22 Ağustos 2012 Çarşamba

MERYEM SURESİ 41-55 HAKKI YILMAZ TEFSİRİ


41. Ayet:

Kitap’ta İbrahim’i de an / hatırlat. Şüphesiz ki o, sıddık [özü, sözü doğru] biri idi, peygamberdi.

Bu ayetle başlayan pasajda tevhit dininin önderi İbrahim peygamberin insanlara tanıtılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda olmak üzere, İbrahim’in (as) hem peygamberliğinden, hem de “sıddık” biri olduğundan söz edilmiştir. “Sıddık” sözcüğü; “son derece sadık ve doğru, hakkı adamakıllı tasdik eden, tasdikinde çok samimî kimse” demektir.
Hatırlanacak olursa, İbrahim peygamberin ismi ilk defa A’lâ suresinde, ikinci olarak da kendisine verilen “suhuf”taki bazı ilkelerin açıklanması sebebiyle Necm suresinde geçmişti. Daha sonra Sad suresinin 45–47. ayetlerinde de adı zikredilmiş, “Güç ve basiret sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla! Şüphesiz Biz onları yurt düşüncesi saflığıyla saflaştırdık [arı duru hâle getirdik]. Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir” denilerek onun da hayırlı kimselerden biri olduğuna dikkat çekilmişti.
Kişisel özellikleri ve tevhit mücadelesinde verdiği emekler Kur’an’da hep karşımıza çıkacak olan İbrahim peygamber hakkındaki ilk ayrıntı ise konumuz olan bu ayetlerde verilmektedir.
İbrahim peygamberin kıssasının anlatıldığı bu ayetlere geçmeden önce, onu tanıtan diğer ayetlerden birkaç örnek daha vermenin yararlı olacağı kanaatineyiz:

Bakara 130:              Ve İbrahim’in milletinden, kendini bilmezden başka kim yüz çevirir? Ve Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık. Hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.

Hud 75:                     Şüphesiz İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli [kendini tamamen Allah’a vermiş biri] idi.

Mümtehine 4:             İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: “Biz sizden ve sizin, Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz sizi inkâr ettik. Ve siz bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda ebedî bir düşmanlık ve buğz belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babası için; “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. Ve Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç. -Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Ve dönüş ancak sanadır.-

Nahl 120:                  Şüphesiz İbrahim içtenlikle Allah’a boyun eğen, hanif ve başlı başına bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.

Nahl 123:                  Sonra sana “Hanif olan ve müşriklerden olmayan İbrahim’in milletine tâbi ol!” diye vahyettik.

42–45. Ayetler:

Bir zaman o, babasına: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibadet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahman’a asi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunur da şeytan için bir veliy [yardımcı] olursun diye korkuyorum” demişti.

Bu ayetlerde İbrahim peygamberin uyarıya babasından başladığı ve ilk uyarının da tevhit konusunda olduğu görülmektedir. İbrahim peygamberin babası ve kavmine yaptığı bu uyarılara Kur’an’da birkaç kez yer verilmiştir:

En’âm 74:                  Ve hani İbrahim, babası Azer’e: “Sen putları tanrılar mı ediniyorsun? Şüphesiz ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.

Ankebut 16–18:        İbrahim’i de [gönderdik]. Hani o kavmine “Allah’a ibadet edin ve O’na takvalı davranın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki, o sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızk vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz” demişti.
                                 Ve eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki bir takım ümmetler de yalanlamıştı. Elçiye düşen de apaçık tebliğden başka bir şey değildir.

Zühruf 26–28:            Ve hani bir zamanlar İbrahim, babasına ve kavmine: “Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. Beni yaratan ayrı... Tabii, şüphesiz ki O, beni doğru yola iletecektir” dedi.
                                 [İbrahim] Bunu [bu sözü], ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı. Belki onlar dönerler.

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, İbrahim peygamber, müşrik olan babası ve kavmini makul ve mantıklı gerekçelerle uyarmıştır. Onlara görmeyen, duymayan ve kendilerine bile hayırları olmayan nesnelere [putlara] yakarmanın, tapmanın mantıksız olduğunu söylemiş, bu davranışları sebebiyle onları “akılsız” olarak nitelemiş ve kınamıştır.
Uyarının İbrahim peygamberin yaptığı gibi yakın akrabadan başlaması, Rabbimizin koyduğu bir ilkedir. Nitekim Yüce Allah, peygamberimize de bu doğrultuda emir vermiştir:

Şuara 214:                 Ve en yakın aşiretini [oymağını] uyar.

Bu ayetlerde İbrahim peygamberin “Babacığım! Şeytana kulluk etme!” ifadesiyle dikkat çektiği şeytan, İblis’tir. Çünkü İbrahim peygamberin babası ve kavmi kendi ham fikirlerine tâbi olarak menfaatlerine uygun gördüklerini ölçüp biçmeden yapmakta, kelimenin tam anlamıyla beyinlerindeki şeytana uymaktadırlar. Bu davranış, başka ayetlerde de geçmektedir:

Nisa 117:                  Onlar, Allah’ın astlarından, yalnızca dişilere yakarırlar. Ve onlar ancak inatçı şeytana yakarırlar.

Nahl 63:                    Allah’a yemin olsun ki, Biz kesinlikle senden önce bir takım ümmetlere elçiler gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bugün onların veliysidir. Ve onlar için acı bir azap vardır.

İBRAHİM PEYGAMBERİN UYARI ÜSLÛBU

İbrahim peygamber, babasını aklını kullanması ve kimseye faydası olmayan şeylere ibadet etmemesi yönünde uyarır ve dosdoğru yolu göstermek üzere onu kendisine uymaya davet ederken gayet nazik ve yumuşak bir üslûp kullanmıştır. Onu şeytana kulluk etmeye devam etmesi hâlinde Allah’ın azabıyla karşılaşacağı yönünde uyarırken de üslubu yine aynı olmuştur. Bu üslûp aslında tüm insanlar için örnek teşkil eden bir üsluptur. Çünkü Rabbimiz, tebliğ ve tebyinin bu üslûpta olması gerektiğini birçok ayette belirtmiştir:

Müzzemmil 10:          Onların söylediklerine / söyleyeceklerine sabret. Ve güzelce ayrıl onlardan.

Nisa 63:                    İşte onlar, Allah’ın kalplerinde olan şeyleri bildiği kimselerdir. O nedenle sen onlardan uzak dur, onlara öğüt ver ve nefislerinin içlerine beliğ [tesir edecek güzel] söz söyle!

Ta Ha 43, 44:            Her ikiniz gidin Firavuna. Gerçekten o azdı. Sonra ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır ve haşyet duyar.

Nahl 125:                  Rabbinin yoluna hikmetle [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle] ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir.

Âl-i Imran 159:          İşte sen [o zaman], sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için mağfiret dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.

İbrahim peygamberin burada sürekli “Babacığım, babacığım!” demesi, babasını aşırı derecede sevdiğini ve onun azap çekmesini istemediğini göstermektedir.

46. Ayet:

O [Babası]: “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, ant olsun seni recm ederim [taşlayarak öldürürüm]. Haydi, uzun bir müddet bana uzak ol! [defol!]” dedi.

İbrahim peygamberin gerçekleri makul ve mantıklı bir şekilde anlatmasına, hatta yalvararak uyarmasına rağmen babası onu tehdit etmiş ve yakınından kovmuştur.

47, 48. Ayetler:

O [İbrahim]: “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O, bana çok lütufkârdır. Ve ben, sizden ve Allah’ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda bedbaht olmayacağımı umuyorum” dedi.

Babasının bu kaba davranışına karşılık İbrahim peygamber ona ilâhî ilkeler çerçevesinde mukabele etmiştir. İbrahim peygamberin bu tutumu, Kur’an’da birçok ayette tavsiye edilen ve Furkan suresinde de “Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki” başlığı altında sıralanmış olan özelliklerdendir:

Furkan 63:                 Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki; onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “selâm!” derler.

Kasas 55:                  Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz bizim için, sizin işleriniz de sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.

49, 50. Ayetler:

Sonra o [İbrahim], onlardan [kavminden] ve onların Allah’ın astlarından ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik. Hepsini de peygamber kıldık [yaptık].
Ve Biz onlara rahmetimizden lütuflarda bulunduk. Ve onlar için yüce bir doğruluk dili kıldık.

Yüce Allah, İbrahim’in (as) bir hanif olarak gösterdiği gayretler karşılığında ona kendisi gibi “peygamberlik” rütbesiyle onurlandırdığı evlâtlar ve torunlar ihsan etmiş, onları saygın, hayırla, doğrulukla anılan kişiler kılmıştır. Bu ayetlerin bir diğer mesajı da “Allah’a yönelen ve itaat eden samimî kullara nimetler bahşedileceği ve onların hiçbir zaman kayba uğramayacakları” mesajıdır.
Bu ayette kısaca değinilmiş olaylar, Saffat ve Şuara surelerinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır:

Saffat 83–112:           Hiç kuşkusuz İbrahim de onun [Nuh’un] grubundandı.
                                 Hani o Rabbine selim bir kalple gelmişti.
                                 Hani o, babasına ve toplumuna “Siz neye kulluk ediyorsunuz? Allah’ın astlarından bir takım uydurma ilâhları mı istiyorsunuz? Peki, âlemlerin Rabbi hakkında kanaatiniz nedir?” demişti.
                                 Hemen o [İbrahim] yıldızlara bir göz attı da “Şüphesiz ben hastayım” deyiverdi.
                                 Bunun üzerine ondan gerisin geri dönerek geri çekildiler.
                                 O da onların ilâhlarına sokulup “Yemez misiniz? Neyiniz var ki, konuşmuyorsunuz?” dedi.”
                                 Hemen sağ eliyle bir vuruşla sokuldu.
                                 Bir süre sonra, onlar [İbrahim’in halkı] koşarak İbrahim’le yüz yüze geldiler.
                                 O [İbrahim]: “Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır” dedi.
                                 Onlar: “Şunun için bir bina yapın da bunu cahime koyun.” dediler.
                                 Onlar ona [İbrahim’e] tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik.
                                 O [İbrahim]: “Kuşkusuz ben Rabbime gideceğim, O bana yol gösterecek; Rabbim! Bana salihlerden birini lütfet!”
                                 Bunun üzerine Biz İbrahim’e yumuşak huylu bir delikanlı müjdeledik.
                                 Ne zaman ki o [çocuk] onunla birlikte koşacak duruma / iş tutacak çağa geldi, o zaman o [İbrahim] “Oğulcuğum! Ben, uykuda şüphesiz seni boğazladığımı görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?” dedi. (Oğlu cevaben) “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.
                                 Sonra ne zaman ki ikisi de teslim oldu ve [İbrahim] onu alnı üzere yatırdı.
                                 Biz de ona seslendik: “Ey İbrahim! Sen rüyayı kesinlikle onayladın.” [Ey İbrahim rüyanda görüp de yapmaya teşebbüs ettiğin iş tamam oldu. Oğlunu kesme, bırak.] Biz muhsinleri / güzel düşünenleri ve güzel davrananları işte onun gibi karşılıklandırırız / ödüllendiririz. [Güzel düşünenleri ve güzel davrananları İbrahim’e yaptığımız gibi, kötülük yapmalarına fırsat vermez, uyarırız, kötü işlerine engel oluruz.]
                                 Bu [kesme işi] kesinlikle, apaçık bir belâ idi.
                                 Ve Biz ona, bu çok büyük keseceği şeyin karşılığında bahşiş / ödül verdik.
                                 Ve sonra gelenler içinde onun üstüne bıraktık.
                                 Selâm olsun İbrahim’e!
                                 İşte Biz güzellik sergileyenleri onun gibi ödüllendiririz.
                                 Şüphesiz o bizim inanan kullarımızdandı.
                                 Ve Biz ona salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı müjdeledik.

Şuara 69–91:             Ve onlara İbrahim’in haberini oku.
                                 Hani o babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti.
                                 Onlar: “Bir takım putlara tapıyoruz. Onlara kulluk etmeye devam edeceğiz” dediler.
                                 O [İbrahim]: “Yalvarıp yakardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı, veya size fayda veriyorlar mı, yahut zarar veriyorlar mı?” dedi.
                                 Onlar: “Bilakis, biz babalarımızı böyle yapar bulduk” dediler.
                                 O [İbrahim]: “Peki, siz ve en eski atalarınızın nelere tapmış olduğunuzu gördünüz mü?
                                 İşte onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi ayrı.
                                 O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yediren, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur.
                                 Rabbim! Bana ‘hüküm’ ver ve beni iyilere kat.
                                 Ve beni sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl.
                                 Ve beni naim [nimeti bol] cennetin mirasçılarından kıl.
                                 Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu.
                                 Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple [gerçek imanla] gelenlerden başkasına fayda vermediği ve cennetin muttakilere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi.

Bu ayetlerde İbrahim peygamberin kavminden uzaklaşmasının bildirilmesiyle sanki peygamberimize de Mekke’den başka bir kente taşınması için bir işaret verilmiş olmakta ve peygamberimiz zihinsel olarak hicrete hazırlanmaktadır. Kavminden uzaklaştıktan sonra İbrahim peygambere nimetlerin bahşedilmesi ise, hanif davranışları sebebiyle göç etmek zorunda bırakılan tüm insanlara bir ümit ışığı olmaktadır. Çünkü onlar da İbrahim peygambere verilen nimetlere bakarak, hem durumlarının daha iyiye döndürüleceğini hem de evlât ve torun yönünden büyük mazhariyetlere nail olacaklarını umar duruma gelmektedirler. Bu noktada Eyyüb peygamberin Sad suresindeki kıssasının da hatırlanmasında yarar vardır.


51–53. Ayetler:

Ve Kitap’ta Musa’yı da an / hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
Biz ona en uğurlu Tur’un [dağın] yan tarafından seslendik ve onu hususî bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık.
Ve rahmetimizden ona, kardeşi Harun’u bir peygamber olarak ihsan eyledik.

Rabbimizin sık sık insanlara hatırlatılmasını istediği ve daha önce birçok ayette adı geçmiş olan Musa peygamber, ilk kez burada şahsiyeti ile ön plâna çıkarılmış ve “arıtılıp saflaştırıldığına” dikkat çekilmiştir. Musa peygamberin şahsiyeti hakkındaki bilgiler, Kasas/34, Ta Ha/9–97 ve Şuara/10–16. ayetlerde daha ayrıntılı olarak verilmiştir.

TUR

Bu sözcükle ilgili olarak Tin suresinde yaptığımız açıklamayı burada tekrar sunuyoruz:
الطّور   Et-tûr” sözcüğünün aslı “temel” demektir. Araplar evin temeline “طور الدّار          tavaru’d-dar” demektedirler. Ancak bu sözcük, evin üzerine yapıldığı ilk temeli kapsadığı gibi, apartman katlarından her birinin başlangıcı anlamındaki ara temeli [tavr] de kapsar. Nitekim Türkçede “kademe”, “aşama” sözcükleriyle ifade edilen “طور   tavr” sözcüğü, Nuh suresinin 14. ayetinde “وقد خلقناكم اطوارا   ve kad haleknaküm etvara [sizi aşama aşama yarattık]” ifadesinde de bu anlamda kullanılmıştır.
“Temel” anlamı ekseninde “kaya” ve “ağaç” için kullanılan “tur” sözcüğü, daha sonra “dağ” anlamında kullanılmaya başlanmış ve bu anlamıyla daha meşhur olmuştur. Sözcüğün bu yöndeki gelişimine uygun olarak araştırmacıların bir kısmı “tur” sözcüğünün genel anlamda “dağ” demek olduğunu söylemişler, bir kısmı ise Musa peygamberin vahiy aldığı özel dağın adı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Gerçekten de “tur” sözcüğü, Kur’an’da yer aldığı ayetlerde Musa peygamberin vahiy aldığı özel dağın adı olarak kullanılmıştır (Bakara 63, 93, Nisa 154, Meryem 52, Ta Ha 80, Müminun 20, Kasas 29, 46, Tur 1, Tin 2).
Bizim görüşümüze göre de Musa peygambere Allah tarafından ilk hitabın yapıldığı dağın adı olan “Tûr” sözcüğü, “Sina, Sena” gibi sözcüklerle birleştirildiğinde “Sina Dağı” anlamına gelmektedir.

“Resul” ve “Nebi” sözcükleriyle ilgili olarak yaptığımız geniş bir açıklama A’râf suresinde bulunmaktadır. Özet olarak tekrarlamak gerekirse; bu iki sözcük arasında bir fark yoktur. Kur’an bu iki ismi kesin bir şekilde birbirinden ayırmamış, aynı şahıs için bir yerde “Resul”ü, başka bir yerde “Nebi”yi kullanmıştır. Bazen de her iki isim bir kişi için kullanılmıştır. Bununla birlikte bazı yerlerde de sanki aralarında teknik bir anlam farkı varmış gibi kullanılmışlardır fakat bu farkın ne olduğu açıkça ortaya konmamıştır.

Rabbimiz İsa peygamber ile ilgili ifrata ve tefrite kaçan anlayışları bertaraf etmek için diğer peygamberlerin de tanıtımını yapmaktadır. Böylece Rabbimizin vahyi ile muhatap olanın sadece İsa peygamber olmadığı ve vahye muhataplığın kişiden kaynaklanmayıp bizzat Allah’ın elinde olduğu bildirilmiş olmaktadır.

54, 55. Ayetler:

Ve Kitap’ta İsmail’i an / hatırlat. Şüphesiz o, vaadine sadık idi, bir elçiydi,  bir peygamberdi.
Ve o ehline [ailesine, çevresine] namazı / sosyal desteği ve zekâtı emrederdi. Ve o Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.

Daha evvel Sad suresinin 48. ayetinde “İsmail’i, Elyasa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir” denilmek suretiyle iyilerden olduğu bildirilen İsmail peygamber, Kur’an’da ikinci defa bu ayetlerde anılmaktadır. Dikkat edilirse elçiler kronolojik bir sıralamayla anılmamışlardır. Rabbimiz, sözünde duran, elçi olan, ehline salatı ve zekâtı emreden, örnek bir kişi olarak tanıttığı İsmail peygamberden hoşnut olduğunu bildirerek onun bu güzel niteliklerle anılmasını ve başkalarına da hatırlatılmasını istemektedir.
İsmail peygamberin sözünde duran birisi olduğu Saffat suresinin 102. ayetinde de vurgulanmıştır:

Saffat 102:                 … “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” …

İsmail peygamberin sözüne sadık oluşunun sahip olduğu niteliklerin en başında sayılması, söze sadakatin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Nitekim sözden dönmek Kur’an’da “Kebair”den [büyük günahlardan] biri sayılmış ve sözünden dönenlerin hem dünya hem ahiret hayatlarında cezalandırılacakları bildirilmiştir:

Saff 2–3:                   Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında gazap bakımından büyüdü [büyük bir suç / günah olarak belirlendi].

Tövbe 75–78:            Ve Onlardan “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah’a söz verenler vardır.
                                 Sonra, ne zaman ki Allah, onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar.
                                 Sonunda Allah’a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münafıklık yerleştirdi.
                                 Şüphesiz Allah’ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah’ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi?

İsmail peygamberin bir diğer niteliği olarak bildirilen “salâtı [namazı / sosyal desteği] ve zekâtı emretmek” de yine bu davranışın sosyal yaşamdaki önemini göstermektedir. Bu davranışın, kişilerin maddî ve manevî kurtuluşlarını sağladığı, onların dünyada ve ahirette mutlu olmalarına yol açtığı başka ayetlerde de bildirilmiştir:

Ta Ha 132:                Ve ehline salâtı emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızk istemiyoruz. Seni Biz rızklandırıyoruz. Akıbet takva içindir.

Tahrim 6:                   Ey inanmış olan kişiler! Kendinizi ve ehlinizi [yakınlarınızı], yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş’ten koruyun. Onun üzerinde, Allah’a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba melekler vardır.

Konumuz olan ayetlerde İsmail’in (as) de peygamberimiz gibi önce yakın çevresine uyarıda bulunduğu görülmektedir.
Ayetin sonundaki “O Rabbin katında hoşnutluğa ermişti” ifadesiyle İsmail peygamberin Allah nezdindeki konumu bildirildiği gibi, “Kim İsmail gibi sözüne sadık olur, yakınlarına salâtı ve zekâtı emrederse Allah’ı memnun eder” mesajı da verilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder