.
***
YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)

DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).

Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da ‘sana söyleneni yap’ dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor.
***
YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allahın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)

DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allahın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)

Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.
***
YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allahın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)

DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).

Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir.  Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.
***
YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)

DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).

Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl),   formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur.
***
YANLIŞ: “Her ümmet için, Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)

DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).

Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki menseknusuk kökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.”(menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor.
***
YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allahın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde)üzerlerine Allahın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)

DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allahın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allahın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).

Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25).
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan  ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek,“adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)

“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.

Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!

***
Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır.“Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti”(Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…


ELİAÇIK 


Bundan dört bin yıl önce, yani Hz. İbrahim’in yaşadığı çağda “Tanrı’ya” insan kurban etme adetleri vardı. Mezopotamya’nın pagan milletleri tanrıya insan kurbanı sunarlardı.

Fotoğraf şu: Yerde bir adam, gözleri bağlı çocuğunu yatırarak boynuna bıçağı dayamış beklerken, gökten kanatlı melek kınalı bir koç getiriyor…

Çocukluğumuzdan beri zihnimize kazınan bu fotoğrafın, benim gibi, size de tuhaf duygular yaşattığından eminim.

Hani o bayram sabahı kurban kesilirken etrafta dolanan biz “İsmail” yaşındaki devrin çocukları arasında…

Hele de bıçağını bileyleyerek “Senden de iyi koç olurdu, dua et Allah İsmail yerine koyunu indirdi” diye takılan “mahalle kasabının” takılmaları arasında…

O çocuk zihnimde Allah’a karşı şükran hissinin ilk uyandığı yerlerden birisidir bu sahne; “Allahım iyi ki koç indirdin, yoksa…”

Aslında bu milyonlarca çocuğun hissiyatıdır.

Öyle ya her çocuk İsmail değil ki “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, beni sabredenlerden bulacaksın” desin. Çocukluk işte; ürküyor, korkuyor insan…

Ama bu olaya kadar, eski çağların tapınakları önünde Tanrı’ya kurban sunmak için boğazlanan milyonlarca çocuğun bu şansı bile olmadı…

Buna yazının sonunda döneceğiz ama önce bu olay Kur’an’da nasıl ele alınıyor bir bakalım;

“Bir gün “Rabbim, bana iyilik, güzellik, doğruluk timsali olacak bir çocuk ihsan eyle” diye dua etti. Biz de ona halim selim bir oğul müjdeledik.

Oğlu yanında koşma çağına gelince “Yavrum, ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Bilmem ne dersin?” dedi. Çocuk da “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap. Beni Allah’ın izni ile sabredenlerden bulacaksın” dedi.

Her ikisi de teslimiyet gösterip onu alnı üzerine yatırınca “Ey İbrahim!” diye seslendik “Rüyaya gerçekten sadakat gösterdin. İşte Biz güzel ahlâk sahiplerine böyle karşılık veririz. Bu gerçekten çok zor bir durumdu” dedik.

Ona bunun yerine büyük bir kurbanlık verdik.

Çağlar boyu anılmasını sağladık.

Selâm olsun İbrahim’e!” (Saffat; 37/100-109)

Kur’an’da “İbrahim’in kurbanı” olayının geçtiği yer burasıdır ve görüldüğü gibi olay bu şekilde anlatılmaktadır.

Pasajın sonunda “Ve onu sonrakilere bıraktık” (ve tereknâ aleyhi fi’l-âhirîn) dendiğine göre, Yani: “Bu olayın çağlar boyu anılmasını sağladık, onun için Kur’an’da yer ver verdik. Çünkü gelecek nesiller bundan mesaj çıkarsın istiyoruz.” demeye getirildiğine göre, biz sonraki kuşaklar için bir şeyler anlatmaya çalışılıyor.

Peki, nedir anlatılmak istenen?

Burada üç tür tefsir mümkün görünüyor:

1- Allah, Hz. İbrahim’i sınamak için oğlu İsmail’i kurban etmesini emretti. O da bu emri yerine getirmek için harekete geçti. Allah, İbrahim’in imtihanı başarıyla geçtiğini görünce tam kesecekken bir koç indirdi… Burada, bize, İbrahim gibi Allah’a kendi öz oğlunu kurban edecek kadar ve İsmail gibi de Allah’a kendi canını kurban verecek kadar teslimiyet göstermemiz gerektiği mesajı verilmektir…

2- Hz. İbrahim, uyurken bir rüya gördü. Rüyasında oğlunu kurban ediyordu. Bunu oğlu İsmail’e açtı, İsmail de rüyayı Allah’ın emri böyle diyerek teslimiyet gösterip yerine getirmesini istedi. Rüya tam yerine getirilecekken Allah olaya müdahale etti ve mani oldu. Onun yerine bir koyun kurban etmesini istedi, İbrahim de bir koyun satın alarak onu kurban etti… Burada, bize, üç mesaj; eski çağlardan beri Tanrılara sunulan çocuk kurbanlarının yanlış bir uygulama olduğu, her rüyanın vahiy olmadığı ve Allah’a safi “aşk” ile değil; aşka bir damla akıl, akla da bir damla aşk katarak inanmak gerektiği İbrahim’in rüyası vesile kılınarak verilmek istenmektedir…

3- İbrahim’in ayette geçen uyurken gördüğü rüya (erâ fi’l-menâm) tıpkı Yusuf’un veya kralın gördüğü rüya gibidir. Yusuf’un gördüğü rüyayı Yakup’un yada kralın gördüğü rüyayı Yusuf’un yorumlaması gibi İbrahim’in rüyasının da yorumlanması gerekir. Zira rüyalar aynen görüldüğü gibi yapılsın diye anlatılmaz, rüyalar yorumlanır… Burada, bize, rüyaların nasıl yorumlanacağına dair mesaj verilmektedir.

Bu tefsirleri değerlendirirsek;

Birinci tefsirde Allah, Hz. İbrahim’e oğlunu kurban etmesini emretmektedir. Allah insanlara böyle bir şeyi emreder mi? Bu, güç yetirilemeyenin emredilmeyeceği (teklif-i ma la yutak) ve ancak insanların faydasına olan şeyin emredileceği (aslah) ilkesine aykırıdır. Bu ilkeleri bizzat Kur’an’ın kendisinden çıkarıyoruz: “Kaldıramayacağımız şeyle bizi mükellef tutma” (Bakara; 2/286) veya “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk çekmenizi istemez” (Bakara; 2/185) gibi…Buradan “Allah’ın çocuk kurbanı diye bir emri yoktur, böyle bir emir verilmemiştir” sonucuna varıyoruz. Demek ki olay İbrahim’in uyurken gördüğü bir rüyaydı…

Hemen ikince tefsire geçiyoruz: Peki bir peygamber böyle bir rüya görebilir mi? Evet görebilir. Adı üzerinde uykuda görülen rüya…Rüyalara gem vurulabilir mi? Peygamber de bir insandır ve Allah’a duyduğu aşırı sevgi (aşk) halinden veya devrin yaygın uygulamasından kalan iz ve etki ile böyle bir rüya görebilir. Ve bu rüyayı uygulamaya geçirmek için harekete geçmiş olabilir. Önemli olan Allah’ın buna müdahale edip izin vermemiş olmasıdır. Şeriat, rüyadan veya rüyayı hayata geçirmeye çalışmış olmaktan değil; rüyanın sonucunun ne olduğundan çıkar. Sonuca kadar olan ise İbrahim’in kendi iç dünyasında olup bitmektedir. Biz sonuca bakarız.

Üçüncü tefsire gelince, burada tıpkı Yusuf’un rüyası gibi bir durum varsa, rüya yorumsuz kalmış oluyor. Yusuf’un rüyasını Yakup, kralın rüyasını da Yusuf yorumlamışken, İbrahim’in rüyasını kimin yorumladığını bulamıyoruz. Eğer bu bize bırakılıyorsa bundan maksat nedir? Çünkü herkes rüyayı kendine göre yorumlayabilir ve farklı sonuçlara varılabilir. Biz sonraki nesiller için rüyadan bir mesaj çıkarmamız isteniyorsa, bunun bizzat Yakup veya Yusuf örneğinde olduğu gibi yorumlanmış haliyle bize gelmesi gerekirdi. Aksi halde Hz. İbrahim’in gördüğü rüyayı tıpkı Hz. Yusuf gibi yorumlaması gerekiyorken gördüğü şekliyle uygulamaya geçirmeye çalışmış oluyor ki oluyor ki zaten ikinci tefsirde söylenen de bu. Yani Hz. İbrahim gördüğü rüyayı yorumlanması gereken bir şey olarak anlamamıştır. Önce Allah’ın emri sanmış, Allah’ın böyle bir emri olmadığını da yerine koç kurban etmesi istenince anlamıştır. Bizi ilgilendiren de olayın sonucudur. Sonuca gelene kadar ki haller İbrahim’in iç dünyasında olup bitmektedir…

***

Görülüyor ki ikinci tefsir bağlama uygun düşmekte ve günümüze yönelik mesajlar da buradan çıkabilmektedir.

Şu halde ikinci tefsiri biraz daha açalım;

Bundan dört bin yıl önce, yani Hz. İbrahim’in yaşadığı çağda “Tanrı’ya” insan kurban etme adetleri vardı. Mezopotamya’nın pagan milletleri tanrıya insan kurbanı sunarlardı. Genellikle genç kız ve oğlanlardan oluşan bu kurbanlar tapınağın önünde kurbanın boynunu kesmek suretiyle olurdu. Hindu geleneğinde ise et yemek günah kabul edilirdi. Onlara göre değil insan herhangi bir canlıyı öldürmek veya kesmek bile doğru değildi. Hz. İbrahim’in zihin dünyasının tabiî olarak hayli yaygın olan bu insan kurban etme olayının izlerini taşıdığı anlaşılıyor.

Bu doğrultuda Allah’a olan sevgisinden dolayı, eğer oğlu olursa onu Allah’a adayacağına dair “rüyasında” oğlunu kurban ettiğini gördü. Bunu oğlu İsmail’e söyleyerek rüyasını gerçekleştirmek istedi. Buna benzer bir durum yine çağının yaygın inançlarından olan güneşe, aya, yıldızlara tapma olayını kendi kendine sorguladığı, tartıştığı diyalogda da görülebilir. İbrahim “Acaba tanrı bu güneş mi” diye sorabilmektedir. “Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster, inanıyorum, ama tatmin olmak istiyorum” diyebilmektedir. Keza Hz. Muhammed’in iman nedir kitap nedir bilmediği yıllarda, Kâbe’deki tanrılara kurban edilen etlerden yemekten Zeyd bin Amr adındaki Hanif’in uyarısıyla vazgeçtiği malûmdur (İbn Habib; Muhabber, İbn Hişam; Siret).

Yani bir peygamberin böyle rüyalar görmesi normaldir, o da bir insandır demek istiyorum. Kaldı ki insan rüyasından sorumlu değildir çünkü elinde değildir. İşte tam bu sırada insanlığa kurban konusunda bir mesaj vermek isteyen Allah, İbrahim’in rüyasını “vesile” kılarak evrensel mesajlar verdi. Zira bu konuda bir mesaj vermenin tam zamanıydı; Tanrı için insanlar kurban edilmemeli, öte yandan hiç bir hayvanın etinin yenmemesi anlayışının da düzeltilmesi gerekiyordu…

Şunu demek istedi: “Tamam, kurban keserek Allah’a olan sevginizi göstermeye çalışıyorsunuz. Bunun yanlış olduğunu defalarca söylememe rağmen hala bu işe davam ediyorsunuz. (Çünkü İbrahim’den önceki peygamberler yoluyla insan kesmek, leş, kan, domuz, ölmüş hayvan eti yemek Nuh kanunları olarak tarihe geçen yedi ilke de yasaklanmıştı ve İbrahim’in de Nuh’un yolunda yürümesi gerekiyordu) Bakın Allah tekrar söylüyor: Bu işten vazgeçin. Önce İbrahim’den başlayalım, gördüğü rüyayı uygulamaya geçirmesini yasaklıyoruz. Kurban kesecekseniz Allah’ın yarattığı koyunlar, sığırlar ne güne duruyor? Hindular gibi onları dahi kesip etini yemekten çekinmeniz gerekmez. Üstelik kestiğiniz eti tapınakların önünde bırakmanıza da gerek de yok. Bunların eti ve kanı Allah’a ulaşacak değildir. Kestiğiniz hayvanların etini fakir fukaraya dağıtın…”

İşte böylece İbrahim’in rüyası vesilesiyle insanlığın bu konudaki muhayyilesi ilerletilmiş oluyor. Bir anlamda İbrahim’in rüyasının “şeriat” yani hukuk haline gelmesine mani olunuyor.

Çünkü her rüya vahiy değildir. İbrahim rüya gördü diye Allah’ın ona bunu vahyettiği anlamı çıkmaz. Bazen Allah böylesi rüyaları ve kişisel tecrübeleri vesile kılarak insanlığa evrensel mesajlarını verir. Hz. Muhammed’de de böyle şeyler olmuştur. Bunları vahyin bir olaya binaen, onu vesile kılarak insanlığa evrensel mesaj vermesinin yolları olarak görmek icap eder…

Keza bu olayla aşk ve akıl arasındaki kopmaz ilişkiye dair de mesaj veriliyor. Adeta denmek isteniyor ki: Bana içinde akıl olmayan aşkla veya içinde aşk olmayan akılla gelmeyin. Bunları meczederek gelin. İlahî olan da dahil sakın aşk gözünüzü kör etmesin. Akıl ile onu denetleyin, yoksa hayatta perişan olursunuz. Akıl da sizi kuru bir mekanizmaya dönüştürmesin. Kurbanın eti ve derisi Allah’a ulaşmaz, içinizdeki aşk ve akıl ile meczedilmiş imandır Allah’a ulaşacak olan. Allah’a iman ise içinde duygu ve düşüncenin, akıl ve aşkın birlikte olduğu, kıvama erip dengesini bulduğu haldir…

İşte budur teslimiyetin özü…

Bize bu ölümsüz dersi bırakan İbrahim’e selam olsun!

Mesajı çağlar boyu yankılansın dursun.

İkbal’i dinleyin, “İbrahim’in kurbanından” o mesajı nasıl çağa taşıyor;

Batıda hayatın mahareti akıldır.

Doğuda ise kainatın sırrı aşktır.

Akıl ile aşk elele verirse yepyeni bir alem vucuda gelebilir.

Ey Müslüman!

Akıl ile aşkı meczedip yepyeni bir alem kurmak için

Ayağa kalk!









İlahiyatçı İhsan Eliaçık hoca, dinler tarihinin ilk ritüeli kurbanla ilgili yine çarpıcı bir izaha imza attı

İlkçağlardan beri var olan Tanrı’ya kurban sunma ritüeli, hoşgörü dini olarak tanımlanan İslam dini için fazla gelenekselci değil mi?

Kurban, dinler tarihinde ilk ortaya çıkan ritüel. Yani namazdan, oruçtan, bir mabedi ziyaretten de önce kurban ortaya çıkmış. Dinler tarihinde dinler nasıl ortaya çıktı diye tartışmalar var. Hatta Allah fikrinden önce kurban fikri ortaya çıkmış. İnsanların ne olduğunu bilmedikleri şeyler var, onlardan korkuyorlar önce. Rüzgârdan korkuyorlar, depremden, yıldırımdan korkuyorlar. Hani, daha zihninde Allah fikri doğmamış ama onları memnun etmek için kurban kesiyor. Kurban da sadece hayvanlardan olmuyor, kendi çocuklarını da kurban ediyorlar. Organlarını kurban ediyor, kolunu kesiyor… Dolayısıyla dinler tarihindeki inanç, ritüel din namına kurbandır; Allah fikrinden de öncedir.

Yaptığım araştırmalara göre insanların dininde Allah düşüncesi, 50–60 bin yıl öncesindeki insanlarda yok. Görünmeyen, tek bir gücün her şeyi idare ettiği fikri doğuyor. Bu, dinler tarihinden geliyor; İslam’a baktığımız zaman Kuran–ı Kerim’de Hz. İbrahim kıssası anlatılır. Bu kıssada kurbana engel olunmak istenir. Yani insanlar zaten kurban kesmektedir, üstelik kendi çocuklarını da kurban etmektedir. İbrahim’in rüyası vesile kılınarak buna engel olunmak istenir ve Allah orada der ki “Ben sizden kurban istemiyorum. İbrahim’i büyük bir hata yapmaktan kurtarın.” İbrahim oğlunu kurban ettiğini görür rüyasında. Rüyasını gerçekleştirmeye kalkar. Onu Allah’ın emri zanneder. Fakat son dakika içinde bir his uyandırılarak kurban kesmesine engel olunur. Orada geçen ayette “Biz onu büyük bir hatadan kurtardık” denilir; oysa “Biz ona büyük bir kurban verdik” diye çevriliyor. Dolayısıyla insan kurbanına engel olundu ama onun yerine de koç verildi deniyor. Hâlbuki Kuran–ı Kerim’de koç verdik falan demiyor. “Biz onu büyük bir hata yapmaktan kurtardık” diyor. Oradaki zebih kelimesi büyük hata yapmak anlamına geldiği gibi bir hayvanı kurban etmek anlamına da geliyor. Dolayısıyla bunu yanlış yorumladıkları için İbrahim’e koç verildiği mitolojisi oluşmuş.

Peygamber zamanında da haccın etrafında müşrikler kurban kesiyorlar. Allah, “Bu kestiğiniz kurbanlar Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sizin takvanızdır. Yani ben sizden birbirinize karşı dürüst olmanızı, birbirinize karşı yanlış hareketlerden sakınmanızı istiyorum. Bunun dışında kestiğiniz hayvanların ne etleri, ne kanları bana ulaşıyor” diyerek bu kesimin durmasını istiyor. Fakat o kültür de devam ediyor ve sanki İslam’da kurban kesmek farzmış gibi her Müslüman’ın kurban bayramında Tanrı için kurban kesmesi gerekiyormuş gibi bir farza dönüştürdüler.

“Kuran’da kurban ayetleri haritası” diye bir yazım var. Kuran’da kurban kesin dendiği yerleri tek tek çıkardım; hiçbirinde kurban kes demiyor. Benim için kurban kesin, diye bir emir Kuran’da yok. İnsanlar zaten kurban kesmekte fakat bu kesilen kurbanların Allah’a falan ulaştığı yok. “Kesiyorsanız yoksullara dağıtın, kesmenize de gerek yok. Ben sizden böyle bir şey de istemiyorum” diyor.

Tek tek baktığımızda bizim Türkçe meallerde kurban diye okuduğumuza, Kuran–ı Kerim’de kurban demiyor. Zaten kurban, yakınlaşmak demek. Garip gureba demek. Gurban. Kurban bayramı aslında, garip gureba bayramı demek. Yani kimsesizler, yoksullar, çaresizler, evsizlere armağan edilmiş bayramdemektir. Bunun hayvan kesmekle doğrudan alakası yoktur. Kuran’da et yemek için, gıda tüketmek için sınırlı sayıda hayvan kesimi var. “Allah size sınırı sayıda şunları şunları yemeniz için izin vermiştir” diyor, ama Allah için ibadet amacıyla kurban kesme diye bir şey yok.

EKŞİ SÖZLÜKTEN İTİRAZ

şurada veya şurada okuyabileceğiniz bir ihsan eliaçık iddiası. oysa:

1. hz. muhammed et yiyordu. hatta yediği kuzu buduna koyulan zehir yüzünden ölüm tehlikesi atlattı. olaydan iki yıl sonraki ölümünü bu zehirlenme vakasından sonra kendisini toplayamamasına bağlayan rivayetler çoktur.

2. kuran'da kurban kesmek vardır. açık ve nettir.

http://www.kuranmeali.com/

aksini söyleyenler, sadece eliaçık gibi kuran ayetlerini 21nci yy. akıl ve ahlakına uydurmak çabası ile yine açık açık tahrif etmekte olanlardır.

metnin tamamı kurban etmekle ilgili iken kendince bir anlam çıkarıp: <<orada geçen ayette ; “biz ona büyük bir kurban verdik” diye çevriliyor oysa doğrusu “biz onu büyük bir hatadan kurtardık” olacaktı> diyor.

şimdi hiçbir ek aramaya gerek olmaksızın eliaçık mantığını kendi kendisine çürütelim:

eliaçık, isteyenin söz konusu ayetten “biz ona büyük bir kurban verdik” anlamı çıkarabilecek olduğunu inkar edemiyor. dolayısı ile ayette dual bir anlam var. bu ise ''biz kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik'' şeklindeki (hacc/17) tanrı sözü ile çelişir.

kuran'da çelişki olamayacağını kabul edersek ise eliaçık saçmalıyor olacaktır.

kaldı ki kurban'dan bahseden tek ayet saffat 107 de değildir:

maide sûresi:27

"(ey muhammed!) onlara, âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. kurbanı kabul edilmeyen, “andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. öteki, “allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti."

kevser sûresi:2

öyleyse rabbin için namaz kıl, kurban kes.

hacc sûresi:37

"bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları allah'a ulaşacaktır. allah'a ulaşacak olan ancak sizin o'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. size doğru yolu gösterdiğinden, allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. iyilik yapanlara müjde et." kurbandan bahseden ilk akla gelen ayetlerdendir.

basit bir arama ile kuran'da kurban konusunun pek çok ayette bir ibadet şekli olarak ele alındığını görürsünüz:

http://www.kuranmeali.org/…rama.aspx?searchq=kurban

3. on emir içinde et yemeyi yasaklar bir kural yoktur.

https://tr.wikipedia.org/wiki/on_emir?wprov=sfla1

4. nuh'un yedi emrinin içindeki kural bir uzvu canlı iken koparılan ve yenen bir hayvana ilişkindir. bunun da kurbanla ilgisi yoktur.

EKŞİ SÖZLÜK İTİRAZA İTİRAZ YAZISI

çoğunluk dogmatik olarak kurban kesmeyi normal hatta gereklilik olarak görüyor diye yabana atılmaması gereken iddia.

bir adım daha ileri götürüyorum, asıl ispatlanması gereken kurban kesmenin kuranda emredildiği iddiası. bunu çok basit bir şekilde birkaç ayeti geleneksel çevirileriyle kopyalayıp yapıştırarak yapabileceğini düşünenler var ama bu işin o kadar kolay olmadığının artık farkına varmamız gerek.

peygamber ölür ölmez birbirine giren bir islam dünyası, kısa sürede hegamonyasını ilan eden, müslümanlar mekkeyi geri alana kadar islamın en büyük düşmanı olan ebu süfyan ın devamı olan emeviler kontrolünde bugünkü şekline kavuşturulmuş bir din var elimizde. 1000 yıl özünü koruyup sonra yavaş yavaş deforme olan değil, 15-20 yıldan sonra hızla ve bilinçli olarak özünden uzaklaştırılan bir dinden bahsediyoruz.

elimizde böyle bir bilgi varken din adına kemikleşmiş herşeyden şüphe etmemek aklıma mantığıma ve vicdanıma sığmıyor benim.

işe şuradan başlayabiliriz, hadi diyelim kurban kesmek var, bunu her sene yapmak gerektiği kuranda nerede geçiyor? boşuna aratmayayım sizi geçmiyor. kurban anlamı verilmiş pek çok kelime var, bunları çok derinlemesine araştırmış değilim henüz ama bu kelimelerin kuranda başka ne şekilde kullanıldıkları çok önemli doğru anlamak açısından, çarpıtma varsa en iyi bu şekilde ortaya çıkıyor. demin saffat 107'de geçen zibhin kelimesini ararken rastladığım ilginç bir yazı. 

Ve İsmail (a.s.) hem dünyadan, hem dünyalıklardan hem de canından geçmiştir. Bu yüzden kendisinin yerine en az kendisi kadar kıymetli olan bir “zıbh-in azim” seçilmiştir. Ki bu seçilen kurban da hem kurbanlar vermiş hem de kurban olmuştur.

Aslında “kurban olmadan” “kurban verme” ihtimali de bulunmamaktadır. Tarih bize göstermiştir ki İbrahim (a.s.) gibi olmak isteyenlerin tümü önce Nemrutların ateşlerinde sınanmakta ve kurban olma deneyimini yaşamaktadır, sonra kurban verme aşamasına geçmektedir. Kendinden geçemeyenin dünyalıklardan geçme ihtimali yoktur çünkü. Canının sağ olması için çırpınanın canandan bahsetmesinin değeri yoktur. Canından geçemeyenlerin, başkalarının canlarını feda etmelerinin de ihlasla ilgisi yoktur. Bu yüzden “kurban olma” bilinci, kurban vermeden önce gelir demekteyiz. Bu imtihan bütün peygamberlerin (a.s.) ve Allah (c.c.) dostu olanların ilk imtihanıdır. İbrahim (a.s.) gibi yaşayanların tümü İsmail’lerden önce İbrahim’lerini kurban etmişlerdir. Çok çetin imtihanlardan sonra olgunlaşan ve kemale eren ruhlar İsmail olduktan sonra İbrahim olmuşlardır. Her iki hali de Allah (c.c.) için fedakarlığa ve ihlasa dayanan bu durumun ilk aşaması İsmail olmaktır. 

kevser 2'de geçen venhar kelimesi için birkaç yoruma üzerine tıklayarak bir bakın. ayet içerisindeki anlam bütünlüğü de sorunlu kurban anlamı verildiğinde.

müfessirler "venhar" emrinden neyin kasdedildiği hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a "sağ elini sol elinin üzerine koyup göğsünün üstünde el bağla." demektir.
bu izah tarzı hz. ali ve ebul kamus´tan rivayet edilmiştir.

b "namaza başlarken iftitah tekbirinde ellerini göğsüne kaldır." demektir.
bu görüş ebu cafer´den nakledilmiştir.

c "kurban kes" demektir.
bu görüş, mücahid, ata, ibni abbas, said b. cübeyr ve hakem´den nakledifmektedir. ata, hakem, said b. cübeyr ve haccac, buradaki namazın, sabah namazı olduğunu söylemişlerdir.

d "kurban kes" demektir.
bu görüş, enes b. malik, ebu cafer, iklime, rebi´ b. enes, ata b. yesar, hasanı ba.sri, kaîade ve diğer âlimlerden nakledilmiştir.

e "sadece allah için kurban kes" demektir.
bu görüş, muhammed b. ka´b el-kurezi´den nakledilmektedir. o, kevser suresini izah ederken şöyle demiştir: "bir kısım insanlar, allahtan başka şeyler için namaz kılıyor ve ondan başka şeyler için kurban kesiyorlardı. allah teala bu sureyi indirerek buyurdu ki: "madem ki biz sana kevser´i verdik, o halde ey muhammed, namazın ve kurbanın ancak benim için olsun." taberi de bu görüşü tercih etmiş, âyeti kerimenin, resulullaha verilen nimetlerden sonra zikredildiğini bu itibarla verilen nimetler karşılığında allaha şükrederek sadece onun rızası için namaz kılması ve onun rızası için kurban kesmesi emredilmiştir. âyeti genel manada alıp namazı belli bir namaza, kurbanı da belli bir kurbana tahsis etmenin uygun olmadığını zikretmiştir.

f "hudeybiyede kurban kes." demektir.
bu görüş, said b. cübeyr´den nakledilmiştir. said b. cübeyr bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "hudeybiye gününde cebrail resulullaha geldi ve "kurban kes geri dön" dedi. bunun üzerine resulullah kalkıp ramazan ve kurban bayram hutbesini okudu. sonra iki rekat namaz kıldı, daha sonra da kurbanlarını kesti.

g "allahtan iste" demektir. bu görüş, dehhak´tan nakledilmiştir.

h "göğsünü kıbleye çevir" demektir. bu görüş, de bir kısım lügat âlimlerinden nakledilmiştir.

bakara 196'da hem hedyu(hediye?) hem nusukin (nüsük) kelimelerine kurban anlamı verilmiş. nüsük enam 162'de de var ve çoğu kişi ibadet olarak çevirmiş bunu. maide 27'de kullanılan kelime kurbanen.

hac suresi kurbandan en çok bahsedilen yer kuranda. kalıplaşmış düşüncelerle yaklaşmadan, bütün parantez içlerini silip de okuyun ilgili yerleri, bakalım kurban kesmekle, hayvan öldürmekle ilgili tek bir ayet bulabilecek misiniz?

şimdi çok açık ve anlaşılır olduğu kendisinde yazan kurandaki bu karmaşa haşa allah'ın hatası mı yoksa biz mi yanlış anlıyor ve anlatıyoruz? başka sorum yok.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder